Son Yazılar

İlahiyatçı olmak hiçbir zaman bu kadar zor olmamıştı

Her zaman dile getirdiğim bir konu var. Okumalarımdan ve gördüklerimden anladığım kadarı ile ilahiyat tahsili tarihin hiçbir devrinde bu kadar zor ve karışık dolayısıyla önemli olmamıştı. Prof. Dr. Hacı Mehmet Günay’ın “Süreklilik ve Değişim Bağlamında Fıkıh Mirasımıza Yöntemsel Yaklaşımlar”, (Modern Çağda Fıkhın Anlam ve İşlevi, 2020, s. 121-146) başlıklı makalesindem de ilahiyat tahsilinin ne kadar zor olduğu çok sarih bir şekilde anlaşılıyor.

Son iki asırda yaşanan gelişmeler ve modernite, ulus devletlerin ortaya çıkışı, kapitalizmin yükselişi ve dünyayı esir alması, iki dünya savaşı ve sonrasında yaşanan soğuk savaş, dünyayı etkisi altına alan din karşıtı akımlar, düşünceler, teknoloji sahasında gelişmeler ve bu gelişmelerin insan hayatının içine girmesi Müslüman toplumları mevcut birikimle çözülemeyecek yepyeni sorunlarla baş başa bıraktı ve bırakmaya da devam ediyor. Bu durum ilahiyatçıları, özellikle fıkıhçıları ve kelamcıları yeni usul ve araçlar aramaya yöneltti. Gelenekte olmayan araçları ve düşünme yöntemlerini kullanmak zorunda bıraktı.

Üniversite ve Klasik Düşünce Okulu

Yükseköğretim ile ilgili tartışmalarda maalesef içeriğe ve daha iyi olması için yapılacak işlere odaklaştıramıyoruz. Öğrenci, hoca, yönetim ve aileleler olmak üzere milyonlarca paydaşı olan devasa bir topluluk içinde her zaman olması muhtemel kimi olayları büyütüp günlerce tartıştığımız bir ortamda doğru dürüst üniversiteyi konuşmak ve tartışmak mümkün olmuyor maalesef.

Üniversite, özellikle Khan Akademi’nin herkese açık dersleri ile başlayan sistem dünyanın önde gelen üniversitelerinin open courses başlığı altında yürüttüğü derslerle bambaşka bir yana evrildi ve üniversiteleri dünyanın her tarafında ulaşılabilir kıldı. Hayatında görme ve dinleme fırsatı bulamayacağı bir Harvard profesörünün derslerine ücretsiz bir şekilde ulaşmak dünyanın dört bir yanındaki öğrenciler için inanılmaz bir imkândı. Pandemi döneminde ise açık derslerin eğitim için ne kadar önemli olduğunu herkes anladı.

Yazılarım

Mesnevî ve Hz. Mevlânâ Yazıları

Yangın Medine’de mi çıktı?

Mesnevî’nin ilk cildinin sonlarına doğru “Hz. Ömer zamanında şehirde yangın çıkması” (3707-3720. Beyitler) başlıklı bir hikâye yer alır. Hz. Pîr, Mektubât’ında bir cümlede aktardığı olayı burada geniş bir şekilde yorumlayarak anlatır. Her ikisinde de mesaj açıktır: Az sadaka çok bela def eder. Başımıza gelen belalardan sadaka vererek ve iyilik yaparak kurtulabiliriz. Fitne ateşini söndürecek su hayır işleridir.

Hz. Ömer’in hilafeti döneminde çıkan bir yangında yola çıkarak insanlara Allah rızası için yardım etmenin, sadaka vermenin ve cömertliğin faziletlerine vurgu yapılan hikâyeyi kısaca özetleyeyim.

Dostluğun dördüncü kısmı

Dönemin hekimi Calinus asistanlarından deliler için hazırlanmış ilaçtan ister. Öğrencisi neden içmek istediğini sorunca şöyle cevap verir:

- Bir deliye rastladım. Bir müddet yüzüme baktı. Gözünü kırpıp yakamı çekti. Bende kendinden bir şey görmeseydi, yüzünü çevirip bana bakmazdı. Cinsiyetimden şüphelenmeseydi o niçin kendi cinsinden olmayana baktı?

Mevlana, Mesnevî’de Calinus’un başından geçen bu olayı anlattıktan sonra konuyu şu hikmetli sözle özetler:

İki insan ülfet etse hiç şüphe etme, aralarında müşterek bir taraf vardır.

Mesnevî ve Hz. Mevlânâ yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Hikemî Yazıları

Güldüren de ağlatan da O’dur

Bizim ilahilerimiz ve kimi türkülerimiz Kuran’ın ve Hz. Peygamber’in sözlerinin kısa açıklamalarıdır. Anlamını pek düşünmeden dinlediğimiz kimi türkülerimiz ve şarkılarımızda âyet ve hadis mealleri yer alır. Dolayısıyla anlamlarını düşünerek türkü dinlemek nafile ibadet gibidir. Bu hakikati bilen ecdadımız hayatın her anını ayet ve hadislerle doldurmuş, her tarafımızı Kuran ve hadisle donatmış ve örmüş. Eğlendirirken bile öğretmeye ve eğitmeye devam etmiş. Sadece adını söylememiş.

Ayet ve hadislerin mealinden oluşan türkü ve şarkıları dinlemek bizi her türlü kötü düşünceden koruyan birer zırh aynı zamanda. Türküyü hakkıyla dinleyip anlayan kimseden zarar gelmemesinin altında bu hakikat yatar. Sözlerimizi daha somut bir hâle getirmek için örnek verelim.

Erol Sayan’ın Gülizar makamında bestelenmiş çok güzel bir Yunus bestesi vardır.

Kendini aşkın yolunda dosta kurban eylemek

XIX. yüzyılda Erzurumlu Emrah ve Seyrânî’den sonra âşık edebiyatının en tanınmış temsilcisi kabul edilen Geredeli Aşık Dertli’nin (ö. 1846) Hz. Hüseyin için yazdığı dokunaklı bir şiiri var. Diyar diyar dolaşan ve bir müddet İstanbul kahvehanelerinde de saz çalan Dertli’nin aşağıda açıklamaya çalışacağımız şiir için bir de hikaye anlatılır.

Yine böyle bir muharrem ayıdır. Ehl-i beyt muhibbi Dertli Hz. Hüseyin için yanıp yakılmaktadır. Çevresindekiler onun Hz. Hüseyin’i gerçekten sevip sevmediğini öğrenmek isterler. Eline bir ustura tutuşturup

- Madem Hüseyin’i bu kadar çok seviyorsun. Al şu usturayı Hz. Hüseyin aşkına boğazına çal!

Hikemî yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Bektaşilik ve Alevilik Üzerine Yazıları

Kurretü'l ayn-i "Habîb-i Kibriyâ"sın yâ Huseyn

İslam tarihinde okudukça içimizin burkulduğu, ağlamamak için kendimizi zor tuttuğumuz olayların başında Kerbela gelir. Hz. Hüseyn ve ailesinin şehit edildiği bu elim olayı anlatan eserler müstakil bir tür oluşturacak kadar çoktur. Şairlerimiz maktel-i Hüseyin veya Kerbela mersiyesi adı verilen şiirleriyle bu acıyı terennüm ederek hüzünlerini kelimelere dökmüşlerdir. Hüznünü kelimelere döken şairlerden biri de Kethüdâzâde Ârif Efendi’dir.

Merhum hocamız Mehmet Arslan’ın verdiği bilgilere göre asıl adı Hacı Mehmed Ârif Efendi olan Kethüdazâde 1768 yılında İstanbul'da doğdu. Şiirlerinde Ârif mahlasını kullanan şairimiz daha çok babasının mesleğiyle anılır.

Özde ben Mevlevî oldum da geldim

İsmini sık duymadığımız ve bilmediğimiz irfan kaynaklarımız var. Bunlardan biri de Nimrî mahlasıyla meşhur Nimrî Dede. Ahmet Buran’ın hayatını ve şiirlerini hazırladığı kitabında Nimrî Dede’nin teferruatlı bilgi bulabilirsiniz. Ben onun şiirlerinden biri üzerinde duracağım. Ama önce Ahmet Buran’ın kitabından hayatı hakkında kısa bilgi vereyim.

Nimri, Elazığ’ın Keban ilçesine bağlı yeni adı Pınarlar olan köyün eski adı. Orada doğduğu için kendine mahlas olarak Nimrî’yi seçen âşığımızın adı ise İsmail Dehmen.

Bektaşilik ve Alevilik yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Dini Hayatımıza Dair Yazılar

Türkiye'de Hac Fonu olur mu?

Birkaç gün önce Dr. Alican Yenice’nin, Prof. Dr. Mahmut Bilen’in danışmanlığında hazırladığı, dünyadaki ilk ve en eski hac fonu olan Malezya Tabung Haji ve bu kurumun Türkiye’ye uyarlanabilmesinin mümkün olup olmadığını tartıştığı doktora tezini gördüm. Ehli için bilinen bir konu olmasına rağmen benim için oldukça yeni idi ve merakla öğrenmeye ve anlamaya çalıştım.

Malezya’da Hac fonunu yöneten ve organizasyonunu yapan Tabung Haji adında bir kurum var. Malezya’da hacı adayları başvuru sırasına göre belirleniyor ve sırası gelen hacca gidiyor. Hacı adayları sırayla belirlendiği için adaylar hangi yılda hacca gideceklerini de biliyor. Sırası geldiğinde hacı adayına fazladan mali bir yük binmemesi için çok önceden fonda açılan hesabına küçük miktarlarda para yatırmaya başlıyor. Fon, biriken paraları hacı adayı adına değerlendiriyor ve hacca gitme vakti geldiğinde de aday beş kuruş para ödemeden hacca gidiyor.

Din mealden değil, Hz. Peygamber’den öğrenilir

Birkaç gün önce bir arkadaşım aradı. Dini öğrenmek istediğini söyleyip benden kendisine bir meal tavsiye etmemi istedi. Arkadaşımın bu sorusu, uzunca bir süre zihnimde taşıdıktan sonra cevabını kendimce bulduğum bir soruyu hatırlattı. Din, Kuran okuyarak öğrenilir mi? Kuran’ı veya herhangi bir kutsal kitabı okuyan herkes onu anlayabilir mi? Son yıllarda neredeyse herkes Kuran’ın mealini okur oldu. Hadis kitapları başta olmak üzere Müslüman alimlerin asırlar boyunca biriktirdikleri muazzam bir külliyat görmezden gelindi, hatta yok ve değersiz sayılmaya başlandı. Sadece meal okuyarak dini öğrendiğini zannedenler maalesef dini öğretmeye de başladılar.

Dini hayatımıza dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Hz. Peygamber’e Dair Yazılar

Ümmetin olduğumuz devlet yeter

Süleyman Çelebi Mevlid’inde Hz. Peygamber’e hitaben şöyle seslenir:

Ümmetin olduğumuz devlet yeter
Hizmetin kıldığımız izzet yeter

Şairlerimiz de Müslüman olduğumuz günden itibaren Hz. Peygamber’e ümmet olmanın verdiği izzet ve saadeti terennüm eden şiirler söylediler ve söylemeye devam ediyorlar.

Enes b. Malik’ten rivayet edilen şu hadis şüphesiz bu sevginin altında yatan sebeplerden biridir:

Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: Biriniz beni çocuklarından, anasından, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek mümin olamaz. (Buhari İman 8/15)

Peygamberi sevmedikçe gerçek mümin olunamayacağını bilen şairler bize onu sevdirmeye çalıştılar. Hz. Peygamber için yazılan kitapları, şiirleri okuyarak onu görmeden ona aşık olduk.

Huzûr-ı Nebî’de can vermek

Bizim edebiyatımızda sevgilisi uğrunda can vermeyene, can vermeye hazır olmayana âşık denmez. Âşıklığın birinci şartı canı cânân için kurban edebilmektir. En büyük sevgili ise sebeb-i hilkat-i âlem ve mefhar-ı benî âdem olan efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hazretleridir.

Âşığın sevgili yolunda can vermesini anlatan pek çok menkıbe vardır ama ben Mehmet Akif’in Necid Çöllerinden Medine’ye şiirinde anlattığı Sudanlıyı hiç unutmam. Şiiri bilirsiniz. Bilmeseniz de duymuşsunuzdur. O şiirde Mehmet Akif bir Sudanlı âşıktan bahseder. Âkif, şiire çölü tasvir ederek başlar. Ancak onun tarif ettiği çöl cahiliyye dönemi Arap şairlerinin tarif ettiği gibi değildir. Çöl yokluk, zayıflık ve ümitsizlik menbaı gibidir. Çölde ümitsiz bir haldeyken Âkif’in “Canân’ımın yeşil yurdu” dediği Hz. Peygamber’in türbesinin kubbesini, görünce bu sefer iklim değişir, bahar olur adeta. Karamsarlık ümide, keder neş’eye ve hüzün sevince dönüşür. Sevgilisini gören âşığın hâlini tasvir eder Âkif. Önce Hz. Peygamber’in huzurunda hissettiklerini anlatır, sonra İslam dünyasının perişan hâlini hatırlayıp bundan kurtulması için dua eder. Hz. Peygamber’in ravzasının önünde dua ederken bir ses duyar.

Hz. Peygamber’e Dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Kültür Yazıları

Fânî ömür biter, bir uzun sonbahar olur

Bu sene de sonbahar geldi ve geçiyor. Yavaş yavaş biz de ömrümüzün son baharına yaklaşıyoruz. Öğrencilik yıllarımdan kaç kez okuduğumu bilmediğim Yahya Kemal’in Kendi Gök Kubbemiz’de yer alan.

Fânî ömür biter, bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.

Beytiyle başlayan Sonbahar şiiri beni hiç bu seneki kadar derinden etkilememişti. Eski Şiirin Rüzgarıyla kitabında Hazan isimli bir gazeli daha var şairin. Ancak orada şair, sonbaharı uzaktan izleyerek anlatır. Kendi Gök Kubbemiz’deki şiirinde ise bu defa sonbahar şairin içindedir ve âdeta sonbahar şairi anlatır.

Mihrican mı değdi gülün mü soldu

Bugün 21 Eylül, yani sonbaharın nevruzu mihrican günü. 21 Mart yazın başlangıcı iken 21 Eylül de kışın başlangıcı kabul edilirdi.

İslam Ansiklopedisi’indeki Mihrican maddesinde verilen bilgilere göre mihrican İran güneş takviminin yedinci ayı olan Mihr’in 16. günü başlayıp 21’ine kadar devam eden süreye verilen isim. Malumunuz, İlkbahar ekinoksu (21 Mart) ve sonbahar ekinoksu (21 Eylül) olmak üzere senede iki defa geceyle gündüz eşit olur. Nevruz ilkbahar bayramı iken mihrican da sonbahar bayramıdır. Tarih boyunca toplumlar bu iki günü ya ayrı ayrı ya da ikisini de bayram olarak kutlarlar. Perslere has sonbahar bayramı Helenistik dönemde Batı’ya geçer ve Romalılar tarafından da kendi tanrılarına uyarlanarak kutlanmaya başlanır. Roma’nın Hristiyan olması ile de Hz. İsa’nın doğum günü bayramı olarak 25 Aralık’ta kutlanmaya başlar.

Kültür yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Tarih ve Geleneğe Dair Yazılar

Bir köye neden ‘Küçük İstanbul’ denir?

Birkaç hafta önce on günlük bir Makedonya gezimiz olmuştu. Bu vesile ile Makedonya’nın dört bir tarafına gitmiş, onlarca köyünü görmüştük. Gittiğimiz köyler arasında gidilmesi en zor ve uzak olan İştip’e bağlı Penüş idi.

İştip-Nogotino arasındaki çevre yolundan çıktıktan sonra beş-altı km kadar toprak ve taşlı yoldan geçerek gittiğimiz köyün bir zamanlar cıvıl cıvıl olduğunu düşünmek hayal gibiydi. Tüm köylerine gitmedim ama Penüş’ün İştip’in yolu en kötü ve gidilmesi en zor köyü olduğunu söyleyebilirim.

Sadece yolu değil, kitaplarda ve makalelerde de kendisinden pek bahsedilmeyen bir köy olduğunu söylemeliyim. Ancak köydeki tekke ve yıkılmak üzere olan eski camii görünce ilgi görmemesine ve kitaplarda kendisinden bahsedilmemesine şaşırdığımı ifade etmeliyim.

Hoşveren Çorbası

Yöremizde de biten otlardan olan hoşveren ıspanakgillerden olup tarla ve yol kenarlarında biten bir bitki. Hoşkıran ve hoşuran olarak da bilinen hoşveren genellikle ilkbaharda taze sürgün atar ve lezzetli olur. Aroması olduğu için sebze yemeklerinde, çorba, kavurma, dible ve börek içi malzeme olarak kullanıldığı gibi müstakil yemek olarak da değerlendirilir. Benim çok sevdiğim bir çorba değildi ama hafif ve lezzetli olduğu konusunda aksini iddia edemem.

Bu basit yemek masrafsız olduğu kadar sıhhatli ve yiyenlere afiyet ve sıhhat vereceğine şüphe yok.

Tarih ve geleneğe dair yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Şehir ve Medeniyet Yazıları

Güldüren de ağlatan da O’dur

Bizim ilahilerimiz ve kimi türkülerimiz Kuran’ın ve Hz. Peygamber’in sözlerinin kısa açıklamalarıdır. Anlamını pek düşünmeden dinlediğimiz kimi türkülerimiz ve şarkılarımızda âyet ve hadis mealleri yer alır. Dolayısıyla anlamlarını düşünerek türkü dinlemek nafile ibadet gibidir. Bu hakikati bilen ecdadımız hayatın her anını ayet ve hadislerle doldurmuş, her tarafımızı Kuran ve hadisle donatmış ve örmüş. Eğlendirirken bile öğretmeye ve eğitmeye devam etmiş. Sadece adını söylememiş.

Ayet ve hadislerin mealinden oluşan türkü ve şarkıları dinlemek bizi her türlü kötü düşünceden koruyan birer zırh aynı zamanda. Türküyü hakkıyla dinleyip anlayan kimseden zarar gelmemesinin altında bu hakikat yatar. Sözlerimizi daha somut bir hâle getirmek için örnek verelim.

Erol Sayan’ın Gülizar makamında bestelenmiş çok güzel bir Yunus bestesi vardır.

Kuzey Makedonya'da Bir Osmanlı Kasabası: Kratova

Kuzey Makedonya’nın güzelliklerini maalesef düzenlenen turlarda gidildiğinde görmemiz pek mümkün olmuyor. Turlarda görülen yerler birkaç şehirle sınırlı. Üsküp’e gidilir, kafile birkaç saat serbest bırakılır. Bu arada Türk çarşısı ve köprü gezilir, bir şeyler yenilip içildikten sonra Kalkandelen’e gidilir. Orada Alaca Cami ve Harabati Tekkesi gezildikten sonra Gostivar’in içinden geçilerek Ohri ve Struga’ya gidilir. Ohri’de çarşı ve kale gezilip gölde tekne gezintisi yapılır. Bazı turlar Struga’ya da götürür ancak turlarla giden birkaç kişiyle konuştuğumda Struga’ya gitmediğini öğrenmiştim. Eğer otobüsle gelinmiş ise yol üzerinde Manastır’a da uğranır. Yani hepi topu bir gece kalınıp en çok gezdireni Manastır, Ohri, Struga ve Ohri’yi gezdirir. Oysa Makedonya’da oralara kadar gitmişken mutlaka görmesi gereken birkaç yer daha var.

Osmanlı döneminde bir kaza yani ilçenin nasıl bir yer olduğu görülmek isteniyorsa görülmesi gereken yer Kratova’dır. Bulunduğu konumla uyumlu evlerin bulunduğu mahalleleri, köprüleri, kuleleri ve çarşısıyla tam bir Türk şehridir. Küçük tarihi İtalyan şehirlerine benzettiğim küçük tarihi bir Osmanlı şehri olan Kratova köprüleri de Mostar köprüsüne benzer.

Şehir ve Medeniyet yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Topluma Dair Yazıları

Güldüren de ağlatan da O’dur

Bizim ilahilerimiz ve kimi türkülerimiz Kuran’ın ve Hz. Peygamber’in sözlerinin kısa açıklamalarıdır. Anlamını pek düşünmeden dinlediğimiz kimi türkülerimiz ve şarkılarımızda âyet ve hadis mealleri yer alır. Dolayısıyla anlamlarını düşünerek türkü dinlemek nafile ibadet gibidir. Bu hakikati bilen ecdadımız hayatın her anını ayet ve hadislerle doldurmuş, her tarafımızı Kuran ve hadisle donatmış ve örmüş. Eğlendirirken bile öğretmeye ve eğitmeye devam etmiş. Sadece adını söylememiş.

Ayet ve hadislerin mealinden oluşan türkü ve şarkıları dinlemek bizi her türlü kötü düşünceden koruyan birer zırh aynı zamanda. Türküyü hakkıyla dinleyip anlayan kimseden zarar gelmemesinin altında bu hakikat yatar. Sözlerimizi daha somut bir hâle getirmek için örnek verelim.

Erol Sayan’ın Gülizar makamında bestelenmiş çok güzel bir Yunus bestesi vardır.

Annemin Yemekleri: Kabak Çiçeği Dolması

Ege yemeği olarak bilinen ve yaz mevsimi yemeği olan çiçek dolması bizim yörede (Giresun Çamoluk) çok yapılan ve sevilen bir yemek çeşididir. Rahmetli annem çok yapardı ve ben severek yerdim. Evlendikten sonra karımdan öğrenmesini istediğim birkaç yemekten biri kabak çiçeği dolmasıdır. Aşık Osman Feymanî’ye gittiği köyde arada sırada kabak çiçeği dolması ikram etselerdi eminim:

Yeni köye imam oldum
Yenice belamı buldum
Kabak yemeye mi geldim
Bu köye ben ya Resûlallah

Sözleriyle başlayan destanını yazmazdı.

Topluma Dair yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Yönetim Yazıları

İyi, doğru ve güzel düşünmek sıradan eylem değildir

İbrahim Kalın, geçtiğimiz günlerde, müsebbibi olmadığı gereksiz bir tartışma ile kamuoyunda yer aldı. Tartışmaya girmeden ve uzatmadan, kendine yakışan bir üslûp ve vakar içinde, sözünü bilgece söyledi ve çekildi.

Oysa İbrahim Kalın, gözümüz gibi sakınmamız gereken değerlerimizden. Cumhurbaşkanlığı sözcülüğü gibi önemli bir görevi üstlenen Kalın, dünyanın en zor coğrafyasında bulunan ve dört bir yanı sorunlu ülkelerle çevrili ülkemizin en çok çalışan bürokratlarından biri. Bir başka ülkenin bir sene boyunca karşılaştığı sorunların daha büyükleri ile bir hafta içinde karşılaşan güzel ülkemiz için canla başla çalışan bir devlet görevlisi. Üstlendiği ağır sorumluluğun stresini ve yoğun çalışmanın yorgunluğunu, fırsat buldukça sesi ve sazı ile atıyor.

Bürokrat, diplomat ve sanatçı kişiliğinin yanında akademisyen kimliğini de muhafaza eden İbrahim Kalın, ne ara ve nasıl yazdığını bilemediğimiz kitapları ile de bizi, kendine hayran bırakıyor.

Başkan adayları için hikayeler

Malum mahalli yöneticilerimizi belirleyeceğimiz seçimlere kısa bir süre kaldı. Adaylar hummalı bir çalışma içinde, seçilmek için gayret ediyorlar. Peki hiç beş yıl boyunca yaşadığımız kasabayı yönetecek belediye başkanının nasıl olması gerektiğini düşündünüz mü?

Eskiler düşünmüşler ve düşündüklerini de kitaplaştırmışlar. Siyasetname türü böyle bir ihtiyaçtan doğmuş. Bir ülkeyi, bir şehri, bir beldeyi yönetmeye talip olanları uyaran kitaplar yazmışlar ve adına da siyasetname demişler.

Yönetime dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Eğitim Yazıları

İlahiyatçı olmak hiçbir zaman bu kadar zor olmamıştı

Her zaman dile getirdiğim bir konu var. Okumalarımdan ve gördüklerimden anladığım kadarı ile ilahiyat tahsili tarihin hiçbir devrinde bu kadar zor ve karışık dolayısıyla önemli olmamıştı. Prof. Dr. Hacı Mehmet Günay’ın “Süreklilik ve Değişim Bağlamında Fıkıh Mirasımıza Yöntemsel Yaklaşımlar”, (Modern Çağda Fıkhın Anlam ve İşlevi, 2020, s. 121-146) başlıklı makalesindem de ilahiyat tahsilinin ne kadar zor olduğu çok sarih bir şekilde anlaşılıyor.

Son iki asırda yaşanan gelişmeler ve modernite, ulus devletlerin ortaya çıkışı, kapitalizmin yükselişi ve dünyayı esir alması, iki dünya savaşı ve sonrasında yaşanan soğuk savaş, dünyayı etkisi altına alan din karşıtı akımlar, düşünceler, teknoloji sahasında gelişmeler ve bu gelişmelerin insan hayatının içine girmesi Müslüman toplumları mevcut birikimle çözülemeyecek yepyeni sorunlarla baş başa bıraktı ve bırakmaya da devam ediyor. Bu durum ilahiyatçıları, özellikle fıkıhçıları ve kelamcıları yeni usul ve araçlar aramaya yöneltti. Gelenekte olmayan araçları ve düşünme yöntemlerini kullanmak zorunda bıraktı.

Üniversite ve Klasik Düşünce Okulu

Yükseköğretim ile ilgili tartışmalarda maalesef içeriğe ve daha iyi olması için yapılacak işlere odaklaştıramıyoruz. Öğrenci, hoca, yönetim ve aileleler olmak üzere milyonlarca paydaşı olan devasa bir topluluk içinde her zaman olması muhtemel kimi olayları büyütüp günlerce tartıştığımız bir ortamda doğru dürüst üniversiteyi konuşmak ve tartışmak mümkün olmuyor maalesef.

Üniversite, özellikle Khan Akademi’nin herkese açık dersleri ile başlayan sistem dünyanın önde gelen üniversitelerinin open courses başlığı altında yürüttüğü derslerle bambaşka bir yana evrildi ve üniversiteleri dünyanın her tarafında ulaşılabilir kıldı. Hayatında görme ve dinleme fırsatı bulamayacağı bir Harvard profesörünün derslerine ücretsiz bir şekilde ulaşmak dünyanın dört bir yanındaki öğrenciler için inanılmaz bir imkândı. Pandemi döneminde ise açık derslerin eğitim için ne kadar önemli olduğunu herkes anladı.

Eğitim yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Yükseköğretim Yazıları

İlahiyatçı olmak hiçbir zaman bu kadar zor olmamıştı

Her zaman dile getirdiğim bir konu var. Okumalarımdan ve gördüklerimden anladığım kadarı ile ilahiyat tahsili tarihin hiçbir devrinde bu kadar zor ve karışık dolayısıyla önemli olmamıştı. Prof. Dr. Hacı Mehmet Günay’ın “Süreklilik ve Değişim Bağlamında Fıkıh Mirasımıza Yöntemsel Yaklaşımlar”, (Modern Çağda Fıkhın Anlam ve İşlevi, 2020, s. 121-146) başlıklı makalesindem de ilahiyat tahsilinin ne kadar zor olduğu çok sarih bir şekilde anlaşılıyor.

Son iki asırda yaşanan gelişmeler ve modernite, ulus devletlerin ortaya çıkışı, kapitalizmin yükselişi ve dünyayı esir alması, iki dünya savaşı ve sonrasında yaşanan soğuk savaş, dünyayı etkisi altına alan din karşıtı akımlar, düşünceler, teknoloji sahasında gelişmeler ve bu gelişmelerin insan hayatının içine girmesi Müslüman toplumları mevcut birikimle çözülemeyecek yepyeni sorunlarla baş başa bıraktı ve bırakmaya da devam ediyor. Bu durum ilahiyatçıları, özellikle fıkıhçıları ve kelamcıları yeni usul ve araçlar aramaya yöneltti. Gelenekte olmayan araçları ve düşünme yöntemlerini kullanmak zorunda bıraktı.

Fen-Edebiyat Fakültelerinin ismi meselesi

Son birkaç yıldan beri Fen-Edebiyat Fakültelerinin isimleri İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi olarak değiştiriliyor. Daha önceki yıllarda da bir üniversite kurulması için mutlaka edebiyat fakültesi olması gerektiğine itiraz edilirdi. Hangi ihtiyaçtan dolayı isimlerin değiştirildiğini bilmiyorum. Ancak bildiğim kadarı ile edebiyat fakültesinin bir üniversite için ne anlam ifade ettiğini izah etmeye çalışayım.

İlk Üniversiteler: Paris ve Bologna

Üniversite, Orta Çağ Avrupa’sında kurulan ve gelişen bir kurum. XI. asrın sonlarında İtalya’da kurulan Bologna ilki, XII. asrın başlarında kurulan Paris de ikinci üniversite olarak kabul edilir. Bu iki üniversitenin ardından Avrupa’nın önemli başkentlerinde hızla kurulmaya başlar.

Yükseköğretim yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Dile Dair Yazılar

Semâdan sırr-ı tevhidi duyan gelsin

Tarikat-i Halvetiyye meşâyihinden, Halvetiyyenin Sivasiyye kolunu kurduğu için pîr olaak anılan devrinin önde gelem mutasavvıf alimleri arasında yer alan, aynı zamanda iyi bir şair olan Abdülehad Nûrî Hazretlerinin (ö. 1651) her dinlediğimde kalkıp peşinden gitme arzusu uyandıran güzel bir nutk-ı şerifi var. Ayasofya cami kürsü şeyhliği esnasında vaaz ederken kendisine kutbiyyet makamı verildiğinde söylediği rivayet edilen ilahinin sözlerini takdim edeyim:

Semâdan sırrı tevhîdi duyan gelsin bu meydâne
Derûn içre bugün Allah diyen gelsin bu meydâne

Görenler nûr-i Gaffâr’ı duyanlar sırr-ı Settârı,
Cihânda şîşe-i ârı, kıran gelsin bu meydâne<br>
Salâdır ehl-i irfâne getirsin cânı kurbâne
Bugün başını merdâne koyan gelsin bu meydâne

Müjde mü’minler size ihsân-ı Rahmândır gelen

Allah’ımıza şükürler olsun, yine bir ramazana kavuştuk. Ramazan tüm ihtişamı ve ihsanlarıyla geliyor. Ramazanın gelişini türlü şekillerde kutluyoruz, sevincimizi farklı biçimlerde paylaşıyoruz.

Ramazanın gelişini anlatan ve niçin sevinmemiz gerektiğini açıklayan şiirler de bu bu biçimlerden biri. Aralarında Derviş Yunus, Üftâde, Aziz Mahmut Hüdâyî, Abdülehad Nurî, İsmail Hakkı Bursevî, Şeyh Ahmed Suzî, Ahmet Remzî Dede ve isimlerini sayamadığım mutasavvıf şairin ramazanı tebşîr eden şiirleri var. Bu ilahilerin büyük bir kısmı da bestelenmiş ve ramazan ilahileri olarak asırlardan beri icra edilmekte ve edilmeye de devam edecek.

Ramazaniye hakkında bir kanaat oluşması için Ahmet Remzi Dede’nin şiirini açıklamaya çalışalım. Ama öncesinde kısaca Dede’yi tanıtalım.

Dile dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Edebiyata Dair Yazılar

Semâdan sırr-ı tevhidi duyan gelsin

Tarikat-i Halvetiyye meşâyihinden, Halvetiyyenin Sivasiyye kolunu kurduğu için pîr olaak anılan devrinin önde gelem mutasavvıf alimleri arasında yer alan, aynı zamanda iyi bir şair olan Abdülehad Nûrî Hazretlerinin (ö. 1651) her dinlediğimde kalkıp peşinden gitme arzusu uyandıran güzel bir nutk-ı şerifi var. Ayasofya cami kürsü şeyhliği esnasında vaaz ederken kendisine kutbiyyet makamı verildiğinde söylediği rivayet edilen ilahinin sözlerini takdim edeyim:

Semâdan sırrı tevhîdi duyan gelsin bu meydâne
Derûn içre bugün Allah diyen gelsin bu meydâne

Görenler nûr-i Gaffâr’ı duyanlar sırr-ı Settârı,
Cihânda şîşe-i ârı, kıran gelsin bu meydâne<br>
Salâdır ehl-i irfâne getirsin cânı kurbâne
Bugün başını merdâne koyan gelsin bu meydâne

Müjde mü’minler size ihsân-ı Rahmândır gelen

Allah’ımıza şükürler olsun, yine bir ramazana kavuştuk. Ramazan tüm ihtişamı ve ihsanlarıyla geliyor. Ramazanın gelişini türlü şekillerde kutluyoruz, sevincimizi farklı biçimlerde paylaşıyoruz.

Ramazanın gelişini anlatan ve niçin sevinmemiz gerektiğini açıklayan şiirler de bu bu biçimlerden biri. Aralarında Derviş Yunus, Üftâde, Aziz Mahmut Hüdâyî, Abdülehad Nurî, İsmail Hakkı Bursevî, Şeyh Ahmed Suzî, Ahmet Remzî Dede ve isimlerini sayamadığım mutasavvıf şairin ramazanı tebşîr eden şiirleri var. Bu ilahilerin büyük bir kısmı da bestelenmiş ve ramazan ilahileri olarak asırlardan beri icra edilmekte ve edilmeye de devam edecek.

Ramazaniye hakkında bir kanaat oluşması için Ahmet Remzi Dede’nin şiirini açıklamaya çalışalım. Ama öncesinde kısaca Dede’yi tanıtalım.

Edebiyata dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Kitap Yazıları

Dersiâmların halka okuttukları üç kitap: Buharî-i Şerif, Şifâ-yı Şerif ve Mesnevî-yi Şerif

Ecdadımız halkın dini sağlam kaynaklardan ve doğru bir şekilde öğrenmesine çok önem vermişler, bu konuda kitaplar yazdırmışlar, müderrislere camilerde halka açık dersler verdirmişlerdi.

Osmanlılarda dersiâmlık müessesi halka dinini doğru bir şekilde öğretmek ve sapkın fikirlerin yayılmasını engellemek için kurulmuştu. Dersiâmlar camilerde halka açık ders verme yetkisine sahip müderrislere verilen bir unvan olup atanmalarına özel önem verilirdi.

Atâî’nin ulemâ biyografisi olan eseri Zeyl-i Şekāik’ında ve Şeyhî Mehmed Efendi’nin Vekāyiu’l-Fuzalâ’sında dersiâm unvanlı birçok âlimden bahsedilmesi XVI. asırdan itibaren dersiâmlık müessesinin yaygınlaştığını göstermekte.

Çocuklara tavsiye edecek kitap bulamıyor musunuz?

Yaz tatili yaklaşıyor. Birkaç hafta sonra okullar tatile girecek. Anne-babalar ve öğretmenler koca yaz boyunca çocuklara okutmak üzere kitap arayışına şimdiden başladılar. Bu konuda öğretmenlere ve anne-babalara yardımcı olacak güzel bir kitap gördüm. Mehmet Akif İnan Vakfı’nın geçen sene (30 Eylül 2023) düzenlediği çalıştayın tutanaklarından oluşan kitabın sonunda 3-13 yaş arasındaki çocuklara tavsiye edilen 500 kitap yer alıyor.

Bir grup çocuk edebiyatı yazarı, editörü, tasarımcısı, yayıncısı, öğretmen ve akademisyenin tavsiyelerinden yola çıkarak hazırlanan Listenin bizim için güzel tarafı hangi derste okutulacağının belirtilmesi ve konusunun dizin olarak verilmesi. Mesela 12 yaşında çocuğunuz var. Felsefe hakkında kitap okumasını istiyorsunuz. Listeye bakıyorsunuz, karşısında Küçük Prens’i görüyorsunuz.

Kitaplara dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Kişilere Dair Yazılar

Okyanusların taşmasına izin vermeyeceğiz

Eskiler,

Mevtin elinden ne civân-ı kavî kurtulur ne pîr-i zebûn
İnna lillahi ve inna ileyhi râciûn

Derlerdi. Kelimenin her iki manasıyla bir pîrimizi, bir büyük dava insanımızı kaybettik. Rıhlet kösü bu defa Alev Alatlı için çaldı ve o da ömür kafilesini toplayıp bir vatanından diğerine göçtü. Allah rıhletini âsân eylesin.

Alev Alatlı ismini ilk defa öğrencilik yıllarımda duymuştum. Onunla ilk tanışmam “Orda Kimse Var mı?” üst başlığı altında yayınladığı dört kitapla olmuştu. Son okuduğum kitapları ise Nasihatnâme adı altında yayınlananlar idi. Bunlar, bize endoktrine edilen Batı hayranlığının tesirini gidermek için Batı’nın ve kapitalizmin gerçek yüzünü anlatmaya hatta öğretmeye çalışan eserlerdi. O eserlerinde, önce Türkiye’yi gündemimize almaya ve meselemiz yapmaya çalıştı. Sonra da bizi o meselenin bir tarafından tutmaya ikna etmek için uğraştı. Başarılı oldu da.

Mehmet Akif ve Mevlana

17 Aralık Mevlana’nın, 27 Aralık da Mehmet Akif Ersoy’un ölüm yıldönümü olduğu için bu ayda bu iki büyük değerimizi muhtelif etkinliklerle anıyoruz.

Alim Kahraman Tutuşmuş Bir Yürek Adanmış Bir Hayat: Mehmet Akif Ersoy kitabında Mehmet Akif’in hayatında Mevlana’nın yerini çok güzel derleyip açıklar. Ben de kitaptan Eşrep Edip ve Mithat Cemal’den de yararlanarak maddeler halinde özetleyeyim.

Mehmet Akif, henüz dört-beş yaşlarında ilk mektep öğrencisi iken bir taraftan Farsça ve Arapça dersleri alırken diğer taraftan evinin yakında bulunan Fatih Camii’nde Hafız Divanı, Gülistan ve Mesnevî gibi eserler okutan Esad Dede’nin derslerine devam eder. Çocukken dinlediği Esad Dede, Ahmet Avni Konuk ve Tahirü’l-Mevlevî gibi Mesnevî şarihlerinin şeyhidir ve devrinin en önemli mesnevihanı olduğunu ilave edeyim.

Çocukluk yıllarında tanıştığı Mesnevi’yle ikinci kez buluşması için uzun süre bekleyecektir.

Kişilere Dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Gezi Yazıları

Kuzey Makedonya'da Bir Osmanlı Kasabası: Kratova

Kuzey Makedonya’nın güzelliklerini maalesef düzenlenen turlarda gidildiğinde görmemiz pek mümkün olmuyor. Turlarda görülen yerler birkaç şehirle sınırlı. Üsküp’e gidilir, kafile birkaç saat serbest bırakılır. Bu arada Türk çarşısı ve köprü gezilir, bir şeyler yenilip içildikten sonra Kalkandelen’e gidilir. Orada Alaca Cami ve Harabati Tekkesi gezildikten sonra Gostivar’in içinden geçilerek Ohri ve Struga’ya gidilir. Ohri’de çarşı ve kale gezilip gölde tekne gezintisi yapılır. Bazı turlar Struga’ya da götürür ancak turlarla giden birkaç kişiyle konuştuğumda Struga’ya gitmediğini öğrenmiştim. Eğer otobüsle gelinmiş ise yol üzerinde Manastır’a da uğranır. Yani hepi topu bir gece kalınıp en çok gezdireni Manastır, Ohri, Struga ve Ohri’yi gezdirir. Oysa Makedonya’da oralara kadar gitmişken mutlaka görmesi gereken birkaç yer daha var.

Osmanlı döneminde bir kaza yani ilçenin nasıl bir yer olduğu görülmek isteniyorsa görülmesi gereken yer Kratova’dır. Bulunduğu konumla uyumlu evlerin bulunduğu mahalleleri, köprüleri, kuleleri ve çarşısıyla tam bir Türk şehridir. Küçük tarihi İtalyan şehirlerine benzettiğim küçük tarihi bir Osmanlı şehri olan Kratova köprüleri de Mostar köprüsüne benzer.

Makedonya’nın en güzel Türk köyü: Bahçebosu

Bir köyün güzel olup olmadığını neye göre belirlersiniz? Karar vermeden önce nelerine dikkat edersiniz? Sizi en çok etkileyen yönü hangisidir, deniz görmesi mi, içinden dere geçmesi mi, dağ köyü olması mı yoksa ova köyü olması mı? Yolların düzgünlüğü, evlerin güzelliği ve bakımına da dikkat eder misiniz?

Ben bir köyün güzel olduğuna karar vermeden önce mutlaka panoramik manzarasına bakarım. Köyler genellikle içine girilmeden önce uzaktan görülür. İlk defa gittiğimiz bir köy ise bu manzara ilk intiba için çok önemlidir. Uzaktan gördüğünüzde bulunduğu çevre ile uyumlu olup olmaması çok önemli. Evler, ağaçlar, taşlar, dereler gibi o coğrafyanın bir parçası olup olmamasına dikkat ederim. Evlerin birbiri ile uyumu da çok önemli tabi. Yükseklikleri ve biçimlerinin mevzun ve mütenasip olması, hatta camii ve minaresinin yüksekliği bile çok önemli. Bunların yanı sıra gidilen köyün bulunduğu yere göre birtakım özelliklerinin olup olmamasına da dikkat edilir.

Gezi yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Sinema Yazıları

Osmanlıca diye bir dil var mı?

Dijital eğlence, dizi ve film platformlarından birinde gündemi oldukça meşgul eden ve çok izlenen bir dizi yayınlandı. Çok konuşulması ve tavsiye edilmesi üzerine ben de işten güçten bunalıp yorulduğum bir vakitte oturup izledim. Kurgusu, senaryosu, kostüm, oyuncular fena değildi. Fevkalade bulmadım ama kötü de diyemem.

Bir otel odasından tarihe yapılan yolculuk ve tarihin seyrini değiştirecek olayları engellemek üzere kurulu film, ideolojik tarafı da olan tarihi polisiye. Bir dizinin ideolojik olmasında sıkıntı yok, her film veya dizi, apolitik olanlar bile, biraz ideolojik değil midir? Ancak ideolojik mesaj vereceğim diye hakikate muhalif olay ve sözler üzerine inşa edildiğinde iş film olmaktan çıkıp propaganda aracına dönüşüyor.

Hollywood'u göklere çıkarmak, genç nesli dolandırmaktır

Sinemayı seven biri olarak Alev Alatlı’nın Suç Ortağı Hollwood Kaan’ın Kitabı (Genişletilmiş 2. Baskı İstanbul: Turkuvaz Kitap, 2021) isimli kitabını görünce hemen edindim ve bir çırpıda okudum.

Alatlı’nın kitabı yazmaya başlaması, anlatılan ve öğretilen Amerikan tarihi ile filmlerde anlatılanların birbirinin zıttı olduğunu fark etmesi ile başlıyor. ABD’yi ve tarihini o kadar bilmesi yetmiyor böyle bir kitap yazabilmek için. Aynı zamanda o kültürün kör bir mümini ve tapacak kadar hayranı olmamak gerekiyor. Alev Alatlı bize bunu gösteriyor.

Kitabı okuyup da Alev Hanım’a hayran olmamak mümkün değil. Çünkü ancak Hollywood üzerine tez hazırlayan birinin bilebileceği kadar detay bilgileri, çok iyi bildiği Amerika tarihi ile harmanlayarak, birbirlerine gönderme yaparak o kadar açık bir şekilde anlatıyor ki okuyup da bana hak vermeyecek kimse, eğer özel bir düşmanlığı yok ise, yoktur. Ayrıca kitabı tam olarak anlayabilmek için iyi derecede İngilizcenin yanı sıra sinema ve Amerikan tarihi de bilmek gerektiğini ilave edeyim. Ya da neredeyse her paragrafta durup ansiklopediye bakacaksınız. O yüzden tek seferde okunacak bir kitaptan daha çok Amerika Tarihi adıyla bir seçmeli dersin kitabı olarak okunacak derinlikte ve genişlikte bir kitap.

Sinema yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Söyleşiler

Baba bu kitabı niye yazdın?

Şemseddin Sivasi'nin Nutk-ı Şerifi

Tasavvufi Halk Edebiyatı - Yunus Emre

ismailgulec.net