Eczâ-yı cihân cümle birbirine muhtâç

Başlık Basîrî’nin bir beytinden. Beytin tamamı şöyle:

Zen merde civân pîre, keman tîrine muhtâç
Eczâ-yı cihân cümle birbirine muhtâç

Rahmetli annem ise bu beyti bana farklı bir şekilde söylerdi: Oğlum, unutma, altın kapılının ağaç kapılıya işi düşer.

Yani, altın kapılı olan yani evinin kapısı altından olacak kadar zenginler, gün gelir ağaç kapılı, yani sıradan ve ucuz kapılı evde oturan fakirlere muhtaç olur. O yüzden böbürlenme, sahip olduklarınla kibirlenme. Konuyu nereye getireceğimi anlamışsınızdır. Seçimlerden sonra depremzedelere söylenen sözler üzerine çok konuşuldu, yazıldı. Ben işin siyasi tarafında değilim. Ben işin başka bir yönüne dikkatinizi çekeceğim. Depremzedelere söylenen sözlerde dikkatimi çeken iki şey oldu. İlki söyleyenlerin kendilerini çok bilgili ve varlıklı olduklarını düşünmeleri. İkincisi de sanki başlarına deprem gibi bir felaket gelmeyeceğine dair olan kesin inançları.

Cahil kimdir?

Öyle sözler söyleyenler bilgili ise cahil kim? Bu sorunun cevabını Yunus Emre versin.

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin.
Ya nice okumaktır.

Yunus bize ilmin kişinin kendini bilmesi olduğunu söylüyor. Yunus Emre, kişi kendini bilmediği takdirde ne kadar okursa okusun cahil olacağını söylerken bir hakikate işaret ediyordu. Bu durumda bırakın üniversite mezunu olmayı doktora yapmış, hatta profesör olsa bile kişi kendini bilmedikçe cahildir. Leskofçalı Gâlip bu durumu;

İlm ise maksad eger ârif-i nefs ol Gâlib
Kendini bilmeyen âdem gibi nâdân olmaz

Beytiyle veciz bir şekilde ifade eder.

Kendini bilmek nedir?

Şu hâlde kendini bilmeyenin cahil olduğu konusunda hemfikir isek devam edelim. Şimdi ikinci sorumuzu soralım. Kendini bilen kişi bir depremzedeye böyle bir lakırdı eder mi? Birkaç vilayet istisna, ülkemizin tamamı deprem bölgesi ve neredeyse yer altının sallanmadığı bir gün yok. Ne zaman olacağı tam olarak bilinmese de bir depremin olacağı uzmanlarca ifade edilirken kendini bilen kişi, sanki yaşadığı yerde hiç deprem olmayacakmış gibi depremzedelere böyle şeyler söyler mi? Yarın deprem olduğu zaman o hakaret edilen kişilerin yardımına muhtaç olacaklarını düşünmemelerine çok şaşırıyorum. Şeyhülislam Abdullah Vassaf da kendi haline bakıp gururlananlara benim gibi şaşırır.

Âhir yine hâk olur bu tenler
Bilmem neye kibr eder edenler

Sonunda tüm tenler toprak olacağını bildiğimiz halde insanlar neden böyle konuşur, kibirlenir?

O zaman bir soru daha soralım. O kadar mektep medrese okudukları halde çocuklarımıza bu kadar basit bir hakikati neden öğretemiyoruz? Bu soruya birçok cevap verilebilir. Ben de bir edebiyatçı olarak cevabını beyitlerde aradım. Bulduğum cevapları ise paylaşıyorum.

Nâbî ile başlayalım cevap vermeye

Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz

Ey Allah’ın kulları! Bu ikbal meyhanesinde mal mülk sahibi oldum diye, istediğim zaman yurt dışına çıkıp istediğim şekilde yaşayacak gücüm var diyerek gururlanma, zenginlik ile büyüklenme. Biz bu dünyada senin gibi gururlanan ve büyüklenen zengin ve kibirli olup da sonra sıkıntı çeken nice zenginleri gördük.

Çok kimseyi gördüm bu çerâgâhda Nâbî
Bilmez ki kimin nânını yer hâne kimindir

Ey Nâbî, derdine derman sıkıntısına çare bulan bu dünyada kimin ekmeğini yediğini ve kimin mülkünde oturduğunu bilmeyen nice kimseler gördüm.

Şinâsî de Nâbî gibi seslenir bize:

Ey olan bâde-i ikbâl ile sermest-i gurûr
Korkarım bir gün olur sen de olursun mahmûr

Ey bu dünyada sahip olduğu zenginlik ve makam sahibi olmanın verdiği gururla sarhoş olan kişi. Korkarım bir gün sen de o malları ve makamları kaybedip sersem sersem dolaşırsın.

Şimdi Fuzulî’ye kulak verelim:

Dehr içinde bir yıkık divar görürsen böyle bil
Bir Süleyman mülküdür kim çerh vîrân eylemiş

Ey malıyla mülküyle böbürlenen kişi! Şu dünyada bir yıkık duvar görürsen o duvarın bir zamanlar Süleyman kadar zengin bir insanın evi olduğunu anla. O zenginlik, mal-mülk Süleyman’a fayda vermediği gibi sana da fayda vermeyecek ve bir gün o gördüğün yıkık duvar gibi sahip oldukların da yıkılacak, harap olacak.

Ziya Paşa, dünyanın kendi çevrelerinde döndüğünü ve kendilerinden ibaret olduğunu düşünenleri şu sözlerle uyarır:

Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünyâ,
Dünyâ sana mahsûs u müsellem mi sanırsın?

Ey bir günlük dünya saltanatı için övünüp böbürlenen kişi. Bu dünyanın sadece sana verilmiş olduğunu mu zannedersin? Bu dünyanın bir sahibi olduğunu bilmez misin?

Son sözü şairlerin en büyüğüne, Bâkî’ye bırakalım.

Âkıl oldur gelmeye dünyâ metâ’ından gurur
Müddet-i devr-i felek bir demdir âdem bir nefes

Akıllı kimse dünya malıyla ve zenginliğiyle gururlanıp diğerlerini küçük görmeyendir. Çünkü feleğin devrinin süresi de âdemoğlunun hayatı da bir demdir, gelir geçer.

Bizim şiirimizin özelliklerinden biri de bize kendimizi öğretmesidir, bizi adam etmesidir.

Çocuklarımıza kendimizi öğretememek ne kadar üzüntü verici bir durum.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Mehmet Akif Ersoy ve musiki

02.00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü ve Bestelenmiş Şiirleri
03:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki İle İlişkisi Nasıl Başladı?
07:00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
08:30 Mehmet Akif Ersoy İle Neyzen Tevfik Nasıl Tanıştı?
11:00 Mehmet Akif Ersoy'un, Neyzen Tevfik İle Olan Dostluğu
15:15 Mehmet Akif Ersoy, Musiki Alanında Kimlerden Ders Aldı?
18:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
21:10 "Mehmet Akif Ersoy, Ölmeden Önce Musiki Üstadı Olarak Tanınıyordu"
27:30 "Musiki, Tüm Varlığın Anladığı Bir Dildir"
30:30 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Meclislerindeki Rolü
33:15 "Mehmet Akif Ersoy, Musiki Meclislerine Değer Katan Bir Kişiliktir"
37:30 Mehmet Akif Ersoy'un "Sait Paşa İmamı" Şiiri ve Bestelenme Öyküsü

Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-Nüfûs’u

Müzekki’n-Nüfus’un en çok okunan halk kitapları arasında olmasının nedeni rehber kitap olması, dilinin sade ve anlaşılır olması, inşa edilmeye çalışılan milleti irşat etmesi.

Sanat endişesinden uzak, müridlere doğrudan doğruya tasavvufî-ahlâkî hakikatleri anlatma gayesini taşıyan Müzekki’n-nüfûs, geniş halk tabakasının kolayca anlayabileceği şekilde sade bir Türkçe ile yazılmış ve tasavvufun halk arasında yayılmasında önemli hizmet görmüştür. Müellifin Osmanlı döneminde Anadolu’da kurulan ilk tarikatlardan biri olan Eşrefiyye’nin pîri olması dolayısıyla kitabın Türk tasavvuf ve düşünce tarihinde ayrı bir yeri vardır. Yeni sayılabilecek herhangi bir görüşe yer verilmemekle beraber tasavvufun temel konularıyla tarikat terbiyesinin esaslarını başarılı bir üslûpla özetleyen Müzekki’n-nüfûs, yazıldığı devirden itibaren Muhammediyye ve Envârü’l-âşıkīn gibi geniş halk toplulukları tarafından benimsenmiş, daha sonraki devirlerde kaleme alınan bu tür eserlere örnek teşkil etmiştir.

ismailgulec.net