Sakla kulum beni, saklayım seni

Hayatı hakkında pek bir şey bilmediğimiz Bektaşî şairlerinden biri de Genç Abdal’dır. M. Tevfik Oytan'ın Bektaşîliğin İçyüzü isimli eserinde onun altmış kadar nefesini yer alırlar. Tevfik Oytan'ın ve Sadettin Nüzhet’in verdiği bilgilere göre Genç Abdal bir divan katibi (memur) iken Eskişehir'den gelen Seyyid Gazi ve Sultan Şücâ tekkeleri şeyhleriyle tanışır ve etkilenir. Memurluğu bırakıp Eskişehir'e gider. Eskişehir’de Seyyit Battal Gazi Dergahı ve Seyit Sultan Şüceattin Veli Dergahı inzivaya çekilir. Aruz ve hece ile yazdığı şiirlerinde Gencî ve Genç Abdal mahlaslarını kullanan şairi yakından tanımak için antolojilerde yer alan bir nefesini aktaralım. ‘Sekâhüm’ sırrını söyleme sakın! Sakla kulum beni, saklayım seni Cevher-i zâtını keşfetme sakın Sakla kulum beni, saklayım seni Elde, ayağında, dilde, gözünde Hakkına râzı ol her bir sözünde Cânından içeri kendi özünde Sakla kulum beni, saklayım seni Dizilmiş katara gerçekler, pîrler Hakk’ın emri ile Hakk’a giderler “Hakîkat sırrını söyleme!” derler Sakla kulum beni, saklayım seni Genç Abdal’ım sakla sen seni sende Hak seni saklasın cân ile tende Hak buyurdu “Ben sendeyim, sen bende!” Sakla kulum beni, saklayım seni Genç Abdal’ın hece vezniyle yazdığı ve dört dörtlükten oluşan nefesi sekâhüm sırrı ile başlar. Nefesin nakarat mısraı “Sakla kulum beni, saklayayım seni”dir. Kulun Allah’ı saklaması ve Allah’ın kulu saklaması mecazen olup yolun erkanını ifade eder. Nefesin tamamı okunduğunda ifade edilen anlam kulun Allah’ı bilmesidir. Dışarıdan görenlerin sıradan işler yaptığını zannettiği Bektaşî dervişi aslında Allah’la birliktedir ve bunu nâdânlardan ve hakikâte uzak olanlardan gizlemektedir. Nefeste üzerinde durulan temel konu da budur. Sakla kulum ile kastedilen bir diğer anlam Bektaşî erkânına bağlılıktır. Ancak erkâna ve yola sıkı sıkıya bağlanıldığında Bektâşî olunacağına ve kalınacağına dikkat çekilmiş olmaktadır. Sekâhüm, İnsan suresinin cennettekilerin durumlarının anlatıldığı bölümün 21. ayetinin “Ve sekâhüm rabbühüm şerâben tahûrâ (Rableri onlara temiz bir içecek içirmiştir.)” bölümünde geçer. Bektâşîler bu sekâhüm/içirmiştir ibaresini sembolleştirip anlamlar yükleyerek kültürlerinin önemli bir öğesi haline getirmişlerdir. Sekâhüm lafzı zaman içinde Bektaşilerin Hz. Hüseyin’e olan bağlılıklarını, Kerbelâ’da yaşananlardan dolayı duyulan üzüntü ile yaşatanlara karşı oluşan nefretlerini ifade eden anahtar bir kavrama dönüşür. Her su içişlerinde Kerbela’yı hatırlayıp “Allah’ın selamı Hüseyin’in üzerine olsun, katillerine lanet olsun” derler. Hz. Hüseyin’i sevmek ve ona zulmedenlerden nefret etmek Bektaşîlikte temel düsturlardan biridir. Kerbela’nın yıldönümlerinde on gün boyunca su içmeden oruş tutarlar, süslenip koku sürmezler, traş olmazlar. Süslü elbiseler giymezler, mücevherat takmazlar. İkrar verme ve nasip alma erkanınında canlara şerbet sunulurken “Sekâhüm yâ Hüseyin” denilir. Şerbeti alan da “Selâmullah ale’l-Hüseyin, la’netu’l-llah ale’l-kâtili Hüseyin” sözlerini tekrarlayarak üç yudumda bitirir. Kerbela’da suya kavuşamayan Hz. Hüseyin’e, cennette şaraban tahûra yani temiz içecekler sunulmasına işaret edilir. Şair bu sırrı herkesin anlamayacağını düşünerek bir uyarı ile başlar. Cevher cümle mevcudatın özüdür, hakikatidir. Allah’ın ilminde ezelde var olan suretlerdir, idealardır. Zât bir şeyin kendisi anlamında bir kelime olup aynı zamanda o şeyin hakikati anlamına gelir. Burada insanın kendini bilmesi kastedilmiş olup insanın kendisini keşfetmesi gerektiğine aksi söylenerek işaret edilir. Genç Abdal mürşitlerinden aldıklarını aktarmaya ikinci dörtlükte de devam eder. Bir Bektaşî, eli, ayağı, dili, gözü ve sözü ile Hakk’ın rızasını kazanmaya çalışmalı ve Hak’tan da kendisine ihsan ettiği nimetlerden dolayı razı olmalıdır. El denilerek yapılan işler, ayak denilerek gidilen yerler, dil denilerek gönülden geçenler, göz denilerek de bakılan, görülen şeyler anlaşılır. Bektaşî devrinin yapıp ettiği, gittiği, gördüğü, düşündüğü ve konuştuğu her şey Hakk’ın rızasına ve yolun erkânına uygun olmalı, asla yoldan çıkmamalıdır. Yunus’un “Bir ben vardır benden içeri” dediği gibi dervişin canının içinde de bir başka can vardır. Eline, diline, beline sahip çıktığı müddetçe özü de canı da Hakk’ın nazargahı olur. O yüzden kendisine öğretilenleri tavizsiz bir şekilde muhafaza etmelidir. Üçüncü dörtlükte dervişe, bu yolun erkanını cahillerden saklayarak muhafaza eden Bektaşî pirleri hatırlatılır. Katar birbirinin arkasına sıralanmak anlamında olup burada Bektâşilik silsilesi kastedilir. Gerçekler Bektaşî gülbanklarında da geçen bir kelime olup hakikat bilgisi kastedilir. Pirler de o hakikat bilgisinin taşıyıcılardır. Bir tren gibi birbirine bağlanarak ve art arda gelen pirler, mürşitler hakikat yükünü taşırlar. “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” ayetinin bir çeşit tercümesi olan ikinci dizede bu yükü Hakk’ın emri ile taşıdıklarını söylerler. Genç Abdal hakikat sırrını gizlemenin kendi sözü olmadığını, bu yolun ve erkanının sahiplerinin Bektaşî dervişinden istediklerini hatırlar. Son dörtlükte şair kendisine seslenir. Ele talkın veriyorsun, kendini de ayırma, bu talkınlar senin için de geçerli derken aynı zamanda Bektaşî devrîsi olduğunu da bize söylemiş olmakta. İkinci dize kendisi için yapmış olduğu bir dua. Hakk’ın can ile tende saklaması hem uzun ve sağlıklı bir ömür vermesi dileği hem de cân ile Bektâşîlik ten ile de dervişlik anlaşıldığında Allah seni Bektaşî erkânı üzerinde sabit kılsın, yolunu şaşırtmasın, denilmiş olmakta. Üçüncü dize Bektaşîlikte son makam olup kulun Hak’ta ifnâ olmasına işaret eder. Artık benliğini Hak’ta yok eden Bektaşî dervişi için yapılacak iş bu sırrı ifşâ etmemesi, anlamayanlara ve bilmeyenlere göstermemesidir. Genç Abdal dört dörtlükten oluşan nefesinde Bektaşilikte çok önemli bir husustan bahsetmiş, dervişleri kendilerine emanet edilen hakikat sırları konusunda uyarmıştır, diyebiliriz. Genç Abdal’ın bu uyarılarının cahil ve nâdân olarak tanımlanan Hak’tan ve hakikatten bihaber kimseler ile idrâk edemeyecek olanların yanında konuşulmaması gerektiği gerçeği her tarik için geçerlidir.



Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Orhan Camileri ve Özellikleri

Neden Orhan Camileri? Osman veya Beyazıt, Murat vs değil?
Orhan camilerini nerelerde görüyoruz?
Bu camilerin kaç aded olduğunu konusunda elimizde bilgi var mı? Kaçı günümüze ulaştı?
Orhan camilerinin müşterek özelliği nedir?
Orhan dönemine mahsus başka nelerden bahsedilebilir?
Bu camileri yapan ustalar Türk müydü?
Bu camiler daha sonra yapılacak Süleymaniye cami formuna giden cami mimarisi içindeki etkisi oldu mu?
Orhan camileri arasında kiliseden çevrilen var mıydı?
Çandı adı verilen sistem nedir?
Orhan camilerinin resterasyonu konusunda problemler yaşandı mı?
Orhan cami ile Cuma cami arasındaki ilişki verir?
Orhan camilerinin büyüklükleri arasında ciddi fark var mı?
Yıkılıp yeniden yapılanlar var mı?
Bugün köy camileri mimarisi için örnek olabilir mi?
Orhan camilerinin Cuma namazı kılınması dışında bir işlevi daha var mıydı?

Bir vaaz ve nasihat kitabı: Tenbihü'l Gafilin

Tenbihü’l-Gâfilîn vaaz ve nasihat kitabıdır. Maverâünnehir bölgesinde yaşayan ve Türk olması kuvvetle muhtemel olan Ebü’l-Leys, fakihliği ile öne çıkan ancak temel İslam ilimlerinin hemen her alanında eser vermiş velut bir âlimdir. Ehl-i sünnetten, Hanefi fıkhının en önemli ve öncü isimlerinden bir fakih, müfessir, mütekellim/kelamcı ve aynı zamanda bir sufidir. Semerkant ve Belh’te müderrislik yaptığı, ahlak ve irşada dair konularda vaazlar verdiği de eserlerinin üslubundan anlaşılmaktadır.

Ebü’l-Leys’in eserleri, üslubunun akıcılığı, dilinin sadeliği ve tasnifteki başarısı ile dikkat çeker. Halkın seviyesine inerek anlaşılması zor olan meselelerin daha kolay öğrenilmesini sağlar. Sadece ders vermekle meşgul olmamış halkın da eğitimine önem vermiş bir alim. Kitaplarını ayet ve hadise dayandıran Ebu’l-Leys halkın içinde olmasa böyle bir kitap da yazamazdı. Bu yüzden eserleri Endülüs’ten Endonezya’ya kadar yayıldı ve asırlar boyunca İslâm dünyasının birçok bölgesinde Müslüman toplumların İslâm anlayışlarını ve dinî hayatlarını derinden etkiledi.

ismailgulec.net