Niçin üniversiteye gideriz?

Geçtiğimiz günlerde uzun zamandan beri görmediğim bir arkadaşımla karşılaştım. Epeydir görüşmemenin verdiği hasretle sohbet ederken laf lafı açtı ve konu doğal olarak çocuklara geldi. Birbirimize çocuklarımızın okulunu sorduk. Oğlu, Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanmış, iki yıl okuduktan sonra ayrılıp bir başka devlet üniversitesine geçmiş. Orada da iki sene devam ettikten sonra mezun olmadan orayı da bırakmış. Büyük bir yazılım firmasında departman sorumlusu olarak çalışıyormuş. Yanında da üniversite mezunu, hatta yüksek lisans yapmış mühendisler çalışıyormuş.

Arkadaşla ayrıldıktan sonra zihnimde “Üniversiteye gitmeden üniversite mezunlarına idarecilik yapmak veya onların üniversitede öğrendiği işi öğrenmek mümkün ise neden üniversiteye gidilsin?” sorusu dolaşıp durdu. Gerçi ABD’de üniversite yöneticilerinin gençlerin ilgisizliğinden dolayı dört yıllık süreyi üç yıla indirmeyi tartıştıklarından haberdardım. İngiltere’de üniversite tahsili için gelen yabancı öğrencilerin sayısında %25’lik bir düşüş olduğunu da bir yerlerde okumuştum. Ülkemizde de her yıl üniversite sınavını kazandığı halde gitmeyen binlerce öğrenci olduğunu da biliyordum.

Günümüzde öğrencilerin önemli kısmı üniversiteye geçimlerini sağlayacakları bir meslek sahibi olmak için gidiyorlar. Bu durumda akla şu soru geliyor: Üniversiteler meslek öğreten kurumlar mıdır? Bu soru bir kenarda dursun.

TUİK’in hazırladığı “Lisans mezunlarının eğitim ve öğretim alanları ile uyumlu bir meslek grubunda çalışma oranı” başlıklı tabloda Sanat ve Beşeri Bilimler’den mezun olanların oranı %51, Doğa Bilimleri ve Matematik’ten mezun olanların oranı %43, Sosyal Bilimler, Gazetecilik ve Enformasyon’dan mezun olanların oranı %19 olarak verilmiş. Bu tablodan adı geçen bölümlerden mezun olanların yarısının veya daha fazlasının mesleğini icra etmediği anlaşılıyor. Bu oranların her yıl arttığını ve mesleğini yapmayan mezunların oranların yükseldiğini de ilave etmeliyim.

Bu sonuçlar bize üniversitelerin tıp, diş hekimliği, kimi mühendislik ve öğretmenlik alanları dışındaki bölümlerin meslek sahibi olmak için tercih edilme oranlarının gittikçe azaldığını gösteriyor. Mesleği icra etmek için diploma istemeyen bölümlerde bu oran daha da fazla. Bu durumda yukarıda sorduğumuz soruyu değiştirerek bir kez daha soralım: Meslek sahibi olmak için üniversiteye gitmek şart mıdır?

Dünyada ve ülkemizde gördüğümüz manzara karşısında bu soruya maalesef hemen evet diyemiyoruz. Üniversiteye gitmeden bir şeyler öğrenmenin yolları ve imkanları arttı. Arkadaşımın oğlu gibi, birçok öğrenci okulu bırakıp kendilerini yetiştirdikten sonra iş hayatında kendilerine bir yer bulabiliyorlar.

Üniversite ve meslek eğitimi bahsi bir başka tartışma konusu olduğu için ben daha genel bir soruya cevap arayacağım. Bir üniversiteye neden gidilir?

İlk Nesil Üniversiteler

Üniversitenin kurulduğu ve geliştiği Geç Orta Çağ döneminde üniversitede üç bölüm vardı: İlahiyat, hukuk ve tıp. İlahiyata din adamı olmak için gidilirdi. Hukuk ise hem kilise hukuk hem de seküler hukuk öğrenmek için tahsil edilirdi. Tıp ise doktor olmak için gidilirdi ve mezunları doktor olup mesleklerini icra ederlerdi.

İlk üniversitelerde öğrencilerin üniversiteden bekledikleri bir şey daha vardı: Centilmen olmak. Şövalye olmak isteyenlerin amaçlarından biri de buydu. Sadece bir mesleği öğrenmek yetmezdi. Sıradan insanlardan farklı olarak bir beyefendi gibi düşünmeyi, davranmayı ve yaşamayı da öğrenmek isterlerdi. Bu aynı zamanda aynı kandan gelmedikleri hiçbir zaman geçemeyecekleri asiller sınıfına yaklaşmanın yegâne yoluydu. Bunu da meslekî eğitimden önce aldıkları liberal arts adı verilen derslerle sağladılar.

İlk üniversitelerde sadece üç bölüm varken Almanlar, 19. asırda mühendislik, doğa ve sosyal bilimleri de üniversite çatısı altına aldılar ve mesleği üniversitede öğretmeye başladılar. Ancak bunu yaparken bir şey daha yaptılar. Eğitimli ve entellektüel anlamda elit bir orta sınıf oluşturmak. Alman modeline göre üniversite ekonomik çıkarlardan bağımsız bir eğitim vermeli, iş odaklı olmamalı, milli kültür ve edebiyatı da öğretilmeliydi.

Geçen asrın önemli düşünürlerinden Jose Ortega y Gasset, bilgi sahibi olmak ile kültür sahibi olmanın aynı anda olması gerektiğine dikkat çekmişti. Çünkü kültür insan ruhunu yetiştirmenin adıdır. Fikir sahibi olmadıkça insan gibi yaşayamazdık. Bilim çok önemliydi ama ondan daha da önemlisi insan hayatı ve varlığıydı. Ona göre insan bütündür ve kendisinin bir parçası olan mesleğine sığmaz.

Kapitalizm kuralları değiştirdi

Üçüncü nesil ABD üniversitelerinde ise durum daha karmaşık bir hal aldı. Devlete bürokrat yetiştiren ilk nesil üniversitelerden, araştırmacı yetiştiren ikinci nesil üniversitelerden sonra meslek ve zanaat öğretiminin de üniversite çatısı altına alındı. İlk nesil üniversitenin beyefendi yetiştirme misyonu yurttaş yetiştirmeye evrildi. Büyük üniversitelerde ise meslek eğitimi yanında entelektüel ve beyefendi olmaya önem verilmeye devam edildi. Öğrenci ve hoca kulüpleri ile üniversitede oluşturulan iklim bunu sağlamak içindi.

Geldiğimiz noktada üniversite tercihinde aranması gereken özellikler şöyle oldu.

1. Seçilecek bölümün prestijli bir geçmişi olması
2. Akademik kadrosunun ve fizikî imkanların yeterli olması
3. Gelenek ve yeniliğin bir arada bulunması ve harmanlanması
4. Pratik bilginin çok iyi öğretilmesi, öğrenciyi hem meslekî hem de insanî bakımından iyi yetiştirmesi.
5. Dünya vatandaşı olarak sorumlu bireyler yetiştirmesi.
6. Entelektüel olma imkanlarını sağlaması
Maalesef bu şartları sağlayan üniversite sayısı çok değil. Sağlamayan bir kurumun adı üniversite olsa bile verdiği eğitimin üniversite eğitimi olup olmadığı konusu her zaman tartışma konusu olacaktır.

Şartları sağlayan bir üniversite ise öğrencilerine üç temel konuda yeterlik ve yetkinlik kazandırmaya çalışır.

1. Meslekî bilgi ve beceri
2. Akademik bakış açısı ve bunun sonucu
a. Akademik düşünme ve bilgi üretme becerisi, eleştirel ve analitik düşünme,
b. Liderlik, bağımsız ve birlikte hareket edebilme, sorumluluk alabilme, kültürel farkındalık, öğrenmeyi yaşam boyu sürdürme,
3. Entelektüellik ve beyefendilik ile topluma karşı sorumluluk hissi.

Özetle, evrensel niteliklere sahip bir üniversite, öğrencilerine sadece bir mesleği öğretmekle kalmaz, aynı zamanda hayata karşı bir duruş sahibi entelektüel olabilme ve topluma katkıda bulunabilme imkânlarının farkına varmasını da sağlar.

Bize gelecek olursak, bizde durum çok farklı.

İlm okumak bilmeklik kendözini bilmektir
Pes kendözün bilmezsen bir hayvandan betersin

Diyen Yunus Emre’miz var iken bir üniversitenin görevini uzun uzun anlatmaya gerek var mı? Mesleği herkes öğretiyor, her yerde öğreniliyor. Bize kendi özümüzü, ne olduğumuzu, insanı ve doğayı öğretsin, yeter.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Mehmet Akif Ersoy ve musiki

02.00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü ve Bestelenmiş Şiirleri
03:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki İle İlişkisi Nasıl Başladı?
07:00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
08:30 Mehmet Akif Ersoy İle Neyzen Tevfik Nasıl Tanıştı?
11:00 Mehmet Akif Ersoy'un, Neyzen Tevfik İle Olan Dostluğu
15:15 Mehmet Akif Ersoy, Musiki Alanında Kimlerden Ders Aldı?
18:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
21:10 "Mehmet Akif Ersoy, Ölmeden Önce Musiki Üstadı Olarak Tanınıyordu"
27:30 "Musiki, Tüm Varlığın Anladığı Bir Dildir"
30:30 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Meclislerindeki Rolü
33:15 "Mehmet Akif Ersoy, Musiki Meclislerine Değer Katan Bir Kişiliktir"
37:30 Mehmet Akif Ersoy'un "Sait Paşa İmamı" Şiiri ve Bestelenme Öyküsü

Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-Nüfûs’u

Müzekki’n-Nüfus’un en çok okunan halk kitapları arasında olmasının nedeni rehber kitap olması, dilinin sade ve anlaşılır olması, inşa edilmeye çalışılan milleti irşat etmesi.

Sanat endişesinden uzak, müridlere doğrudan doğruya tasavvufî-ahlâkî hakikatleri anlatma gayesini taşıyan Müzekki’n-nüfûs, geniş halk tabakasının kolayca anlayabileceği şekilde sade bir Türkçe ile yazılmış ve tasavvufun halk arasında yayılmasında önemli hizmet görmüştür. Müellifin Osmanlı döneminde Anadolu’da kurulan ilk tarikatlardan biri olan Eşrefiyye’nin pîri olması dolayısıyla kitabın Türk tasavvuf ve düşünce tarihinde ayrı bir yeri vardır. Yeni sayılabilecek herhangi bir görüşe yer verilmemekle beraber tasavvufun temel konularıyla tarikat terbiyesinin esaslarını başarılı bir üslûpla özetleyen Müzekki’n-nüfûs, yazıldığı devirden itibaren Muhammediyye ve Envârü’l-âşıkīn gibi geniş halk toplulukları tarafından benimsenmiş, daha sonraki devirlerde kaleme alınan bu tür eserlere örnek teşkil etmiştir.

ismailgulec.net