“Hüve’l-Bâkî” ile “Ruhuna Fatihâ” arasında

Bir toplumun medeniyet seviyesini gösteren işaretlerden biri de mezarlıkları ve mezar taşlarıdır. Türkler, Müslüman olmadan önce atalarının mezarlarına gösterdiği hürmeti ve özeni Müslüman olduktan sonra da göstermişler, dünyanın en güzel mezarlıklarını ve mezar taşlarını yapmışlardır. Taşı kitabeye dönüştürmeyi başarmak kolay bir iş olmasa gerek. Dünyanın hiçbir yerinde bizim mezarlarımız kadar sanat değeri yüksek, sembollerle örülü ve birbirine hem benzeyen hem benzemeyen farklı mezar taşları bulamazsınız. Bizim mezarlarımız lahdi ile, baş ve ayak taraflarına dikilen taşları ile, çevresine dikilen bitki ve çiçek örtüsüyle bizim medeniyetimizin geldiği noktayı gösteren harika örneklerden biridir.

Öteden beri bizde heykeltıraşlık olmadığından dem vurulur, durulur. Oysa sıradan bir Osmanlı mezarlığı gezilse o mermerlerden ve taşlardan ne harika işler çıkarıldığı hemen görülecektir. Mermer üzerine işlenen nakışlar, motifler tezyini sanatların en güzellerindendir. Kitabe üzerindeki yazı ise biçim olarak hattın, muhteva olarak da şiirin güzel örnekleridir. Bir mezar taşında musiki dışında tüm sanatları görmek mümkündür.

Bana bunları düşündüren şey görünce şaşırdığım aynı zamanda çok beğendiğim Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’nin yayınladığı kitap oldu. Havran Mezarlığı Osmanlı Kitabeleri. Vehbi Günay, Cahit Telci, Ömür Ceylan, Ersel Çağlıtütüncigil, Ekim Ortaç ve Hüseyin Çalış tarafından hazırlanan kitap, okudukça şaşkınlığımı artıran Havran mezartaşlarının envanterinden oluşuyor.

Prof. Dr. Vehbi Günay’ın hazırladığı bölümde Havran tarihi hakkında verilen bilgiden sonra Cami-i Kebir mezartaşları hakkında bilgi veriliyor. Mezarlıkta kaç kişi var, meslekleri nedir, kaçı şeyh, kaçı müderris, kaçı muallim vs. olduğu tespit edilip listelenmiş. Mezarlıkta bulunan taşlardan Havran’ın meşhur ailelerinin soy kütükleri takip edilebilir. Havranlılar için çok önemli olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

Prof. Dr. Cahit Telci, mezar taşlarında verilen bilgilerden yola çıkarak Havran’ın ve Havranlıların adeta sosyal yapısı ortaya konulmuş. Ölüm nedenlerine bakılarak Havran’da yaşanan salgın hastalıkları, felaketleri, doğum esnasında ölen kadınları takip etmek mümkün. Bir vesile ile Havran’a gelip burada vefat eden yabancılara bakarak Havran’a daha çok hangi bölgelerden geldiklerini öğrenebiliyoruz. Ekip içindeki Eski Türk Edebiyatı profesörü olan Ömür Ceylan, kitabelerin imlasından muhtevasına kadar en ince detayı kaçırmadan Osmanlı mezartaşı edebiyatını özetlemiş. Sanat tarihi hocası Prof. Dr. Ersel Çağlıtütüncigil mezarların ve mezartaşlarının estetiğini ortaya koymuş. Mimari bir yapı olarak mezarlıkların kaç unsurdan oluştuğunu, nasıl ve hangi motiflerle süslendiğini örneklerle göstermiş. Bu bilgiler verildikten sonra mezarlıkta bulunan mezar kitabelerinin tamamının envanteri çıkarılmış.

Mezarlığı o kadar güzel tarif edemeyeceğim ama Karasi Milletvekili Ali Şuurî Bey’in mezarlığı anlattığı şu cümleleri okursanız mezarlık hakkında bir kanaat uyanacaktır.

İcâbete makrûn olmuş dualar gibi mevzun servilerin mâtemle memzûç letâfetini bizzat görmeyenler ve onların uhrevî bir kudsiyetle kokulu gölgelerinde dindarâne bir duruş ve istiğrak geçirmeyenler Turanlıları (Turan mezarlığın bulunduğu köyün adı) dirilerinden ziyade gömülü olanlarının istirahatiyle meşgul olduklarını zannederler ki doğru değildir. İyi de hâzirûn yerin altında mı, üstünde mi? Öldüğünde iştibâhı olanlar (hayır ve hasenatından dolayı ölümden korku duyanlar) buradan geçmekten hazet etmelidirler. Çünkü bu mezarlığın manzarasında ölümü mûnîs gösteren bir cezbe vardır.

Ali Şuurî Bey’e munis gelen ölüm Necip Fazıl’a da gelmiş olacak ki;

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!

Dörtlüğüyle başlayan şiiri yazmış. Bu minvalde söylenmiş birçok şiir var. Bu şiirler ölümün korkutamadığı bir milletin ahfâdı olduğumuzu haykırıyor ama bizim duyduğumuza dair benim kaygılarım var.

Muhammedî bir milettiz

Mezar taşlarındaki isimlere bakarak milletimizin itikadı hakkında da bir kanaate ulaşabiliriz. İsimlerin %40’ı Ahmet, Mehmet, Mustafa, %22’si Ali, Hasan ve Hüseyin. %33’si İbrahim, İsmail, Halil, Süleyman, Ömer ve Osman olarak devam ediyor. Kalan isimler %1 bile olmadığı için sıralanmamış.

İlgili bölümde verilmemiş ama kitabın sonunda verilen listedeki kadın isimlerine baktığımda şu sonuçla karşılaştım: Kadın isimleri arasında en sık olanı Fatma 112. Onu sırasıyla Ayşe 108, Emine 90, Hatice 69, Şerife 43, Ümmühan 40, Rukiye 31, Gülsüm 18, Ümmügülsüm 14 ile takip ediyor. Kadın isimleri de ağırlıklı olarak Hz. Peygamber’in kızları, hanımları, annesi ve yakınlarından müteşekkil. Erkek isimleri olduğu gibi kadın isimleri de Hz. Peygamber yakınlarından verilmiş hep. Bu durum milletimizin Muhammedî olduğunu ve ehl-i beyt muhabbeti ile dolu olduğunu gösteriyor.

Kitabeler şiir midir?

Dikkatimi çeken bir diğer husus kitabelerde yazılı en güzel şiirlerin hep ya babalar tarafından kızları için veya kocalar tarafından kendisinden önce ölen eşleri için yazılmış olması. Her birinin aynı zamanda birer mersiye olduğunu söyleyebileceğim şiirlerden merhumenin yaşı, mesleği ve ölüm nedeni hakkında. Kısa olduğu için Hacı İshak Efendizade Ali Efendi’nin karısı Fatma Hanım için yazdığı şiiri örnek olarak veriyorum:

Gülistân-ı dehr içinde eyledi bir gül hazân
Andelip-veş vâlideyni eyledi âh u figân
İrci’î emr-i hitâbı çün erişti sem’ine
Gitdi Firdevs-i cinâna Fâtıma Hanım hemân

Zaman gül bahçesinde bir gülü soldurunca anne ve babası bülbüller gibi ağlayıp inledi. “Rabbine dön” emri merhumenin kulağına erişir erişmez Fatma Hanım Firdevs cennetlerine hemen gitti.

Kitabede ne ile başlar?

Havran Mezarlığı bize Osmanlı mülkünün her bir köşesinde İstanbul’dan izler olduğunu gösteriyor. Eyüp mezarlığının küçük bir benzeri. Dolayısıyla mezar taşlarında olan yazılar bize bir fikir verebilir.

Bilmiyorum sizin de dikkatinizi çekti mi, son zamanlarda geleneğimizde olmadığı şekilde mezar taşlarına besmele yazılır oldu. Hiçbir Osmanlı mezar taşında görmediğim için kitaptaki mezar taşlarına da özellikle baktım ve bir tane bile besmele ile başlayan bir mezar taşı göremedim. Hüve’l-bâkî ile başlayıp ruhuna fatiha ile biten kitabelerde Allah’ın varlığını, birliğini, sonsuzluğunu ve dönüşün ona olduğunu ifade eden ayetler yer alırken besmeleye dair en ufak bir iz bulunmamakta. Ayrıca besmelenin mezar taşında yer almasının mantığını da anlamış değilim.

Balıkesir Büyükşehir Belediyesi böyle güzel bir çalışmayı destekledikleri için, değerli hocalarımız büyük emek ve gayretlerle ortaya çıkardıkları bir hazine için her türlü tebrik ve teşekkürü fazlasıyla hak ediyor. Ancak kanaatimce en büyük takdiri Havranlılar hak ediyor. Mezar kitabelerinin kırılması veya çalınıp satılması, iskana açılıp üzerine bina yapılması neredeyse milli alışkanlık haline geldiği bir zamanda atalarının hatırasına ve mirasına sahip çıkarak mezarlığın günümüze kadar gelmesini başardıkları için. Şehir merkezini gezdiğimizde ise neden aynı özeni göstermediklerini düşünmemek elimizde değil.

Yazıya mezarlık için yazılmış bir şiirin son dörtlüğü ile son verelim:

Servilerin bir tarihi okuyor
Esen akşam rüzgarıyla ne hazîn!
Küçük kuşlar mezarlara konuyor
Bu en güzel manzarası bu yerin

Not: Havran’ı ve mezarlık gezisinde mihmandarım Aydın Çiçek’e teşekkür ederim.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Mehmet Akif Ersoy ve musiki

02.00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü ve Bestelenmiş Şiirleri
03:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki İle İlişkisi Nasıl Başladı?
07:00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
08:30 Mehmet Akif Ersoy İle Neyzen Tevfik Nasıl Tanıştı?
11:00 Mehmet Akif Ersoy'un, Neyzen Tevfik İle Olan Dostluğu
15:15 Mehmet Akif Ersoy, Musiki Alanında Kimlerden Ders Aldı?
18:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
21:10 "Mehmet Akif Ersoy, Ölmeden Önce Musiki Üstadı Olarak Tanınıyordu"
27:30 "Musiki, Tüm Varlığın Anladığı Bir Dildir"
30:30 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Meclislerindeki Rolü
33:15 "Mehmet Akif Ersoy, Musiki Meclislerine Değer Katan Bir Kişiliktir"
37:30 Mehmet Akif Ersoy'un "Sait Paşa İmamı" Şiiri ve Bestelenme Öyküsü

Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-Nüfûs’u

Müzekki’n-Nüfus’un en çok okunan halk kitapları arasında olmasının nedeni rehber kitap olması, dilinin sade ve anlaşılır olması, inşa edilmeye çalışılan milleti irşat etmesi.

Sanat endişesinden uzak, müridlere doğrudan doğruya tasavvufî-ahlâkî hakikatleri anlatma gayesini taşıyan Müzekki’n-nüfûs, geniş halk tabakasının kolayca anlayabileceği şekilde sade bir Türkçe ile yazılmış ve tasavvufun halk arasında yayılmasında önemli hizmet görmüştür. Müellifin Osmanlı döneminde Anadolu’da kurulan ilk tarikatlardan biri olan Eşrefiyye’nin pîri olması dolayısıyla kitabın Türk tasavvuf ve düşünce tarihinde ayrı bir yeri vardır. Yeni sayılabilecek herhangi bir görüşe yer verilmemekle beraber tasavvufun temel konularıyla tarikat terbiyesinin esaslarını başarılı bir üslûpla özetleyen Müzekki’n-nüfûs, yazıldığı devirden itibaren Muhammediyye ve Envârü’l-âşıkīn gibi geniş halk toplulukları tarafından benimsenmiş, daha sonraki devirlerde kaleme alınan bu tür eserlere örnek teşkil etmiştir.

ismailgulec.net