Bir sualim var sana ey dervişler ecesi

Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre’nin Hacı Bektaş Velî’nin Makâlât’ını özetlediğini söylediği güzel bir ilâhisi var. Kanaatimce bir müslümanı tarif eden ve müslümanlığı dört makam üzerinden anlatan bu ilahi, devrinin İslam anlayışını aktarıyor. 13. asırda Batı Anadolu’da göçmen Türk boylarına Türkmen kocaları tarafından öğretilen İslam anlayışının kısa bir özeti hatta özü denilebilir. Dolayısıyla bugünün anlayışından yola çıkarak Yunus’un tarikati hakkında bir iddiada bulunmak yerine dönemin genel inancını yansıttığını düşünmenin daha doğru olacağı kanaatindeyim.

Yunus’u ve devrinin müslüman modelini yansıttığını düşündüğüm ilahiyi anladığım kadarıyla açıklarsam ne demek istediğim sanırım daha iyi anlaşılacak.

Orhan Kemal Tavukçuoğlu neşrinden günümüz imlasına dönüştürerek alıntıladığım ilahi bir soru ile başlıyor.

Bir suâlim var sana ey dervişler ecesi
Meşâyih ne buyurur, yol u haber nicesi

Ey dervişlerin ulusu, büyüğü, tarikatın ulularının size bir soru sormak istiyorum. Bu yolun uluları, şeyhleri bu konuda ne der, bu nasıl bir şeydir, yolu yordamı nedir, öğrenmek istiyorum.

Yunus burada, tarikate yeni girmiş bir derviş rolüne bürünüp şeyhine soru sormaktadır. Meşayih ile kastedilen devrin önde gelen mutasavvıfları ile daha önceki devirlerde yaşamış büyük mutasavvıflardır. Yol ile tarikat, haber ile de tarikatin âdâb ve erkânı kastedilmektedir.

Ver sualime cevap tutalım olsun sevap
Şu'le-i cân gösterir aşk evinin bacası

Soruma tuttuğumuzda bize sevap kazandıracak bir cevap ver. Sen de bilirsin, aşk evinin bacasını can alevleri gösterir.

Verilmesi istenen cevap, sorana sevap kazandıracak mahiyette olmalıdır. Yani dinin emir ve yasakları ile farz ve sünnetlerine uygun olmalıdır. Yunus ilahi boyunca temsili teşbihlere başvurur. Burada ocağında ateş yanan ev bacasından belli olduğu gibi derviş de hareketlerinden belli olur. Bu beyitte can, yanan bir ateşin alevlerine, ev de aşka benzetilmektedir. Bacadan tüten dumanlar ise aşk derdiyle yanan dervişin inlemeleri ile tutum ve davranışlarıdır. Bu tutum ve davranışlar ise haramlardan sakınmak ve helallere tutunmaktır.

Evvel kapı şeriat emri nehyi bildirir
Yuya günahlarını herbir Kur'ân hecesi

Bunun dört kapısı vardır. İlki helal ve haramları bildiren şeriat kapısıdır. Kuran’a göre yaşarsak her bir ayet bizim işlediğimiz bir günahi temizler ve bizi bir günah işlemekten kurtarır.

İlk iki beyitte tâlip sorusunu sormuştu. Bu ve bundan sonraki beyitlerde ise mürşid sorulan soruya cevap verir.

Dört kapı ve kırk makam devrin tasavvuf anlayışının özetidir. Şeriat ilk kapıdır ve temelini dervişin yapması ve yapmaması gereken hususlar teşkil eder. Bu kurallar ile kişi günahlardan arınır. Ayrıca kuralların kişiyi günah işlemekten koruduğu şekilde de anlaşılır. Kuran’ın her bir hecesi ile kastedilen ayetlerdir. Ayet ile ayetin işaret ettiği mana kastedilir ve şeriat kapısındaki derviş Kuran’da ifade edilen hususlara karşı son derece duyarlı olmalıdır.

İkinci tarikattır kulluğa bel bağlaya
Yolu doğru varanı yarlıgaya hocası

Dervişliğin ikinci kapısı tarikattır. İyi bir kul olmaya çalışıp doğru yola varan dervişi Allah da şeyhi de affeder.

İkinci kapı tarikattir ve hedef iyi bir kul olmaktır. Bunun yolu da doğru yola girmek, sapkın ve batıl çıkmaz yollara dalmamaktadır. Böyle olduğunda hem Allah Teala hem de mürşid-i azizi dervişi merhametiyle kuşatıp lütuflarıyla mükafatlandıracaktır. Beyitten o devirde kişiyi baştan çıkaran sapkın tariklerin olduğu anlaşılıyor. Yunus ise dervişleri bu konuda uyarır.

Üçüncü marifettir can gözü gönül açar
Bak mâna sarayına arşa değin yücesi

Dervişliğin üçüncü kapısı marifettir. Marifet dervişin can gözünü açar. Mana sarayının arşa değen tavanına bak da can gözünü ne kadar açtığını anla.

Üçüncü kapı marifettir. Bu kapıyı açıp içeri giren derviş yaptığı ibadetlerin ve yola hizmetinin karşılığı olarak terakki eder ve basar sahibi iken basiret sahibi olur. Artık olayların zahirinden batınına doğru nüfuz etmiştir. Bu âlemde arşa kadar ne varsa hepsini görür, bilir. Can gözü gönül gözü demek olup eşyanın hakikatına vakıf olmak demektir.

Dördüncü hakikattir her kim eksik bakmaya
Bayram ola gündüzü Kadir ola gecesi

Dervişliğin dördüncü kapısı hakikattir. Kimsede kusur görmeyen, eşyayı ve olayları olduğu gibi gören hakikat ehlinin gündüzü bayram gecesi Kadir gecesi gibidir.

Dördüncü ve son kapı hakikattir. Diğer üç kapıdan layıkı ile geçen kişi bu kapıya geldiğinde artık kemale ermiş bir arif-i billah olmuştur. Böyle kimselerin her anı mutluluk vericidir ve daimi zevk içindedirler. Bu durum onların başlarına hiçbir dert veya musibetin gelmediği anlamına gelmez. Gelen musibet ve dertleri muhabbetle kabul edip mihneti zevke dönüştürme hünerine sahip olduklarını gösterir.

Bu şeriat güç olur tarikat yokuş olur
Ma’rifet sarplık durur hakikattir yücesi

Birinci kapı olan şeriate uymak zordur. Tarikat yolu da yokuştur ve çıkması zordur. Marifet ise sarp bir kayalıktır ve geçmesi çok güçtür. Zirvede ise hakikat vardır ve oraya erişmek daha da zordur.

Şair beyitte temsili teşbih ile dört kapıdan geçmeyi bir dağa tırmanmaya benzetir. Zirvesiye yaklaştıkça yolların daralıp yürümenin zorlaştığı bu yolculukta zirveye çok az kişi çıkabilir. Zirve halikattir ve hakikat ehli diğerlerinden daha azdır. Kolay olsa herkes çıkar ve hakikat ehli olurdu.

Dervişin dört yanında dört ulu kapı gerek
Kancaru bakar ise gündüz ola gecesi

Derviş olan kişinin dört yanında önünde, arkasında, sağında ve solunda dört kapı vardır. Her ne tarafa bakarsa gecesi gündüz olur.

Burada dört kapının devamlı olduğu ifade edilir. Halikat ehli olan için de şeriat ve tarikat kapıları durmaktadır. Gecenin gündüz olması darda kaldığında düze çıkması demek olup kemal sahipleri darda kaldığında ferahlar, zora düştüğünde işleri kolaylaşır. Yani bu dünyanın sıkıntısını çekmez. Çünkü diğer insanlara sıkıntı ve ders gibi gelen haller onlar için zevktir. Baktığı yeri gündüz etmeleri bulundukları yeri aydınlatan birer rehber olmalarına da işaret eder.

Ana varan dervişe iki cihan keşf olur
Onun sıfatın över ol hâceler hâcesi

Bu dört kapıyı geçip zirveye erişen dervişe her iki alemin sırları ayan olur. O dervişin sıfatlarını ise hâcelerin hâcesi över.

Hâceler hâcesi ile Hacı Bektaş kastedildiği düşünülür. Ancak Taptuk Emre veya Hz. Peygamber’i de kastetmiş olması ihtimal dairesindedir. Şeyhi, eğitimini başarılı bir şekilde tamamlayan dervişi över, tebrik eder. Yunus, bir tarikat kocası olarak konuştuğu için hakikat tepesine tırmananları takdir etmiş olmaktadır.

Dört hal içinde derviş gerek siyaset çeke
Menzile ermez kalır yol eri yuvacası

Bu dört hâlde derviş türlü eziyet ve sıkıntılara katlanır. Tembel ve ihmalkar yolcular yani vazifelerini yerine getirmeyenler menzillerine yani amaçlarına ulaşamazlar.

Derviş hakikat tepesine tırmanana kadar türlü eziyetlere ve sıkıntılara maruz kalır. Bunun nedenlerinden biri bir nimete sahip olmak için ödenen bedel iken bir diğeri de imtihandır. Derviş bunu bilir ve ona göre davranır. Bu yolda görevlerini yerine getirme konusunda gevşek davranan ve hakkıyla yerine getirmeyenlerin menzile yani hakikate ulaşamayacakları ile de dervişin her an uyanık olmasına ve sorumluluğunu unutmamasına dikkat çekilir.

Kırk kişi bir ağacı dağdan indiremeye
Ya bunca mürîd muhîb Sırat nice geçesi

Kırk kişi bir olup bir ağacı dağdan indiremez iken bu kadar derviş ve hevesli kişi Sırat köprüsünü nasıl geçecek?

Yunus maksadını yine bir benzetme ile aktarır. Sırat köprüsünden geçmenin zorluğunu dağdan odun indirmeye benzetir. Devrin insanları için, birkaç ton gelen bir ağaç gövdesinin taşınmasının zorluğu bilindiği için Yunus, Sırat köprüsünden geçmenin ondan da zor olduğunu hatırlatarak uyarmaktadır.

Küfrün atarken sakın imânın urmayasın
Yoksa sırsız güvecin sebil olur güveci

Küfrü terk ederken imanına zarar vermeyesin. Yoksa sırlanmamış güveçte pişen yemeğin ortalığıa dökülür.

Orhan Kemal Tavukçu neşrinde olmayan bu beyitte güveç pişirmeden önce toprak tencere olan güvecin iyice sırlanması gerekmesi ile gönülden küfrün atılıp iman ile doldurulması arasında bir benzerlik kurulmaktadır. Güveç topraktan yapılmış bir kap olup kullanmaya başlamadan önce yağlanmazsa fırına girdiğinde çatlayıp kırılabilir ve yemek mahvolur. Kişi de bir güvece benzeyen gönlünden küfrü atıp iman ile doldurmadan önce sırlamaya yani eski inançlarından eser kalmamasına dikkat etmelidir. Aksi takdirde gönül güveci patlar ve kişi tam manasıyla mümin olamaz.

Dört kapıdır kırk makam yüzaltmış menzili var
Ona’rene açılır vilâyet derecesi

Bu yolun dört kapısı, kırk makamı ve yüz altmış menzili var. Vilayet derecesine bu yüz altmış menzili geçen erebilir.

Burada dört kapı ve kırk makam açık iken yüz altmış menzilin ne olduğu müphemdir. Yüz altmış dörde böldüğümüzde kırk çıkar. Yani kırk makamdan her birinin ayrıca dört menzili vardır. Bu menziller ana kapılar gibi şeriat, tarikat, hakikat ve marifettir. Mesela şariat kapısının ilk makamı iman etmektir. İmanın da dört menzili vardır. İlki lafzen kelime-i şahadet getirmektir. İkincisi dil ile söylenen sözü gönle indirmektir, yerleştirmektir. Üçüncüsü gönle yerleşen imanın gereği gibi yaşamaktır. Dördüncüsü de bunu vücudun tüm azalarına yayıp her zerresiyle iman etmektir.

Bu şekilde kırk makamın dört menzili vardır ve bu menziller sırayla geçilmedikçe kemale erilmez. Her makamın bir kemali olduğu gibi her kapının da kemali vardır.

Âşık Yunus bu sözü muhâl diye söylemez
Mana yüzün gösterir ol şairler kocası (Tavukçuoğlu 2022: 444-445)

Aşık Yunus yapılamayacak şeyleri söylemez. O şairlerin büyüğü gerçek müslümanlık ve dervişliğin ne olduğunu bize gösterir, öğretir. Burada bir başkasından bahseder gibi kendisinden bahseden şair şiirinin ne olduğunu bize kendisi açıklar. Onun bu ilahisi dervişliğin mana yüzünü gösterir, yani görünen kısmı dışında bir de görünmez kısmı olan dervişliğin ne olduğunu anlatır.

Bu ilahi birçok bakımdan değerlendirilebilir. Ben Yunus Emre’nin müslüman tarifi olarak okudum. Ona göre her müslüman aynı zamanda derviş olmayı amaçlamalı ve kendini geliştirip aşmanın yollarını bulmalıdır. Bir dağa tırmanmaya benzetilen dervişlik her müslümanın altından kalkabileceği bir şey değildir. Ancak gücümüzün yettiği kadar dağa tırmanmaya çalışmak görevimiz olmalıdır.

Bize düşen tırmanmaya çalışmaktır, zirveye çıkmak değil, vesselam.

(Yunus Emre Divanı, haz. Orhan Kemal Tavukçuoğlu. İstanbul: Vakıfbank Yayınları, 2022)




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Mehmet Akif Ersoy ve musiki

02.00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü ve Bestelenmiş Şiirleri
03:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki İle İlişkisi Nasıl Başladı?
07:00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
08:30 Mehmet Akif Ersoy İle Neyzen Tevfik Nasıl Tanıştı?
11:00 Mehmet Akif Ersoy'un, Neyzen Tevfik İle Olan Dostluğu
15:15 Mehmet Akif Ersoy, Musiki Alanında Kimlerden Ders Aldı?
18:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
21:10 "Mehmet Akif Ersoy, Ölmeden Önce Musiki Üstadı Olarak Tanınıyordu"
27:30 "Musiki, Tüm Varlığın Anladığı Bir Dildir"
30:30 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Meclislerindeki Rolü
33:15 "Mehmet Akif Ersoy, Musiki Meclislerine Değer Katan Bir Kişiliktir"
37:30 Mehmet Akif Ersoy'un "Sait Paşa İmamı" Şiiri ve Bestelenme Öyküsü

Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-Nüfûs’u

Müzekki’n-Nüfus’un en çok okunan halk kitapları arasında olmasının nedeni rehber kitap olması, dilinin sade ve anlaşılır olması, inşa edilmeye çalışılan milleti irşat etmesi.

Sanat endişesinden uzak, müridlere doğrudan doğruya tasavvufî-ahlâkî hakikatleri anlatma gayesini taşıyan Müzekki’n-nüfûs, geniş halk tabakasının kolayca anlayabileceği şekilde sade bir Türkçe ile yazılmış ve tasavvufun halk arasında yayılmasında önemli hizmet görmüştür. Müellifin Osmanlı döneminde Anadolu’da kurulan ilk tarikatlardan biri olan Eşrefiyye’nin pîri olması dolayısıyla kitabın Türk tasavvuf ve düşünce tarihinde ayrı bir yeri vardır. Yeni sayılabilecek herhangi bir görüşe yer verilmemekle beraber tasavvufun temel konularıyla tarikat terbiyesinin esaslarını başarılı bir üslûpla özetleyen Müzekki’n-nüfûs, yazıldığı devirden itibaren Muhammediyye ve Envârü’l-âşıkīn gibi geniş halk toplulukları tarafından benimsenmiş, daha sonraki devirlerde kaleme alınan bu tür eserlere örnek teşkil etmiştir.

ismailgulec.net