Güldüren de ağlatan da O’dur

Bizim ilahilerimiz ve kimi türkülerimiz Kuran’ın ve Hz. Peygamber’in sözlerinin kısa açıklamalarıdır. Anlamını pek düşünmeden dinlediğimiz kimi türkülerimiz ve şarkılarımızda âyet ve hadis mealleri yer alır. Dolayısıyla anlamlarını düşünerek türkü dinlemek nafile ibadet gibidir. Bu hakikati bilen ecdadımız hayatın her anını ayet ve hadislerle doldurmuş, her tarafımızı Kuran ve hadisle donatmış ve örmüş. Eğlendirirken bile öğretmeye ve eğitmeye devam etmiş. Sadece adını söylememiş.

Ayet ve hadislerin mealinden oluşan türkü ve şarkıları dinlemek bizi her türlü kötü düşünceden koruyan birer zırh aynı zamanda. Türküyü hakkıyla dinleyip anlayan kimseden zarar gelmemesinin altında bu hakikat yatar. Sözlerimizi daha somut bir hâle getirmek için örnek verelim.

Erol Sayan’ın Gülizar makamında bestelenmiş çok güzel bir Yunus bestesi vardır.

Dertli ne ağlayıp gezersin burda
Ağlatırsa mevlam yine güldürür
Nice dertli kondu göçtü burada
Ağlatırsa mevlam yine güldürür

dörtlüğüyle başlayan bu şiir hem şarkı hem de türkü formunda okunur. Sözleri bu şarkıya benzeyen bir ilâhi daha var. O da bestelenmiş ve okunuyor.

Kâinatı döndüren ism-i Celâl’in Ya Hay,
Ağlatıp da güldüren ism-i Celâl’in Ya Hay,
Yeşil yeşil yapraklar rızık veren topraklar,
Ay yıldızlı bayraklar ism-i Celâl’in Ya Hay.

Sözlerini Mehmet Emin Güler’in yazdığı bir Amir Ateş bestesi olan bu dörtlük ilki kadar yaygın değil ve onun kadar çok bilinmiyor.

İlkinin nakarat mısraı ikincinin de ikinci mısraı olan sözler Necm süresi 43. ayet-i kerimesinin mealidir: “Doğrusu güldüren de ağlatan da odur.”

Zıtların birlikteliği

Bu sözleri dinlerken aklıma gelen bir diğer hakikat de Cenab-ı Hakk’ın câmiü’l-ezdâd olmasıdır. Esma-ı Hüsnâ’ya baktığınızda birbirinin zıddı olan isimleri ve sıfatları olduğunu hemen fark edersiniz.

Kâinat da zıtların bir araya gelmesinden mürekkeptir. Gece-gündüz, soğuk-sıcak, erkek-dişi, genç-yaşlı, doğum-ölüm, günah-sevap, cennet-cehennem, siyah-beyaz olmasa kâinat var olmaz ve hayat devam etmezdi. Kâinatta zıddı olmayan bir şey var mı? Her şey zıddıyla kâim değil midir?

Küçük kâinat olan insan da câmiü’l-ezdâd yani zıtların bileşiminde mürekkep bir varlık. Birbirinin zıddı olan tabiatlardan oluşuyor. Dünya hayatındaki sınavımız ise bu zıtlar arasındaki dengeyi tutturabilmek. Dolayısıyla bu dünyada gülmek de ağlamak da mukadder.

Bu dünyaya ağlayarak geliriz ama bazımız gülerek bazımız da ağlayarak gider. Hem mecazen hem de hakikat olarak gerçek budur. Yeni doğan çocukların ağlamasını düşünün. Zahirdeki bu ağlamanın sebebi çocuğun cennetinden yani annesinin karnından çıkartılıp zindan olan bu dünyaya getirilmesidir. Bebek bu hakikatin farkında olarak ağlar ancak çevresindekiler gülerler.

Kime ait olduğunu tam olarak bilmediğim meşhur bir dörtlüğü hatırlatmak isterim:

Yâdında mı doğduğun anlar
Sen ağlardın gülerdi âlem
Öyle bir ömür sür ki mevtin
Olsun sana hande, halka mâtem

Dünyaya geliş sebebimiz ancak bu kadar güzel özetlenebilirdi. Ağlayarak geldiğimiz bu dünyadan gülerek ayrılabilmek. Hayatımızın gayesi de bu değil mi?

Gülmek ve ağlamak Hz. Adem’den miras

Hz. Adem’i düşünün. Cennette rahat ve huzurlu bir hayat sürerken bu dünyaya gönderildiğinde yıllarca ağlayıp inlemedi mi? Bebeklerin dünyaya gelmesi ile Hz. Adem’in dünyaya gelmesi arasındaki benzerliğe dikkatinizi çekerim. Hz. Adem’e neden Adem Safiyullah denildiğini de düşünün, bebeklerin ne kadar saf ve temiz olduklarını da.

Fâizî’nin,

Âdemi geh ağlatır geh güldürür devr-i zamân

Veciz bir şekilde ifade ettiği gibi dünya hayatı gülmek ve ağlamaktan ibarettir. Ancak bunun sırası önemlidir. Bazen önce güler sonra ağlarız, bazen de önce ağlar sonra güleriz. “Son gülen iyi güler” atasözü her ne kadar günümüzde intikamını alanların durumunu ifade etmek için kullanılsa da asıl anlamı türlü sıkıntı ve eziyetlerden (ağlamak) sonra refaha kavuşmaktır (gülmek). Dolayısıyla başı ağlamak sonu gülmek olanı bizim için daha hayırlı olsa gerektir. Çünkü sonu ağlamak ile biten ömür koskocaman bir pişmanlıktır.

Mevlana Hazretleri Mesnevî-i Şerif’inde şöyle buyurur:

Ey insan, dünyâdan birbirine zıt iki ses gelir. Acaba senin kalbin hangisini almaya istîdâtlı? O seslerden biri Allâh’a yaklaşanların hâli, diğeri ise aldananların hâlidir.

O halde hayatımızın her anını bizi Allah’a yaklaştıracak seslerle doldurmalıyız. İbadet esnasında çoğu kere anlamını bilmeden dinlediğimiz veya okuduğumuz Kuran’ı bize türkü-şarkı formunda anlatan sözler kalbimizin Allah’a yaklaşma istidadını güçlendiriyor. Güzel şeyleri ve hakikati düşündükçe kötü şeyler uzaklaşıp şeytanın tesirinden, yani aldanmaktan kurtuluyoruz.

Marifet gülerek göçmek

Ahir ömrümüzde ağlamak her zaman pişmanlıktan dolayı değildir. Mâhir’in dediği gibi;

Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz

Insan güzel günlerini yâd ettikçe de hüzünlenir, gözü nemlenir. Oysa ârif-i billah olan Allah dostları, yâr-ı hakikîye kavuşacakları için gülerler ve dostun yanına gülerek giderler.

Cenab-ı Mevlâ’dan niyazımız ağlamalarımızın bebek ağlaması gibi zahiri ve geçici olmasıdır. Bizi son gülenlerden eylemesidir. Bize gülerek göç edecek bir ömür sürmeyi nasip etmesidir.

Değerimizin, uğruna ağladığımız şeylerin değeri kadar olduğunu hiçbir zaman unutmayınız ve eğlencesi bile ibadet olanlara selam olsun.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Mehmet Akif Ersoy ve musiki

02.00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü ve Bestelenmiş Şiirleri
03:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki İle İlişkisi Nasıl Başladı?
07:00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
08:30 Mehmet Akif Ersoy İle Neyzen Tevfik Nasıl Tanıştı?
11:00 Mehmet Akif Ersoy'un, Neyzen Tevfik İle Olan Dostluğu
15:15 Mehmet Akif Ersoy, Musiki Alanında Kimlerden Ders Aldı?
18:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
21:10 "Mehmet Akif Ersoy, Ölmeden Önce Musiki Üstadı Olarak Tanınıyordu"
27:30 "Musiki, Tüm Varlığın Anladığı Bir Dildir"
30:30 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Meclislerindeki Rolü
33:15 "Mehmet Akif Ersoy, Musiki Meclislerine Değer Katan Bir Kişiliktir"
37:30 Mehmet Akif Ersoy'un "Sait Paşa İmamı" Şiiri ve Bestelenme Öyküsü

Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-Nüfûs’u

Müzekki’n-Nüfus’un en çok okunan halk kitapları arasında olmasının nedeni rehber kitap olması, dilinin sade ve anlaşılır olması, inşa edilmeye çalışılan milleti irşat etmesi.

Sanat endişesinden uzak, müridlere doğrudan doğruya tasavvufî-ahlâkî hakikatleri anlatma gayesini taşıyan Müzekki’n-nüfûs, geniş halk tabakasının kolayca anlayabileceği şekilde sade bir Türkçe ile yazılmış ve tasavvufun halk arasında yayılmasında önemli hizmet görmüştür. Müellifin Osmanlı döneminde Anadolu’da kurulan ilk tarikatlardan biri olan Eşrefiyye’nin pîri olması dolayısıyla kitabın Türk tasavvuf ve düşünce tarihinde ayrı bir yeri vardır. Yeni sayılabilecek herhangi bir görüşe yer verilmemekle beraber tasavvufun temel konularıyla tarikat terbiyesinin esaslarını başarılı bir üslûpla özetleyen Müzekki’n-nüfûs, yazıldığı devirden itibaren Muhammediyye ve Envârü’l-âşıkīn gibi geniş halk toplulukları tarafından benimsenmiş, daha sonraki devirlerde kaleme alınan bu tür eserlere örnek teşkil etmiştir.

ismailgulec.net