Kaygusuz Abdal’ın hüneri: Nimet yemek

Bektaşî edebiyatının öncüsü kabul edilen ve Bektaşi geleneğinin önemli isimlerinden olan Abdal Musa’nın halifesi Kaygusuz Abdal’ın hem aruzla hem de hece vezni ile yazılmış, abdalan zümresinin tasavvuf inancını açıklayan çok hoş ve anlamlı şiirleri var. Hece vezni ile yazdığı şiirlerinden birini açıklamaya çalışacağım. Ama önce Kaygusuz hakkında biraz bilgi verelim. Bilgileri Nihat Azamat’ın yazdığı İslam Ansiklopedisi’ndeki maddeden özetleyeceğim.

Bu büyük şair hakkındaki bilgileri velayatnamesinden ve eserlerinden öğreniyoruz. Onun mürşidi Abdal Musa ile tanışmasına dair anlatılan menkıbeyi özetleyerek naklediyorum.

Abdal Musa ile tanışması

Eserlerinden ciddi bir tahsil gördüğünü anladığımız Kaygusuz’un derviş olmadan önceki mahlası Gaybî’dir. Kaygusuz bilgili olduğu kadar yiğittir aynı zamanda. Bir pehlivan gibi kuvvetlidir ve bir süvari gibi ata biner, ok atar, kılıç kullanır. Çıkmış olduğu avların birinde bir geyik vurur ve geyik kaçar. Takip girer. Geyik Elmalı’daki Abdal Musa dergahına girince peşinden o da dergaha girer ve dervişlere geyiği sorar. Kimsenin geyikten haberi yoktur. Avludaki konuşmaları işiten Abdal Mûsâ Gaybî’yi içeri çağırtır. Şeyhin huzuruna çıkan Gaybî aynı şeyleri söyleyince Abdal Mûsâ, attığı oku tanıyıp tanıyamayacağını sorar. Tanırım demesi üzerine Abdal Musa kolunu kaldırır ve koltuğuna saplanmış oku Gaybî’ye gösterir. Hayretler içinde kalan Gaybî, Abdal Musa’ya o an bende olur ve şeyhinin verdiği Kaygusuz mahlasını kullanır. Kırk yıl hizmetinde bulunduktan sonra şeyhinden aldığı icazetle önce hacca sonra da memleketin birçok bölgesine seyahat eder. Hac dönüşü Mısır’daki Bektaşî dergahını Kaygusuz’un kurduğu rivayet edilir.

Kaygusuz’un abdallığı Abdal Musa’nın müridi olmasından ve mensubu bulunduğu abdallar zümresinden gelir. Yunus’un belki de ilk takipçisi olan Kaygusuz daha çok hece vezniyle yazdığı şiirleriyle bilinir ancak Yunus gibi onun da aruz ile yazdığı şiiirleri daha çoktur. Şiirlerinin temel konusu ise mensubu bulunduğu zümrenin tasavvuf anlayışıdır ve o şiirlerinde bir abdalın nasıl olması gerektiğini anlatır. Kendine has ve dikkat çekici şathiyeleri meşhurdur. Hem manzum hem mensur eserleri özellikle Anadolu sahasında gelişen Türkçe için oldukça önemlidir.

Kaygusuz Abdal bir tarikat olarak Bektaşiliğin teşekkülünden önce yaşamasına ve eserlerinde Hacı Bektaş’ın adı geçmemesine rağmen Rum abdallarının zaman içinde Bektaşilik içinde erimesinden dolayı Bektaşilik içinde önemli bir sima olmuştur. Bunda muhibban-ı ehl-i beytten olması, tevelle ve teberrâdan bahsetmesinin de etkisi olsa gerektir.

Bektaşilik içinde önemini gösteren bir diğer husus onun Hacıbektaş, Necef ve Kerbela ile birlikte Bektaşilikteki dört halife makamından biri olmasıdır. Ayrıca Bektaşi tekkelerinde meydana serilen on iki posttan biri olan nakip postu Kaygusuz’u temsil eder.

Abdurrahman Güzel Kaygusuz Abdal’ın tüm eserlerini hazırlayıp bir arada yayınladı. (Kaygusuz Abdal Külliyatı, Ankara: TDK, 2021) Kaygusuz’un hece vezniyle yazdığı nutuklarından birini Güzel hocamızın hazırladığı kitaptan alıntılıyorum:

Allah Tanrı Yaradan
Günde beş kez cur’adan
Yâr ile yâr olagör
Çıksın ağyar aradan

Gönül bostanın sakın
Su sığırı girmesin
Bekle uçurmayasın
Kağnıyı minâreden

Fil yükün karıncaya
Vurma ki çekebilmez
La’l ü yâkut kıymetin
Umma seng-i hâreden

Özünü âkıl sanma
Sözünü delil bilme
Çünkü kurtaramazsın
Nefsini emmâreden

Âşıklar bu meydanda
Aşık ile baş oynadı
Sen dahi âşık isen
Bakmakıl kenâreden

Dünya vahdet demeklik
Biliş ü yâd demeklik
Uzak hesâba düşme
Geç ko bu şümâreden

Ger insanı sorarsan
Hak’tan gayrı değildir
Sıfatı nûr-ı mutlak
Hırkası dört pareden

İnsan nûr-ı kadîmdir
Hasta değil hekîmdir
Eğer aklın var ise
Anla bu işâreden

Dembedem davul gibi
Damb u dump eylemegil
Mansur’layın olursun
Bilmezsin müdâreden

Özünü bil ki nesin
Hak sende sen kandesin
Hakk’ı bilmek dilersen
Geç bu ak ile kareden

Bu Kaygusuz’un Abdal’ın
Hüneri nimet yemek
Andan artık hüneri
Umma bu bîçâreden (Güzel 2021: 873-874)

Bu nefesin kimi dizelerinin farklı olduğu ve üç dörtlük ilave edilmiş versiyonlarına tesadüf etmek de mümkün. Ancak biz yazılı metni esas aldık ve açıklamalarımızı da bu metin üzerinden yaptık.

Bu arada kendimi bu farklılığın nereden geldiğine dair bir şeyler söylemek zorunda hissediyorum. Kaygusuz Abdal gibi hem mürşid hem de ozan olan şairlerin sözleri asırlar boyunca her yerde okunduğu için aşıkların kimi zaman hatırlayamamaları kimi zaman da o an için daha uygun olduğunu düşünerek akıllarına geleni söylemeleri yüzünden farklılıklar olmakta. Benzer durum sevilen tüm şairlerin şiirlerinde de görülür. Bir diğer neden özellikle son asırda dayatılmaya çalışılan Bektaşî inancına uyulmadığı düşünülen kimi dörtlük veya dizelerin de değiştirildiğini görüyoruz. O yüzden bu tür metinlerde mümkün olan en eski haline ulaşmaya çalışmak çok önemli.

Nefesin açıklaması

Allah, Tanrı, Yaradan, nasıl anarsan an, günde beş defa cür’a iç. Sevgili ile başbaşa kal ve yabancılar aranızdan çekilsin, yalnız kalın.

Kaygusuz nefese çok güçlü ve üst perdeden giriş yapıyor. En sonda söyleyeceğini en başta söyler gibi adeta. İlk dize iki şekilde okunabilir. İlki ve kanaatimce de dizede kastedilen anlamı Allah’ın üç farklı isminin zikredilmesidir. Diğeri ise Allah ve Tanrı’nın yaratan olduğunun hatırlatılmasıdır.

İkinci dizede geçen günde beş kez içilen cür’a ile namaz kastedilir. Bu dize bize namazın nasıl kılınması gerektiğini öğretir. Cür’a yudum anlamına gelmekle birlikte genellikle içki için özellikle kadehte kalan ve en değerli kabul edilen son yudum için kullanılır. Cüra, sarhoşluk vermesi bakımından namaz kılmaya benzetilir ve namaz kılan kişinin mest olup kendinden geçmesi gerektiğini ima eder. Ancak o şekilde kılınan namaz, namaz olur. Dize Hz. Ali’nin kılarken ayağından okun çıkarıldığı namazı hatırlatır. Hz. Ali kendisinden öyle geçmiş ve mest olmuştu ki ayağından çıkarılan okun acısını hissetmemişti. Ancak her vakit böyle namaz kılmak pek mümkün görünmektedir. Bu idealdir ve müminler en azından günde bir vakti böyle kılmaya çalışmalıdır.

Üçüncü ve dördü dizeler bir meclisi tarif etmektedir. Yâr ile kastedilen bu dörtlükte Allah’tır. Allah ile sevgili olmak Allah’ın sevdiği kulu olmak demektir. Bunun için ilk şart Allah’ı sevmektir. Şair, Allah’ı seven ve Allah’ın da kendisini sevdiği kulunu iki sevgiliye benzetir. Dolayısıyla iki sevgili arasına bir üçüncü kişinin girmesi doğru değildir. O yüzden “Allah ile arana kimseyi sokma” veya “kimsenin girmesini istemiyorsan sev ve kendini sevdir” demektedir.

Burada ağyar ile kastedilen Allah’tan gayrı olan her şey ve o şeylere duyulan ilgi ve sevgidir. Kul, Allah ile arasına hiçbir şey sokmamalıdır. Bunun yolu da ondan gayrısınının sevgisini ve ilgisini gönülden çıkarıp atmaktır. Kaygusuz bu dörtlükte bir abdalın kıldığı namazı sevgili ile buluşmaya, namazdan alınan zevki de sevgili ile buluşmanın verdiği sarhoşluğa benzetmektedir.

Gönül bostanını iyi koru, içine manda (camış) girmesin. Kağnının başında bekle ki minareden uçmasın.

Bu dörtlük yukarıda anlatıldığı şekilde namaz kılmanın yollarını tarif eder. Temel şart bostana benzetilen gönle mandaların girmemesini sağlamaktır. Nasıl bir manda bir bostana girdiğinde orayı tahrip ederse Allah’tan gayrıya ilgi duymak da gönlü perişan eder. Dörtlüğün ikinci kısmı ise şathiyat kabilindendir. Dördüncü dizenin kağnı yerine kandil versiyonu da var ancak kandil olduğunda şathiyat özelliği kaybolduğu için kağnı olması daha makuldur. Ayrıca mandadan bahsettikten sonra kağnıdan bahsedilmesi şiirin doğal akışına da uygundur.

Kağnıyı minareden uçurmak sembolik bir ifadedir. Kağnı malum olduğu üzere öküz veya manda tarafından çekilen bir araba çeşididir. Herkes mandayı arabaya koşup süremez. Manda huysuzluk edip boyunduruklarını kırabilir. Şiir bize yapılan bir uyarı olduğuna göre bizden istenen kağnıyı minarede sürmek olmalıdır. Dolayısıyla bu işler minarede kağnı sürmek gibi çok zordur ve herkesin yapabileceği bir şey değildir. Minare ise yüksekliği ifade eder. Burada işin zorluğuna dikkat çekilmekte, bu işlerin zor olduğu, özellikle makam yükseldikçe daha da zorlaştığına dikkat çekilmektedir. Aşağıda kağnıyı herkes sürer, erlik minarede kağnı sürmektir.

Minare aynı zamanda uzun ve ince olmasından dolayı güzel insanların bedenine benzetilir. Allah dostları da güzel insanlardır. Kağnıyı sürmek ise işleri doğru dürüst bir şekilde yapmak anlamına gelir. Bu açıdan düşündüğümüzde ise kağnı arabasını sürmek, gönle Allah’tan gayrıyı sokmadan dünya işlerini evirip çevirmektir. Dolayısıyla Allah dostu güzel insanlar, hayatlarını ve işlerini Allah’tan gayrının sevgisini ve ilgisini koymadıkları gönülleri ile yapar ve yaşarlar, denilmiş olmaktadır. Allah’tan gayrı şeylerin sevgisini koymak ise kağnıyı minareden düşürmek demektir.

Filin yükün karıncaya yükleme, o taşıyamaz. İnci ve yakutun kıymetini de adi taştan bekleme.

Bu dörtlükte de yukarıda anlatıldığı gibi namaz kılmanın ve Allah dostu olmanın zorluğundan ve herkesin bunu başaramayacağından bahsedilmektedir. Fil burada kâmil insana, karınca ise sıradan insana benzetilir. Allah dostu kâmil mürşitlerin yüklerinin yani görev ve sorumluluklarının sıradan insanlar tarafından yerine getirilemeyeceğine vurgu yapılmaktadır. Dörtlüğün ikinci bölümünde benzetme bu sefer değerli taşlar ile adi taşlar üzerinden yapılmaktadır. Kâmil mürşit lal ve yakut gibi değerli taşlara benzetilirken sıradan insanlar da sıradan taşa benzetilir. Hiçbir zaman sıradan bir taş bir yakut veya inci kadar değerli olmaz. Dolayısıyla sıradan insanlar kâmil insanların sorumluluklarını yerine getiremediği gibi onların değerine de erişemez, onlar kadar değerli olamaz.

Kendini akıl zannetme, sözlerini de kesinmiş gibi bilme. Eğer öyle yaparsan kendini nefs-i emmâreden kurtaramazsın.

Öz, Kaygusuz’un şiirlerinde sık kullandığı bir kavramdır ve insanın cevherine, ne olduğuna işaret eder. kendisine işaret eder. “Özin bilen hakîkat Hakk’ı bildi” dizesinde de ifade ettiği gibi kendini veya nefsini bilen Rabb’ini bilir, sözüne benzer sözleri çoktur. Akıl ise insanın bu dünyaya dair olan kısmıdır. İşlerini onunla görür, onunla bilgi sahibi olur. Bu dize her şeyi aklımla bilirim, diyenlere bir uyarıdır. İkinci dize ilk dizenin devamıdır. Akıl yürüterek veya aklınla bildiğin sözlerini mutlak doğru imiş gibi kabul etme derken doğru bildiğimiz yanlışlara dikkat çeker ve aklın bizi yanıltabileceğine işaret eder. Eğer böyle yaparsan şart cümlesini ilave ederek başımıza gelecekleri söyler: Emmâre nefisten yani bize sıradan işleri yapmayı, zevk ve sefa peşinde koşmayı, mal biriktirmeyi sevmeyi ve şehvete düşkün olmaya yönlendiren nefsin elinden kurtulamayız. Emmare olan nefis aklı kullanır ve aklın çıkarımları ile yönlendirir. Kişi de bunu hiçbir zaman anlamaz çünkü aklı ona yaptıklarının doğru olduğuna ikna eder. O halde nefs-i emmarenin elinden kurtulmanın yolu varlığımızı sadece akıldan ibaret olduğunu zannetmemek, aklın yanında bir de suh-ı sultanîmiz olduğunu hatırlayıp ona göre amel etmektir. Bize bunu hatırlatacak olan ise kamil mürşitlerdir.

Âşıklar bu meydanda başlarını top yapıp oynadılar, başlarından yani canlarından geçtiler. Sen de âşık olduğunu iddia ediyorsan kenarda oturup seyretme, çık meydana, sen de oyna.

Abdalan zümresinin tasavvuf anlayışının merkezinde aşk yer alır. Derviş aynı zamanda âşıktır. Bu meydan denilen tasavvuf yoludur, tekkenin meydan-ı şerifidir. Bu meydanda yani tasavvuf yolunda aşkullah için baş vermek nihayi hedeftir. Bunu da aşk ile can u gönülden bile isteye yaparlar. Başını vermek demek başından geçmek yani sahip olduğu her şeyden vaz geçmek demektir. Şair bu hususu açıkladıktan sonra okura seslenir. Herhangi bir müsabakayı izlemekle oynamak bir değildir. Ne kadar izlerseniz izleyin oynayanlar kadar zevk alamadığınız gibi o hali de hiçbir zaman bilemezsiniz. Kenarda seyirci olmak bir tarikate intisap etmemek, bir mürşide bende olmamak halidir. Dolayısıyla sen dahi âşık isen sorusu eğer bir tarike girmek istiyorsan durma, bir kâmil mürşid bul ve yoluna gir, demektir.

Dünya hayatı birlik/vahdete ermek demek ve Allah’ı bilip anmak içindir. Hesabını iyi yap, seni vahdete ermekten uzak düşürecek hesapları bırak.

İlk dize dünyanın tevhit yurdu olduğunu hatırlatır. Bu dünyaya gelişimiz bu vahdeti anlayıp tevhidin sırrını bilmek için olduğunu hatırlatan şair bunun yolunun da ledün ilmini tahsil etmek ve gereğince yaşayarak unutmadığımızı göstermek olarak açıklar. Başka hesaplar yapıp nihayi amacımızdan uzaklaşmamamız gerektiğini söyleyerek dörtlüğü bitirir. Başka hesap derken kastı hem dünyalık için yapılan hesaplar hem de sofuların yaptıkları şu kadar nafile ibadet edersem cennetin şu bölümüne giderim, böyle kasırlarım olur türünden hesaplardır. Oysa bir âşık asla hesap etmez. Çünkü aşkta hesap kitap olmaz. Âşık olan karşılık beklemez ve tüm varlığıyla adar. Yâr bir an olsun aklından çıkmadığı için onu hatırlatacak zikre de virde de ihtiyacı yoktur. Bu aşkın en yüksek derecesidir.

Eğer insanın ne olduğunu soruyorsan Hak’tan başka bir şey değil. İnsanın görünüşü mutlak nurdandır ve hırkası ise dört parçadan oluşur.

Dörtlüğün ilk dizesinde bir soru sorulur: İnsan nedir? İkinci dize ise o soruya verilen cevaptır. Hak’tan gayrısı değil. Bir önceki dörtlükte tevhidden bahsedilmişti ve bu dünyaya gelmekten maksadın vahdeti idrak etmek olduğu söylenmişti. Bu soruya verilen cevap yukarıdaki dörtlükten alınmış. Vahdet veya tevhîd hiçbir şeyi Hak’dan gayrı bilmemektir. Bu varlık aleminin Allah’ın bir izi ve yansıması olduğunu, ondan bir işaret taşıdığını görmek ve bilmektir. Kainatın özü olan insan da cümle mevcudat gibi Hak’tan gayrı değildir ve her daim Hak iledir.

Üçüncü dize insanın sıfatının nur-ı mutlak olduğundan bahseder. Sıfatın birçok anlamı olmakla birlikte burada yüz anlamında kullanılmıştır. Yüzün nur-ı mutlaktan olması Allah’ın özenle yaratmasındandır ve o yüzden yüze vurulmaz, şiddet uygulanmaz. Çünkü insanın yüzünde kutsiyet vardır. Mutlak nur cennette aittir ve insanın asıl vatanı da cennettir. Velayet ve nübüvvet nuru yüzden yansıdığı gibi insan olmaklık nuru da yüzden yansır. Nur-ı mutlak olmak Allah’ın sıfatlarındandır. İnsan yüzünün aydınlığının da Allah’tan olduğuna işaret eder.
Hırkası dört pareden olmak ise aydınlık yüz sahiplerinin durumunu açıklar.

Hırka dervişlerin zühd ve takvâ sembolü olarak giydikleri kıyafet olup biçimi ve rengi zamana, mekâna ve tarikatlara göre değişir. Hırka denilip mecaz yoluyla dervişlik kastedilir. Hırka giymek bir mürşidin önünde diz çöküp söz vermektir. Kaygusuz, Abdal Musa’ya biat ettiğinde kendisine verilen eşyalardan biri de hırka idi. Hırka, şeyhin huzurunda tarikate girilirken verilen sözü hatırlatır ve giymek de sözünden caymadığını fiili olarak söylemektir. Hırka bir takva elbisesidir. Bektaşî kaynaklarının en mühimlerinde biri olan Buyruklarda hırkadan ayrıntılı bir şekilde bahsedilir ve hırkanın imanından, guslünden, namazından, abdestinden bahsedilir. Burada da hırka dervişliğin sembolüdür.

Derviş üzerinde hırka varken asla günah işlemez. Marifet dervişin kıyafetini değil, derisini hırka yapması ve tüm zamanlarda hırkalı imiş gibi davranmasıdır. Bir de mürşidinden halifesine geçen hırka vardır. Bu ise şeyhliğin sembolüdür ve onu sadece şeyh olanlar giyebilir.

Hırkanın dört pare olması ise tasavvudun dört makamına işaret eder. Bunlar şeriat, tarikat, hakikat ve marifettir. Bu dört makama erişmeden yüzde mutkak nur belirmez, şeyh olunmaz. Kâmil mürşid ise hiç olunmaz.

İnsan kadim bir nurdur. O hasta değil, hastaları iyi edendir. Eğer azıcık aklın varsa bu sözlerimden bir şeyler anla.

Kadim ile maksat yaratılışın ilk anıdır. Kaygusuz burada bize insanın ilk yaratılan varlık olduğunu hatırlatır. İlk yaratılan nur, nur-ı kadimdir ve nur-ı Muhammedî olarak da bilinir. Varlık mertebelerinin ilkidir ve diğer varlıklar da bu nurdan yaratılmışlardır. Varlık alemine ise en son insan gelmiştir. Bununla kastedilen insanın bedene bürünüp şekil sahibi olmasıdır. Nur görülmez, gölgesi olmaz. O yüzden bir bedene ihtiyacı vardır. O bedene de ancak kevn ü fesad olan dünya hayatında bürünebilir. Beden ruhun hırkası olur.

Böyle bir nur ile dolu olan insanın yapabileceği şeyler de çoktur. Bunun farkına varan insan kâmildir ve kâmiller de hayvan mesabesinde olan yani ilahî bir varlık olduğunun farkında olmayan insanları dirilten, baki olan hayata döndüren hekimlerdir. Eğer senin de aklın varsa bu anlattıklarımı anla ve gereğini yerine getir diyen şair bir kamil mürşide bende olmamızı tavsiye etmektedir.

Hayatın boyunca boş davul gibi gümleyip durma. Mansur gibi dostu düşmanı ayıramaz isen öldürülürsün.

Kaygusuz bizi uyarmaya devam etmektedir. Davul boş insandır ve davulun sesi nasıl gürültülü ise boş adamın yapıp ettikleri de öyledir. Davulun içi boş olduğu için sesi gür çıkar. İçi boş insanın da sesi çok çıkar. Boş konuşup durur. Ayrıca boş ve faydasız işlerle uğraşıp ömrünü heba etmek anlamı da vardır. Bizi uyardığı ikinci husus dostu düşmanı ayırmaktır. Burada dost bizi Hak yola sevkeden mürşit ve ihvan, düşman ise zevk ve sefa peşinde koşturan, vaktimizi ve naktimizi boş yere harcatan sözde arkadaşlardır. Mansur’u örnek vermesi ise Hallac-ı Mansur’un şeyhi ve aralarında bir zamanlar arkadaşlık yaptığı sufiler tarafından şikayet edilip hapse ve eziyete uğramasından dolayıdır. Dolayısıyla kimlerle arkadaşlık edilmesi konusunda bizi uyarmakta, iki yüzlülerden ve dalkavuklardan uzak durmamız tavsiye edilmektedir.

Ne olduğunu iyi bil. Hak sende, sen neredesin? Eğer Hakk’ı bilmek istiyorsan bu beyaz ile siyahtan geç.

Diğer dörtlüklerde olduğu gibi bu dörtlük de iki kısımdan oluşmaktadır. İlk iki dizede insana özü ve aslı hatırlatılmaktadır. İkinci dize bize yerlere ve göklere sığmayan yaratıcının mümin kulunun gönlüne sığdığını hatırlatarak Allah’ı başka yerlerde aramamızı söyler. Bu dörtlüğün iki dizesidir.

İkinci bölümde ise Hakk’ın farkında olmayanlara yol gösterilmektedir. Hakk’ı bilmek ak ile karadan geçmekle mümkün olacaktır. Burada önemli olan kısım ak ile karanın ne olduğu veya neyi sembolize ettiğidir.

Kültürümüzde ak olumlu iken kara olumsuz anlamda kullanılır. Ancak Bektaşi kültüründe kara Hz. Ali’yi ve onun yolundan gelenleri sembolize ettiği için kutsal kabul edilir. Dolayısıyla burada ak ve kara ile kastedilen bir nesneden farklı bir şey olmalıdır. Akı gündüz, karayı gece olarak düşünüldüğünde yaşam döngüsü anlaşılır ve zahiri hayatından yani biyolojik bir varlık olarak yaşamakla kalma, mertebeni yükselt, denilmiş olmaktadır. Eğer ak ile mutlu mesut günler, kara ile de üzüntü ve sıkıntı içinde geçen günler kastedilmiş ise sevinmeyi ve üzülmeyi artık bırak, denilmiş olmakta. Eğer bir ak ile bir güzelin yüzü, kara ile de saçı kastedilerek bir güzelden bahsediliyor ise mecazi aşk peşinde koşmaktan vazgeç, aşk-ı hakikîye gel, denilmiş, olmakta. Dolayısıyla ak ile karadan anlaşılacak anlam ile dörtlüğün anlamı da tamamlanmış olur.

Bu Kaygusuz Abdal’ın hüneri yemek yemek. Bu çaresiz Kaygusuz’dan bundan fazla bir hüneri yok, ondan bir şey bekleme, isteme.

Kaygusuz üst perdeden konuştuktan sonra sözü yumuşatarak bitirir, kendini alçaltır ve adeta başınızı ağrıttım, kusura bakmayın dercesine kendisinden daha fazla bir şey beklememezi ister. Sanki o sözleri söyleyen kendisi değilmiş gibi konuşur. Bir hüner olarak zikredilen nimet yemek ile kastedileni anlarsak dörtlüğün farklı anlamı olduğunu da görürüz.

Nimet burada iki anlama gelecek şekilde tevriyeli kullanılmıştır. İlk anlamı Allah’ın verdiği nimetlerden yani yiyeceklerden yemektir. İkinci anlamı ise Kaygusuz’un Abdal Musa’ya bende olmakla başlayan hayatı ve sonunda eriştiği makamdır. “Ma’rifetdür yol erinün hüneri” diyen Kaygusuz’a göre ehl-i hüner olmak kişinin eksiğini, noksanını bilmesidir. Kısacası kendisini bilmesidir. Nutuk boyunca da kişinin kendi özünü bilmesine dikkat çekip durmasından burada nimet ile kişinin kendini bilmesini kastettiği açıktır. Bu durumda bundan başka hüneri olmamasından Kaygusuz’u değil dervişliği anlayacağız ve dervişlik için gereken şeyin kendini bulmak ve bilmek olduğunu öğreneceğiz. Çünkü kendimizi anladığımızda marifet sahibi olacağız, vahdet sırrına erip yâr ile birlikte olacağız.

Kendini bilenlerden olmak niyazıyla…




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Arebeskin sosyal ve kültürel temelleri

02:00 Arabeskin Anlatılmamış Hikayesi
03:00 Arabesk Nedir, Nasıl Ortaya Çıktı?
04:00 Arabesk Müzik Türkiye'de Ne Zaman Ortaya Çıktı?
11:00 Arabesk İle Gecekondu ve Göç Arasında Nasıl Bir İlişki Vardır?
13:30 Arabesk Hitap Ettiği Kitle Bakımından Caz ve Blues İle Kıyaslanabilir mi?
16:00 Arabeskin Gelişmesinde Almanya'nın Nasıl Bir Katkısı Oldu?
19:00 Türk Müziğinin Benzersiz Bir Türü: Arabesk
27:00 Mısır'ın Müzik Dünyasındaki Yeri ve Etkisi
31:00 Arap Müziği Türkiye'yi Nasıl Etkiledi?
38:00 Arabeskin Anlatılmamış Hikayesi

Hanya Mevlevihanesi'nden İzmir'e Kevser Şevki'nin İz Bırakan Anıları

02.00 Hanya Mevlevihanesi'nden İzmir'e Kevser Şevki'nin İz Bırakan Anıları
03:00 Hanya Mevlevihanesi'nde Yaşam Kültürü
05:15 Hanya Mevlevihanesi'nden İzmir'e Kevser Şevki'nin İz Bırakan Anıları
08:30 Hanya Mevlevihanesi'nin Kurucusu Kimdir?
13:00 Hanya Mevlevihanesi'nde Yaşam Kültürü
19:00 Hanya Mevlevihanesi'nden İzmir'e Kevser Şevki'nin İz Bırakan Anıları
21:00 Kevser Şevki'nin Kurtuluş Savaşı Hatıraları
26:00 Hanya Mevlevihanesi'nden İzmir' Kevser Şevki'nin İz Bırakan Anıları
30:00 Girit'te Hıdırelles Kutlamaları Nasıl Yapılırdı?
38:00 Kevser Şevki'nin Manisa Mevlevihanesi İle Olan Münasebeti Nasıldı?
41:00 Girit Mevlevihanesi'nin En Önemli İşlevi Nedir?

ismailgulec.net