O hırka bildiğimiz hırkalardan değil

Hırka, sözlüklerde “kumaş parçası, yamalık; yamalı ve eski elbise” anlamına gelir. Tasavvuf dilinde ise dervişlerin giydikleri özel elbisenin adıdır. Erken dönemlerde zühdün sembolü olan hırka tarikatların ortaya çıkması ile zühd ve takvâ sembolü olarak giyilmeye başlandı. Tarikatına, zamana ve mekâna göre zamanla değişti ve pek çok çeşidi ortaya çıktı.

Her şeyin olduğu gibi hırkanın da hakkını veremeyenler oldu. Hırka giymekle derviş olduklarını sananları Yunus Emre şu dizelerle uyarır:

Dervişlik dedikleri
Hırka ile taç değil
Gönlün derviş eyleyen
Hırkaya muhtaç değil

Hırkanın ne suçu var
Sen yoluna varmazsan
Vargıl yolunca yürü
Er yolu kalmaç değil

Kızılbaş Alevilerinin temel kaynaklarından biri belki de birincisi olan Şeyh Sâfî Buyruğu’nda hırkanın üzerinde durulur ve taliplere hırkanın ne olduğu öğretilir. Şey Sâfî önce hırka ile ilgili şu soruları sorar:

Eger sana sorsalar kim hırkanın īmānı nedir, hırkanın namāzı nedir, hırkanın guslü nedir, hırkanın kıblesi nedir, hırkanın farīzası nedir, hırkanın pâkliği nedir, hırkanın kelimesi nedir, hırkanın cānı nedir, hırkanın tekbīri nedir, deseler ne cevap veresin?

Hırka demekle mecaz yolu ile onu giyen derviş kastedilmiş olur. Dolayısıyla burada hırka, derviş anlamında kullanılmıştır. Daha sonra da sorduğu soruları teker teker cevaplar:

Eyit kim hırkanın imānı settārlıkdır: Settâr, Allah’ın güzel isimlerinden olup kullarının hatâ, kusur, ayıp ve günahlarını örten, bağışlayan anlamına gelir. Hırkayı giyen kişinin kusur ve ayıpları görmemesi gerektiğini ifade eder. Dolayısıyla hırkayı giyen kişinin dikkat edeceği ilk şey kimsede kusur görmemektir.

Hırkanın namāzı arılıktır: Namaz ibadet olup kullara mahsustur. Bir derviş için namaz ise tertemiz olmakla başlar. Namaz kılmadan önce aranan şartlardan ikisi hadesten ve necasetten taharet doğrudan temizlikle ilgilidir. Bunlar zahiri temizlik olup hırka gönül temizliğini de şart koşar. Gönlü her türlü kirden pastan yani kötü düşünceden temizlenmedikçe derviş olunamaz. Gönül temizliği ile hırkayı giyenin kalbinde dünyaya ve masivaya meyil olmaması kastedilir.

Hırkanın farizası şeyh sohbetidir: Fariza meşrû bir mâzeret olmadıkça terki düşünülmeyen ve mutlaka yapılması gereken iş ve görevdir. Mesele din olunca anlamı Allah’ın kuluna farz kıldığı mükellefiyet, yapılması zorunlu olan Allah’ın emirleridir. Hırka giyen kişinin yapmakla zorunlu olduğu iş ise şeyhinin sohbetine işaret etmektir. Sohbet dervişin beslendiği gıdadır. O gıdayla gelişir, büyür ve olgunlaşır. Dolayısıyla dervişin şeyhinin sohbetine devam etmesi zaruridir.

Hırkanın kelimesi doğruluktur: Kelime ile kastedilen kelam yani sözdür. Dolayısıyla hırka giyen dervişin kelamında yalan olmalalı, konuştuğunda dosdoğru konuşmalıdır. Doğruluk ise sözlerinde yalan ve boş şeyler olmamasıdır.

Hırkanın arılığı hayâdır: Arının birçok anlamı var. Temiz, tertemiz yanında saf ve katışıksız anlamına da gelir. Derviş için söylendiğinde noksanlıktan ve kusurdan uzak olması anlaşılır. Onu tertemiz ve saf yapacak, noksanlıktan ve kusurdan beri kılacak şey ise hayasıdır. Utanmak, edepli olmak anlamına gelen hayâ derviş için kusurlarından ve eksikliklerinden dolayı şeyhinden utanması, dervişlik vazifelerini şeyhine lâyık görmemesi, şeyhinin sevgisini kaybetmekten doğan korku ile kötülüklerden kaçınması hâlidir. Şeyhinden hayâ etmenin Allah’tan da hayâ etmek anlamına geldiğini unutmamasıdır. Çünkü şeyhi dervişinden Allah’ın rızası dışında bir şey istemez.

Hırkanın cânı senâdır: Can var olmak için elzem olan şeydir. Hırkanın var olması, yaşaması dervişliğin devam etmesidir. Dervişliğin devam etmesi ise senâ ile mümkündür. Senâ ise Hakk’ı övmektir. Hakk’ı övdükçe verdiğini nimetleri hatırlayacak ve ona göre davranacaktır. Hakk’ı övmenin yollarından biri ve en önemlisi onun yarattıklarını da övmektir. Dolayısıyla derviş her haliyle her şeyi övmelidir.

Hırkanın kilidi râstlıktır, tekbîrdir: Kilit bir şeyi korumak için kullanılan nesnedir. Hırkanın kilidini açmak için ihtiyaç duyulan anahtar doğruluk ve tekbirdir. Tekbir ise dervişe hırkanın şeyhi tarafından “Allahu ekber” denildiği bir merasimle giydirilmesidir. Tekbirlenen hırka artık kutsanmıştır ve giyen ona layık olmaya çalışacaktır. Bunun yolu da doğruluk ve samimiyettir. Ayrıca Allah’ı büyüklüğünü her an hatırlamak ve Allahü ekber sözünü vird edinmektir.

Şeyh Sâfî bu soruları sorduktan sonra hırka ile sorularına ve cevaplarına devam eder.

Eger sana sorsalar kim hırkanın ahkâmı kaçtır, deseler eyit kim altıdur:

Evveli tevbedir: Derviş olunmadan önce talipten tövbe etmesi istenir. Tövbe eden günahsız olduğu için talip de tüm günahlarından tövbe ederek arınır ve tertemiz olarak hırkayı giyer.

İkinci mücāhededir: Giydiği hırkanın vermek için gayret göstermesi gerekir. Bu mücâdele ve gayret hem şeyhin kendisine yüklediği vazifeleri yerine getirmek için hem de benliğinden ve bencilliğinden kurtulup nefsini yenmek içindir.

Üçüncü yakīn ve rāstlıktır: Derviş, dosdoğru ve dürüst olarak vazifelerini yaparken herhangi bir delil olmaksızın sâdece iman kuvvetiyle ve şeyhinin himmetiyle eşyayı müşâhede ederek bilecektir. Dervişlik eşyayı hakkıyla bilmektir.

Dördüncü sıdkı bütün gerektir: Sıdk doğruluk, gerçeklik, her türlü kötülükten arınıp saf olmak, içten ve yürekten bağlanmak anlamlarına gelir. Derviş söz konusu olduğunda ise Allah’a gönülden bağlanıp yalan, gösteriş, maddî mânevî çıkar hesâbı vb. kötülüklerden uzaklaşarak her gördüğünü hak bilip ona göre davranmak, olduğu gibi görünmek veya göründüğü gibi olmaktır. Derviş şeyhine ve tarikine çok bağlı, sadakati tam bir sadık olmalıdır. Bunun için de kalbinde zerre şüphe olmamalıdır.

Beşinci tevekkül eylemektir: Tevekkül her türlü gerekli sebebe baş vurduktan sonra kadere râzı olup sonucu Allah’tan beklemek, işleri Allah’a havale etmek, yeis ve kederden kurtulmak, Allah’a güvenmektir. Tevekkül tasavvufta bir makam olup virdi “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh”tır. Dervişin gücünü ve kuvvetini terk edip işlerini Allah’a havale etmesidir ve olacaklara rıza göstermesidir.

Altıncı terk-i âdetdir: Adet kişinin anasından babasından gördükleridir. Ayrıca alışkanlıkları ve huyları için de kullanılır. Kişi derviş olduktan sonra o ana kadar ne gördüyse ve bildiyse unutacak ve yeniden öğrenecektir. Bunun için de huylarını ve alışkanlıklarını terk etmesi gerekecektir. Mürşidinin dervişi yeniden inşa etmesi için bunların olması elzemdir.

Şeyh Sâfî hırkayı yani o hırkanın sahibi olmayı böyle anlatmış. Şimdi size soruyorum: “Sen derviş olamazsın” diyen Yunus haksız mı?

Yunus’un o ilahisini bir de bu gözle okur musunuz?




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Mehmet Akif Ersoy ve musiki

02.00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü ve Bestelenmiş Şiirleri
03:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki İle İlişkisi Nasıl Başladı?
07:00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
08:30 Mehmet Akif Ersoy İle Neyzen Tevfik Nasıl Tanıştı?
11:00 Mehmet Akif Ersoy'un, Neyzen Tevfik İle Olan Dostluğu
15:15 Mehmet Akif Ersoy, Musiki Alanında Kimlerden Ders Aldı?
18:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
21:10 "Mehmet Akif Ersoy, Ölmeden Önce Musiki Üstadı Olarak Tanınıyordu"
27:30 "Musiki, Tüm Varlığın Anladığı Bir Dildir"
30:30 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Meclislerindeki Rolü
33:15 "Mehmet Akif Ersoy, Musiki Meclislerine Değer Katan Bir Kişiliktir"
37:30 Mehmet Akif Ersoy'un "Sait Paşa İmamı" Şiiri ve Bestelenme Öyküsü

Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-Nüfûs’u

Müzekki’n-Nüfus’un en çok okunan halk kitapları arasında olmasının nedeni rehber kitap olması, dilinin sade ve anlaşılır olması, inşa edilmeye çalışılan milleti irşat etmesi.

Sanat endişesinden uzak, müridlere doğrudan doğruya tasavvufî-ahlâkî hakikatleri anlatma gayesini taşıyan Müzekki’n-nüfûs, geniş halk tabakasının kolayca anlayabileceği şekilde sade bir Türkçe ile yazılmış ve tasavvufun halk arasında yayılmasında önemli hizmet görmüştür. Müellifin Osmanlı döneminde Anadolu’da kurulan ilk tarikatlardan biri olan Eşrefiyye’nin pîri olması dolayısıyla kitabın Türk tasavvuf ve düşünce tarihinde ayrı bir yeri vardır. Yeni sayılabilecek herhangi bir görüşe yer verilmemekle beraber tasavvufun temel konularıyla tarikat terbiyesinin esaslarını başarılı bir üslûpla özetleyen Müzekki’n-nüfûs, yazıldığı devirden itibaren Muhammediyye ve Envârü’l-âşıkīn gibi geniş halk toplulukları tarafından benimsenmiş, daha sonraki devirlerde kaleme alınan bu tür eserlere örnek teşkil etmiştir.

ismailgulec.net