Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü

Yunus Emre’nin meşhur şathiyatını duymayanımız yoktur.

Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü.
Bostan ıssı kakıdı, der ne yersin kozumu.

Erik dalına çıkıp üzüm yedim. Bahçenin sahibi beni görünce kızarak yanıma geldi ve bana “Neden cevizimi yiyorsun?” diye çıkıştı.

Bu şathiyat başta Niyazi Mısrî ve İsmail Hakkı Bursevî olmak üzere birçok mutasavvıf tarafından defalarca şerh edildi.

Niyazi Mısrî ise şöyle açıklar beyti:

Meyveler amellerimizdir. Her meyvenin nasıl ağacı varsa her ilmin de usulü ve kendine has kitapları vardır. İlim, usulü dairesince o kitapları okumakla elde edilir. Manevi ilimlerin usulü samimiyet ve gayret, mürşidin himmeti, zikir, az yemek, az konuşmak, az uyumak ve yalnız kalmaktır. Bunun için de dünyayı, ahireti terk ettikten sonra terk etmeyi de terk edeceğiz. Erik şeriat, üzüm tarikat ve ceviz hakikate işaret eder demiştik. Eriğin dışı yeni içi yenmez. Erik gibi olan meyveler amelin zahirine işaret eder. Üzüm ise içi dışı yenen bir meyvedir ve ondan türlü nimetler çıkar. Amelin batınına işaret eder. Kişide türlü hallere neden olur. İçinde küçük de olsa çekirdek olduğu için riya ve bu dünyaya ait durumlar olur. Bu yüzden amelin batınıdır, hakikati değildir. Ceviz ise hakikate misaldir çünkü hem yenir hem de birçok hastalığa iyi gelir.

Kim ne yemek istiyorsa onun ağacına çıkar. Erik isteyen erik, üzüm isteyen üzüm ve ceviz isteyen de ceviz. Erik yemek için üzüme çıkan ahmak ve cahildir. Boş yere zahmet çeker. Yorulduğu ile kalır. Ameli ile ilgili bir sorunu varsa hocalara soracak, fıkıh kitaplarına danışacak. Eğer amelin batınını öğrenecekse onu da mürşide soracak, çünkü o konuları hocalar bilmez. Hakikat ilmini öğrenmek ise mürşid-i kâmil terbiyesi altında olur. Nefsini yok edip, masivadan kurtulup, benliğini en küçük zerresine kadar yıkıp yok ettikten sonra ceviz yiyebilir.

Bahçe sahibi kamil mürşitin “Niçin ceviz yersin” diye sorması “niçin boş yere mücahede edip riyazata kalkışırsın?” Yani kendi kafana göre iş yaparsın, demektir. Bir ağaca çıkarak üç meyveyi de yiyeceğini mi zannediyorsun? Her birinin başka ağacı, başka terbiyecisi var. Git, merteben hangisi ise o ağaçtan ye. Hakikat kamil mürşitlerin mülküdür, istediğini alır, istediğini kovar. Kendi kendine zikir çekip seyr u suluka kalkışmak sahibinden izinsiz bahçeye girip ceviz yemek gibidir. Mürşidsiz tarikat olmaz, rehbersiz yola çıkılmaz. Erik ile üzümü karıştırır ve hasta olur, sapıtır.

Bir diğer şerh

Bu beyitte iki kişi, iki kişinin iki eylemi, bir ağaç ve üç meyve var. Kişiler şair ve bahçe sahibi, şairin eylemleri ağaca çıkıp meyve yemek, bahçe sahibinin eylemi çıkışmak ve cevizimi neden yiyorsun diye sormak. Ağaç erik ağacı. Üç meyve ise erik, üzüm ve ceviz.

İzaha meyvelerden başlayalım. Lütfi Filiz’den özetliyorum:

Burada farklı şerhler var. Birine göre üç meyve aynı olup meyvenin üç haline işaret eder. Erik ekşidir ve ham haline işaret eder. Meyvenin ekşiliği güneşi gördükçe ve bekledikçe, sabrettikçe gider ve tatlılaşır, yani üzüm olur. Koz ise meyvenin içindeki çekirdektir, özdür.

Erik insanın ham halidir, cahilliğidir. Sonra bir mektebe gider ilim öğrenir, bilgili olur. Derviş olup ilm-i ledün tahsil eder, kemâle erer, tatlılaşır. Çekirdek ise öğrendiği ilimdir, bilgidir.

Erik ağacına çıkmak ilim öğrenmenin kolay olmadığına işaret eder. Malum erik dalı gevrektir, basmaya gelmez, hemen kırılır. İlim öğrenmek de ciddiyet ister, özen ister, dikkat ister, çalışmak ve gayret ister. O yüzden bu meyveyi yemek isteyen kişi dalın kırılıp düşme tehlikesini de göze alacak.

İlk aşamayı geçtik, elimizi yüzü çizdirerek, yara bere içinde erik dalına çıktık. Ama bitmedi henüz işlem. Kat edecek daha mesafemiz var. Erik ekşi olur, herkes yiyemez. Ekşiliğine tehammül edenler üzüm yiyebilirler. Üzüm yemek için iki şeye ihtiyacımız var. İlki zahmet, maddi sıkıntı, ikincisi tahammül manevi sıkıntı. Yani dervişliğin maddi yani bedenen ve manevi yani psikolojik zorlukları var. Bedenen zorluklar dünya hayatı için çalışmak, bir çeşit antrenman yapmak demek. Dini hayat için ibadetlerimiz demek, namaz, oruç, zekat, hac gibi. Tasavvufi hayat için ise nafile ibadetler ile tarikine göre değişen zikir, vird gibi uygulamalar demek. Ancak bunları yapanlar emellerine kavuşur. Dünya hayatı için emelimiz, üniversite kazanmak, meslek sahibi olmak, işe girmek, evlenmek, ev-bark sahibi olmak, araba almak. Dini hayat için emelimiz Allah’ın rızasını kazanmak ve cennetine girmek. Tasavvufta gaye insan-ı kâmil olup Allah’ın dostları arasına girmek. Maddi ve manevi sıkıntılara göğüs gerip sabredince emelimize ulaşırız, yani üzüm yiyebiliriz. Maksadımız üzüm yemektir, bağcıyla işimiz yoktur.

İlmin verdiği zevk, adeta sarhoşluk gibidir. Sarhoşluğu veren, içilen mana içkisidir. İlim ve sohbet şarabı ise; kanılmayan, doyulmayan bir şaraptır. İnsanları cennette yaşatır. Bu zevke ulaşıldığında cennetin ne olduğu görülür ve anlaşılır.

Ceviz olmak ise aldığımız tadı başkalarına aldırmak demektir. Kişi, sülukunu tamamlayıp kemale erdikten ve mürşit olduktan sonra erik mesabesinde olan hamları olgunlaştırabilir. Ceviz çekirdek olduğuna göre, her ağaçın da bir çekirdekten çıktığını düşündüğümüzde yeni bir çekirdek olup bizden bir meyve daha çıkartmak demek.

Ağacından düşen bir cevizden yine bir ceviz ağacı çıkar, badem ağacı çıkmaz. Ayrıca, cevizin bir başka özelliği daha vardır: Eğer o ceviz ince kabuklu bir ceviz ise, ondan meydana gelecek ağacın vereceği cevizler de ince kabuklu olur, hiç bir zaman çetin ceviz olmaz. Ama, zeytin böyle değildir. Nasıl olursa olsun, mutlaka deli zeytin (yabani zeytin) verir ve aşılanması gerekir.

Bir ağacın düşüp çürüyen meyveleri çürür, gübre olur ve yine o ağacı besler. Ama, eğer düşen olgun bir tohum, yahut meyve olursa, o zaman iş değişir. Çünkü, bu takdirde ondan yine bir ağaç meydana gelir ve neslin devamlılığını sağlar.

Cevizin dört hali ve dört makam

Cevizin bir özelliği daha var. Bunları anlatabilmek için dinimizi bir cevize benzetirsek; şeriat, bu cevizin yeşil kabuğudur. Bu kabuk cevizi koruyan bir örtü görevi yapar. O örtü olmazsa ceviz yetişemez, korunamaz. Ceviz olgunlaşınca bu yeşil kabuk kurur ve atılır. Yani, insan olgunlaştıkça bu kabuktan sıyrılmaya başlar.

Tarikat, cevizin sert kabuğudur. Onu kırmadan içinden istifade etmek, yani hakikate ulaşmak mümkün olmaz. Eskiden tarikat mensupları kılık, kıyafet ve nişanlarıyla belli olur ve sevenler, görünce itibar ederdi. Şimdi devir değiştiği için, kendisiyle konuşmadıkça kimsenin ne olduğu bilinmiyor. Allah’ın üniformavari giyinişi kaldırmasındaki bir neden de, o kıyafetlerin insanda gurur vesilesi olabilmesiydi. Şimdi Allah yolundan giden, gittiğini sadece kendisi biliyor ve arayan da aradığını buluyor.

Hakikat bu cevizin içidir, yani yenecek, lezzetli kısmıdır. Bunun gelişip, yenir hale gelebilmesi için o kabuklara ihtiyaç vardır. O iki kabuk, içteki özün, diğer canlılardan korunup, olgunlaşmasını sağlar.

Marifet ise, cevizin tümüdür. Nasıl bu anlatılan tabakaların hiç biri, cevizin tümünü temsil edemezse, şeriat, tarikat ve hakikat te tek başına İslamiyeti temsil edemez. Onun için gerçek Müslümanlık; Allah’ın, sıfatıyla görülüp, bilinmediğini, zatıyla bilinip, görülmediğini idrak etmiş olmak ve ameli buna göre icra etmektir. Amelsiz bilginin bir faydası olmadığı gibi, ilimsiz amelin de bir yararı olmaz. İlimsiz amel taklitten ibarettir ki, bugün bizim yaptığımız ibadetlerin çoğu böyledir.

Tasavvufta cevizin örnek alınması yapısından dolayıdır. Bir taraftan kabukları ve içi; şeriat, tarikat, hakikat ve marifeti anlatmaya, diğer taraftan da içinin karşı karşıya gelmiş iki beyin gibi bir yapıya sahip olması; mürşit ve mürit, yahut karı ve koca ilişkisine örnek gösterilmeye uygundur. Karşı karşıya duran bu iki beyin, sanki birbirine endüksiyon yapar gibidir.

Bir diğer şerh

Erik tenimiz ve onu yöneten nefsimiz. Üzüm ise aklımız ve ceviz de rûh-ı sultânîmiz, rûh-ı ilâhîmiz. Nefis sürekli hakikatten uzaklaştırmak ister, hakikate göre hoş olmayan davranışlara, yani ekşi, tatsız işler yapmamızı ister. Üzüm, yani akıl ekşi ile tatlıyı bilir. Ceviz yani rûh-ı sultânî ise Allah’ın üflediği ruhumuzdur. Allah’ın üflemesi iki defa olur. İlki Adem’in yaratılmasında. İkincisi de hepimizin yaratılmasında, anne karnında. Cenin halinde iken, bir et parçası iken bir şey olur ve kalp atmaya başlar. Biz o kalbi attıran elektriğe veya her neyse ona Allah’ın üflemesi, dokunması diyoruz. Doktorlar ise birden çalışmaya başlar, derler. Ayetin devamında ise meleklere hitaben Hz. Adem için “ona secde edin” buyurulur. Secde etmek, hizmetinde olmak demektir. Biz de anne karnında ruh üflendiğinde, yani canlandığımızda, melekler bize hizmet etmeye başlar. İlk hizmet eden melek ise annemizdir. Doğana kadar ve doğduktan sonra büyüyene kadar bize hizmet etmeyen melek kalmaz. Ceviz bu hakikattir.

Tasavvuf hayatında erik şeriat, üzüm tarikat ve ceviz de hakikat ile marifeti temsil eder. Şeriat zordur, paranın bir kısmını fakir fukaraya vermek kolay değil. Sabahın köründe kalkıp namaz kılmak da kolay değil. Tarikat ise bu ibadetleri aşk ile yapmayı öğretir. Çünkü aşk ile yürüyen yorulmaz. Tasavvuf bir işi aşk ile yapmayı öğreten usuldür. İbadetleri aşk ile yapan kişi hangi meslekte olursa olsun o işi de aşk ile yapar. Namazını aşk ile kılan fırıncı ekmeğini de aşk ile pişirir, terzi aşk ile diker, marangoz aşk ile yontar. Aşk ile yapılan her iş ibadet olur ve böylelerinin her anı aşk ile geçtiği için devamlı ibadet halindedirler. Hatta uyurlarken bile.

Ceviz kabuk ve içindeki meyveden oluşur. Kabuk serttir, içindeki değerli olduğu için. Dinimiz ve inancımız da değerlidir ve onu korumak ibadetlere devam etmek ve haramlardan sakınmakla mümkün olur. Çekirdek imandır ve ibadetler imanı koruyan kabuktur.

Kelime-i Tevhîd

Beyti kelime-i tevhid olarak açıklayanlar da vardır. Lâ ilâhe erik, illallah üzüm ve muhammedün rasulüllah ise cevizdir. Kişinin önce erik yemesi, diğer tanrıları yok sayması, üzüm yemesi Allah’ı bilmesi, ceviz yemesi ise Hz. Peygamber’in onun elçisi olduğuna inanmasıdır.

Bu bir yorumdur ve beyti açıklamaktan daha çok kelime-i tevhidi açıklamak için söylenmiş gibidir.

Mesnevî ile şerh etmek

Mevlâna 1207-1273 yılları arasında yaşamışken Yunus Emre’nin 1240-1320 yılları arasında yaşadığı kabul edilir. Mevlana vefat ettiğinde Yunus Emre 30’lu yaşlarının başındadır ve Mevlana’nın sohbetlerinden feyz aldığını kendisi ifade eder:

Mevlâna sohbetinde saz ile işret oldu
Ârif manaya daldı çün biledir ferişte.

Mevlâna Hüdavendigâr bize nazar kılalı,
Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır.

Hakkında anlatılan menkıbelerden sadece birini aktarayım:

“Yunus, Hz. Mevlâna”nın büyük oğlu Sultan Veled ile arkadaşlık etmiş, her ikisi de Mevlâna”dan ders almışlardır. Mevlâna vefat edince Yunus pek perişan olmuş, ardından içli göz yaşları dökmüş, tesellisiz, ışıksız bir ömür sürmeğebaşlamış. O günlerde Mevlâna”nın mübarek merkadi üzerine bir türbe yapılıyormuş. Yunus, inşaatın gönüllü ırgadı olmuş, sabahtan akşama kadar omuzunda taş, tuğla taşıyarak vecd içinde çalışıyormuş. Fakat inşaat devam ederken Konya”yı terk etmeye karar vermiş. Sultan Veled”i ziyaret edip, elini öpüp ayrılacağını bildirmiş.

Sultan Veled de ona, “Git Yunus git… Sen artık türbe değil de gönül binaları yap, diyerek uğurlamış.”

Mesnevî’de üzüm ve ceviz

Mesnevi’nin ikinci cildinde “Sofinin hizmetçiye hayvanı tımar ettirmesini söylemesi, hizmetçinin de “Lâhavle” demesi” başlıklı bir hikaye var. Hikayenin başlarında kendisine hikmetli sözler söylenen birinin hikayenin mecarasına kapılıp hakikatına sağır kalması üzerine şu sözle söylenir:

Fakat ey aziz, sofiyi, suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize, üzüme düşüp kalacaksın? Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç! Eğer sen geçmezsen Tanrı’nın lütfu, Tanrı’nın keremi seni dokuz kat gökten geçirir. Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!

Ceviz ve üzüm burada dünya hayatıdır, nefsin yapmaktan hoşlanacağı şeylerdir. Ceviz çocukların özellikle kış gecelerinde oynadıkları bir oyundur. Çocukların çok sevdiği bu oyun zikredilmekle tüm oyunlar kastedilir. Üzüm ise tatlı olup oyun oynayan çocukların yemişidir. Kışın üzüm olamayacağı için kurutulmuşu bulunur. Burada kastedilen kuru üzümdür. Hem bir şeyler yiyip hem de oyun oynayan çocukların hali tarif edilir ve bu hâl nefsinin arzuları peşinde hayatını sürdürenleri tarif için anlatılır.

Mevlana Hazretleri daha sonra “bizim cismimiz ceviz ile üzümdür” diyerek benzetmesini somutlaştırır ve Allah adamı olabilmek için ceviz ve üzümden yani nefsin heva ve arzularından vazgeçilmesini ister. Kişi bedenin arzuları olan zevk ve eğlenceden vazgeçmedikçe kemale eremeyecektir.

Şimdi Yunus Emre’nin beytine bu gözle bakalım. Bostan sahibi mürşid-i kâmil, erik ağacına çıkan ise yanlış kişilere güvenip eşeği kontrol etmeyen sofi. Bostan tekke, üzüm ve ceviz ise hakikati bilinmeden yapılan ibadetler, zikirler. Bostan sahibinin cevizimi ne yersin diye çıkışması hak etmediği halde derviş olduğunu söyleyenlere çıkışmasıdır. Bunların durumu hikayenin hakikatından kopup çocuklar gibi olaylara takılıp kalanların durumuna benzer. Yetişkin hatta yaşlı da olsalar halleri çocukçadır.

Bir tarikate girip derviş kıyafeti giymekle derviş olunmuyor. Mesnevî’de üzerinde en çok durulan konuların başında şekilcilik gelir. Kılık ve kıyafetle derviş olunamayacağı üzerinde durulur. Yukarıda adı geçen hikaye de dilinden Allah’ın adını düşürmediği halde insanlara kötülük yapanları anlatır. Dolayısıyla mürşidlerin görevlerinden biri de bir nevi muhafızı oldukları yolu haramilerden temizlemektir. Diliyle ve görünüşüyle dervişleri aldatanları tekkeden kovmaktır.

Mevlana’nın hikayeleri, Yunus Emre’nin şiirleri, biçim olarak farklı ancak öz olarak aynı. Şairin dediği gibi maksûd bir.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Üç büyük peygamber ve üç büyük film

02:00 Dünya Sinemasında Peygamberler
06:15 Peygamberlerin Sinemaya Aktarımında Üç Semavi Din Açısından Fark Var mı?
11:30 Dinin Sinema Dili İle İfadesinin Önemi Nedir?
19:00 "Hz. Muhammed ve Çağrı" Filmlerinin Arasındaki Farklar Nelerdir?
22:00 Kutsal Olanı Sinema Diliyle Tasvir Etmenin Zorlukları Nelerdir?
26:30 Kutsalın Tezahürü Nedir?
28:15 Üç Semavi Dinde ve Sinemada Peygamber Tasvirleri Arasındaki Fark Nedir?
31:00 Semavi Diliyle Din ve Peygamberler Öğrenilebilir mi?
40:15 Sinemada ve Kutsal Kitaplardaki Hz. Musa Tasavvuru
42:30 Peygamber Filmleri Vizyona Girdiği Dönemde Nasıl Bir Etki Bıraktı?
44:00 Peygamberlerin Hayatlarının Anlatıldığı Filmler Toplum Tarafından Nasıl Karşılandı?

Nezih Uzel ve Tasavvuf kültür ve musikisine hizmetleri

02:00 Nezih Tuzel ve Tasavvuf Kültürüne Hizmetleri
04:30 Nezih Uzel Kimdir?
07:00 Nezih Uzel-i Değerli Kılan Özellikler Nelerdir?
14:00 Nezih Uzel, Kaydetme Alışkanlığını Nasıl Kazanmıştır?
20:00 Nezih Uzel ve Tasavvuf Kültürüne Hizmetleri
21:30 Nezih Uzel'in Konya İhtifallerine Katılmasının Ne Gibi Katkısı Oldu?
25:00 Nezih Uzel'in Mevlevi Kültürüne Katkıları
28:00 Batı'ya Tasavvufu Tanıtan Kişi "Nezih Uzel"
31:30 Nezih Uzel'in Mevlevi Kültürüne Katkıları
40:00 Sultantepe Özbekler Tekkesi'nin Nezih Uzel'in Hayatında Nasıl Bir Yeri Var?

ismailgulec.net