Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna
Bir türkü bir biyografi

Elazığ türkülerini severek ve dikkatle dinlerim. Farklı bir sesi ve dinlerken beni içine çeken sözlerinin sözlerinin de bir ağırlığı var. “Akif Bey’iin Ağıdı” olarak da bilinen,

Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna
Can ağrısı tesir etti koluma
Yaradanım merhamet et kuluna

Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne

Bendiyle başlayan Harput türküsü de böyle türkülerden. Türküyü ilk dinlediğimde Akif Bey’e üzülmüştüm. Kim bilir başından neler geçti, diye de düşünmüştüm. Çünkü bu türkü gibi ağıtların ortaya çıkmasında mutlaka acıklı bir hikaye vardır.

Sözlü tarih kaynağı olarak türküler

Dr. Ömer Koçyiğit’in bu türküyü bir sözlü tarih çalışması olarak ele alan makalesini görüp okuyunca sizinle paylaşmak istedim.

Dr. Ömer Koçyiğit bir Harputludan Hüseynik türküsünün hikâyesini dinledikten sonra Osmanlı arşivinde Harput’ta görev yapmış Âkif adındaki tüm memurları araştırmaya başlar. Arşivde önce Akif Efendi’nin ölümü üzerine ailesine verilen maaşla ilgili bir belge bulur. Bir başka belgede devlet hizmetine kaç yaşında girdiğini, ilk görev yerine hangi yıl atandığını bulur ve bu bilgilerden yola çıkarak doğum tarihini hesaplar. Sicil defterlerinde o sene doğmuş Âkif isimli memurları araştırarak türküdeki kişiye ulaşır. Defterde mevcut tercüme-i hâl sayesinde Âkif’in görev yaptığı beldeleri çıkarır. Ardından yıllara göre vilayet salnâmelerini inceler ve Akif Efendi’nin kayıtlı olduğu memuriyetleri bulur. Hizmetlerinden dolayı ona verilen ödüller ve vefatından sonra çıkarılan hizmet cetveliyle biyografisini zenginleştirir. Böylece türküde geçen isimleri araştırarak türkünün hikâyesini ortaya çıkarır. Kısaca, bir türküden yola çıkarak taşradaki bir telgraf memurunun biyografisini ortaya çıkarır. Dr. Ömer Koçyiğit’in çok beğendiğim bu çalışmasının mikro tarih çalışmaları için güzel bir örnek olduğunu söyleyebilirim.

Türkünün hikayesi

Türkünün hikayesini bize ilk olarak Harput’ta doğan, Osmanlı’nın son döneminde Harput’ta öğretmenlik, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise İstanbul’da ticaretle meşgul olup 1935’te memuriyete dönüp 1954’te emekli olan İhsan Sunguroğlu anlatır. Sunguroğlu, Harput türkülerini asıllarına uygun olarak icra edilmesi için makamlarına göre gruplandırmış, Harputlu okuyucuların icralarını bantlara kaydedip notaya aldırtarak dönemin müzik kültürünün kaybolmamasını sağlamış bir kahraman. 1948 yılında yazmaya başladığı Harput Yollarında isimli kitabının dört cildini uzun emekler sonucunda yayımlar fakat beşinci cildi tamamlayamadan 1977’de vefat eden Sunguroğlu, eserinin üçüncü cildinde “Vakaya istinat eden şarkı ve türküler” başlığı altında bu türkünün hikayesini anlatır. Türkünün hikâyesini müsaadenizle Sunguroğlu’nun kitabının ilgili bölümünden aktarıyorum: 1880 tarihinde Elazığ vilayet merkezi PTT’sinde muhabere memuru, 1887’de Harput’ta yine muhabere memuru ve 1892’de ise Harput posta telgraf müdürü olan yakışıklı, mert ve herkes tarafından sevilen ve sayılan Âkif namında bir zat varmış, kendisi Hüseynik’te otururmuş. Sabahları saray yoluyla Harput’a çıkar, akşamları da Kale’nin alt tarafındaki Deliktaş yolundan Hüseynik’e inermiş. Harput’un en şen zamanları. Âkif, bir rivayete göre de uçarı hovarda. Bir yığın dostları arasında gece gündüz eğlence âlemlerinde yaşar, tozar cinsinden hovarda. Bir sürü de sevdalısı var... İşte Âkif, böyle ferah yaşarken hiç de beklenmedik bir zamanda, Hüseynik’ten şehre çıkarken yolda bir kalp kriziyle ölüp gidiyor. Ölüm hadisesi memleketin her köşesinde duyulunca bütün bir şehir halkı ve hele sevgilileri arkasından gözyaşları dökmüşler, haftalar ve aylarca matem tutmuşlardır.

Dr. Ömer Koçyiğit, Sunguroğlu’nun verdiği bilgilerden yola çıkarak Osmanlı Arşivleri’nde tarama yaptığında karşısına Harput Telgraf ve Posta İdaresi’nde baş memurluk yapmış ve 21 Ağustos 1894 tarihinde vefat etmiş Âkif Efendi adında biri çıkar. İsmi salnâmelerde Âkif Efendi, arşiv belgelerinde Mehmed Âkif Efendi olarak kayıtlıdır. Türküde genç ömründe hayata veda ettiği vurgulanan Âkif Efendi vefat ettiğinde 48 yaşındadır. Vefatından sonra annesi ve eşine maaş tahsisi için Ma‘mûretülazîz vilayetinden Âkif Efendi’nin hizmet cetveli gönderilmiştir.

Mülkiye Tekaüd Nezareti’nce hazırlanan bu cetvele göre Mehmed Âkif Efendi’nin çalışma hayatı hakkında ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Buna göre kendisi 23 yaşındayken muhabere memuru olarak Batman’a atanmıştır. Dr. Koçyiğit bu bilgiden yola çıkarak Âkif Efendi 1846 doğumlu olduğunu tespit eder. 25 yıl 3 ay süren devlet memurluğu süresinin 16 yılı aşkın bir süresi Harput’ta geçer. 21 Ağustos 1894’te vefat ettiğinde de Harput’ta çalışmaktadır.

Dr. Koçyiğit’in derlediği bilgilere göre 1846’da Bitlis’te dünyaya gelen Âkif Efendi esnaftan Hasan Ağa’nın oğludur. Sıbyan Mektebi’nde temel ilimleri alır, özel hocalardan Arapça İzhar, Farsça Gülistan ve Hesab okur. Türkçe okuyup yazabilmenin verdiği avantajla Âkif 1868 yılında 22 yaşındayken Harput Telgrafhanesi’nde haberleşmeyle ilgili stajına başlar. O zamanlar stajyere şakirt denilirdi ve şakirt olması için gereken on sekiz yaşını doldurmak, okuma yazma ve ilm-i hesab bilme şartlarını karşılıyordu. Bir sene süren stajda telgrafhanede muhaberatla ilgili tüm eğitimleri tamamlar ve telgraf müdürüyle muallimlerin huzurunda yapılan “isbât-ı mahâret” imtihanı sonucunda muhabere memuru olmaya hak kazanır ve Batman Kadranhanesi’ne atanır.

Mehmed Âkif Efendi, Batman, Diyarbakır, Samsun, Adıyaman, Ergani ve Harput’ta devlet hizmetinde bulunmuş, hayatını sadece muhabere memurluğu yaparak kazanmış bir telgrafçıdır. Kırk sekiz yaşında Harput’ta vefat ettiğinde ardından yakılan türküde “baygın düşüp” “karalar bağlayan” Ati Hanım onun eşi, telgrafın başına gelmesini istediği Lütfü ise telgrafhanede onun emrinde çalışan bir mûsıldır.

Akif Efendi’nin ardından bu türkü yakılmasaydı ve asırlardan beri söylenmeseydi Âkif Efendi’nin hayatı merak edilip arşiv belgelerinden araştırılıp yazılmaya değer görülmeyecekti. Akif Efendi, geç Osmanlı döneminde taşrada telgraf memurluğu yapmış pek çok devlet görevlisinden sadece biriydi. Onu diğerlerinden farklı kılan tarafı idari görevleri, aldığı terfiler veya ödüller değildi. Bir kasabada memurluk yapan Âkif Efendi’nin halk arasında sevilmesi, beklenmedik bir anda ölümü sonrasında ardından bir türkünün yakılması idi.

Türkünün bölgesel tarihte yer bulan hikâyesinin sözel aktarımı sonucunda Âkif Efendi unutulmamış, bir yöre halkının sevgi ve hüznünün yansıması olarak Hüseynik türküsünün bugüne ulaşması neticesinde sıradan bir telgraf memuru sıra dışı bir üne kavuşmuş ve tarih sahnesinde kendisine bir yer bulmuştu.

Türkünün açıklaması

Dr. Ömer Koçyiğit’in makalesinde verdiği bilgilerin de yardımıyla türküyü kısaca açıklayalım.

Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna
Can ağrısı tesir etti koluma
Yaradanım merhamet et kuluna

Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne

Türküden anlaşıldığı kadarıyla Akif Efendi Hüseynik’te yaşıyor ve mesai günlerinde evinden çıkıp “şeher yolu”ndan Harput’a gidiyordu. Âkif Efendi 21 Ağustos 1894’te, sıcak bir Harput günü, evinden telgrafhaneye giderken kalp krizinden vefat eder. Türkünün hikâyesinden öğrenildiği üzere, Âkif’in apansız ölümü Harput’u hüzne boğar. Kasabada aylarca matem tutulur. Akif Efendi’nin azğından böyle bir türkünün yakılması da bu hüznün bir sonucudur. Yas tutanların başında hiç şüphesiz ailesi gelmeliydi. Türkünün hikâyesinde Âkif’in genç ve bekar bir delikanlı olduğu, Hüseynik’te kız kardeşiyle birlikte yaşadığı söylenmektedir.

Türkünün ilk satırında Hüseynik ve “şeher” olarak iki yerleşim yeri geçmektedir. “Şeher” olarak kastedilen yer, Sultan Abdülaziz dönemine kadar şehir merkezi, sonrasındaysa Ma‘mûretülazîz (Elazığ) vilayetine bağlı bir kasaba olan Harput’tur. Bugün Ulukent Mahallesi olarak bilinen Hüseynik ise Harput Kalesi’ne en yakın yerleşim yerlerinden biriydi. Yaya olarak “şehre” on beş dakikalık yürüme mesafesinde bulunuyordu. 570 hane ve bir camii olan Hüseynik Köyü’nün 1894 yılında 3582 kişilik nüfusun 2283’ünü Ermeniler, 671’ini ise Müslümanlar teşkil ediyordu. Akif Efendi de bu mahallenin Müslüman ahalisindendi.

Telgrafın direkleri sayılmaz
Ati Hanım baygın düşmüş ayılmaz
Böyle canlar teneşire koyulmaz

Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne

Bu benddeki Ati Hanım’ın kim olduğu meselesi tartışmalı. Türküdeki “Ati Hanım baygın düştü ayılmaz” dizesinde yakınlık derecesine ait bilgi yok. Sunguroğlu Ati Hanım’ın Âkif’in kız kardeşi olduğunu, aslında isminin Atiye olduğunu söyler. Ömer Koçyiğit ise bu bilgiyi tashih eder, türkünün hikâyesinde geçen Âkif’in bekar olduğu ve kız kardeşiyle birlikte yaşadığı bilgisinin vefatından ardından eşi ve annesine tahsis edilen maaş evrakına bakarak doğru olmadığını söyler. Eşinin adı Asiye’dir ve bir şekilde türküde Atiye olarak geçmektedir. Bu değişiklik imla yakınlığı ve yörede kullanma sıklığıyla ilgili olmalıdır.

Lütfü gelsin telgrafın başına
Bir tel çeksin Musul’da kardaşıma
Bu gençlikte neler geldi başıma

Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne

Türküde geçen bir diğer isim Lütfi/Lütfü’dür. Sunguroğlu bu kişiyi “bizim rahmetli telgrafçı Lütfü” olarak tanıtır ve Âkif Efendi’nin müdürlüğü sırasında Harput PTT’de işe başladığını, çok samimi fakat çok sinirli bir şahsiyet olduğunu söyler. Lütfü’nün telgrafhanedeki görevi mûsıllıktı. Mûsıllar telgrafhanedeki yazışmaları ilgili kişilere ulaştırmakla yükümlüydü. Dolayısıyla türküde geçen Lütfü, Harput Telgrafhanesi’ndeki mektupları îsâl ile görevli bir müstahdemdi.

Dr. Ömer Koçyiğit, Akif Efendi’nin Musul’da bir kardeşi olduğuna dair bir kayıt bulamadığını ifade eder ve Musul olarak geçen kelimenin musil olma ihtimali üzerinde durur. Eğer kelime musıl ise bu durumda dizenin “Bir tel çek çeksin musil de kardaşıma” şeklinde söylenmesi anlama daha uygun olacaktır. Zaman içinde musıllık görevi ortadan kalktığı için unutulmuş ve musilin anlamı bilinmediği için zamanla Musul’a dönüşmüş olma ihtimali yüksek diyerek bu tartışmayı daha fazla uzatmayayım.

Coşkun sular coşa coşa çağlıyor
Sefil anam Âkif diye ağlıyor
Ati Hanım karaları bağlıyor

Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne

Âkif’in ölümünü gören bir diğer akrabası ise annesi Esma Hanım’dır ve türküdeki “Sefil anam Âkif diye ağlıyor” dizesi buna işaret eder. Bu bendde de Atiye hanımdan bahsedilir. Anasından sonra gelmesi ve karalar bağlamasından Atiye Hanım’ın kardeşinden daha çok karısı olması şiirin genel kurgusu içinde daha makuldur.

Hüseynik’in altı serin bahçalarr
Başıma toplandı hacı, hocalar
Tabutum kaldırsın gençler, kocalar

Yazık oldu yazık şu genç ömrüme
Bilmem şu feleğin bana cevri ne

Bu son beyitte ise birçok kasabada olduğu gibi Huseynik’te de halkın dinlenebileceği veya sebze-meyve yetiştirdiği bahçelerden bahsediltikten sonra Akif Bey’in ağzından cenazesine gelenlerin ne kadar kalabalık olduğu anlattılıyor. Hacılar, hocalar derken Akif Bey’in hem din bilginleri hem de diğer bilginler tarafından tanınıp bilindiği ve sevildiğine işaret edilmekte. Okumuş-yazmış ile sıradan insanların Akif Efendi’nin cenazesinde buluştuğunun farklı bir ifadesi. Tabutunu gençlerin ve kocaların yani yaşlıların kaldırmasını isterken de cenaze törenine Harput’un gençlerinin ve yaşlılarının yani neredeyse herkesin katıldığını, yani çok kalabalık bir cenaze töreni olduğu söylenmiş olmakta.

Türkü ve hikâyesi bu. Özellikle ağıtlar yerel tarih için çok önemli kaynaklardan biri olduğu ve halkın sevdiği kişileri müşterek hafızasında yaşatmak yazdığı birer tarih metinleri olduğunu bize çok başarılı bir şekilde gösteren Dr. Ömer Koçyiğit’i tebrik ediyorum ve bu tür ciddi çalışmaların artmasını can u gönülden niyaz ediyorum.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Diyar-ı Rum'a ne zaman Türkiye denildi?

02:00 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
03:00 Selçuklu Türkmenleri Anadolu'ya Ne Diyorlardı?
04:30 Anadolu'nun Adı Nereden Geliyor?
06:30 Türk Sultan ve Meliklerinin Rum Adını Değiştirmelerinin Nedeni Nedir?
08:30 "Rum" Kelimesi Coğrafi mi Yoksa Siyasi Bir İsim mi?
10:30 Diyar-ı Rum Nasıl Türkiye'ye Dönüştü?
13:30 Türkiye Adı İlk Defa Ne Zaman Kullandı?
16:15 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
19:30 Türkler Anadolu'nun Türkleşmesini Nasıl Başardı?
23:00 "Türklerin Gelmesiyle Anadolu Ciddi Bir Şekilde Kalkınıyor"
29:00 Türkler Geldiğinde Anadolu'da Nasıl Bir Yaşam ve Kültür Vardı?
34:00 Türkler Anadolu'ya Yerleşip Çoğaldıkça Yerli Halka Ne Oldu?
38:00 Gayrimüslimlerin Müslümanlaşmasında En Önemli Etken Nedir?
44:30 Türkiye Adının Yaygınlaşmasında Seyyahların Rolü Oldu mu?

Semazenlik ve Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı

02:00 Sema Nedir, Semazen Nedir?
03:45 Sema Eğitimi ve Semazenlik
09:00 Mevlana Zamanında Sema Var mıydı?
13:00 Hangi Tarikatlarda Sema'ya Benzer Bir Uygulama Vardır?
14:30 Sema, Mevlana'dan Sonra Bugünkü Halini Nasıl Aldı?
18:20 Semazen Olmak İçin Bir Şart Var mıdır?
21:00 Sema Gösterisi Neden Yapılır?
25:15 Semazenlerin Başları Neden Dönmez?
29:00 "Mevlevi Mukabelesi Bize Hayatın Kendisini Öğretir"
34:00 Semazenlerin Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı Nedir?
40:00 Sema Hareketlerin Sembolik Anlamı Nedir?
46:00 Semazenlerin Harektleri Ne Anlama Gelir?

ismailgulec.net