Ramazan'da fıkralar da öğreticidir

Ramazan, kişinin Allah ile olduğu kadar beşer ile münasebetlerinin de zirve yaptığı aydır. Bir taraftan ibâdetler ile manevi bir iklime girilirken öte yandan iftarlar, teravihler, sonrasında bazen sahura kadar süren meclisler, muhabbetler kişileri hem Allah'a hem de birbirine yaklaştırır, muhabbetin artmasına vesile olur.

Sohbetlerin vazgeçilmezi, anlatılan Ramazan fıkralarıdır. Fıkralar bile bir nasihat içindir ve dinleyenleri güldürürken düşündürür, unuttuklarını hatırlatır, hoşgörülü olmayı öğretir. Birkaç fıkra ile ne demek istediğimi açıklamaya çalışayım.



Yalansa

Hattat İzzet Efendi ile ilgili bir fıkra ile başlayayım. Bildiğimiz Kazasker Mustafa İzzet Efendi mi yoksa bir başka hattat mı bilmiyorum ama Hattat İzzet Efendi adında bir hattat varmış. Yaptığı işleri abartmayı çok seven hattatımız bir arkadaşına:

- Dün gece uyumadım, bir Kur'ân yazıp bitirdim, demiş. Arkadaşı durur mu? O da hemen sallamaya başlamış.

- Mirim, ben de geçen Ramazan'da bir iftar için Kandilli'ye gidiyordum. Boğaz’da öyle bir fırtına çıktı ki ne sen sor, ne de ben anlatayım. İstesem de anlatamam. Bindiğim kayık, gâh bir dalganın üstünde, gâh sahildeki camilerin minarelerin şerefesinde. Tabii yetişemedik iftara. Dalgalar kayığı şerefeye çıkardığında ezan okundu. Ben de şerefede iftarımı açtım.

İzzet Efendi mübalağanın bu kadarına dayanamayıp bağırmış:

- Yalan söylüyorsun!...

- Yalan söylüyorsam, senin dün gece yazdığın Kur'ân-ı Kerîm çarpsın.



Tiryakinin Hali

Tiryaki olmayan bilmez. Bir tiryakiye, tiryakisi olduğu şeyi içmesine izin verilmesi karşılığında ondan üç ay oruç tutması istenilse kabul edebilir. Eskiden Ramazan'ın geldiği, hilâle bakılarak öğrenilirdi. Hilâl görünmeden kimse oruca başlamazdı. Tiryakinin biri de bunu bildiğinden, oruca başlamamak için ve hilâli görmemek için evin perdelerini sıkı sıkı kapatırmış. Gece dışarı çıktığında kafasını hilâli görüp oruca başlamamak için hiç yukarı kaldırmazmış.

Eh, nereye kadar kaçacaksın be adam! Bir su birikintisinin yanından geçerken hilâlin yansımasını görünce dayanamamış:

- Hey mübarek! İllâ gözüme mi gireceksin? Anladık Ramazan başladı!



Teravihi Unuttu

Ramazan, sadece ibadetine düşkün kişiler için değil kalpazanlar ve üçkağıtçılar için de bir fırsat ayı oluyor. Ramazan'ı fırsat bilen iki kafadar, kadı kisvesine bürünerek köy köy dolaşıp sordukları birkaç basit soruyu bilemeyen köylüleri falakaya yatırıp paralarını alırmış. Meseleden kadı efendi haberdar olmuş ve kafadarları derdest etmiş. Yaptıklarının cezası olarak falakaya yatırılmış ve sabah namazı için iki değnek, öğle namazı için on değnek, ikindi namazı için sekiz değnek, bu akşam namazı için beş değnek, bu yatsı namazı için onüç değnek, toplamda kırk değnek vurdurup salmış.

İki kafadar, köyden uzaklaşınca biri:

- Ayaklarım şişti, şurada oturup azıcık dinlenelim, deyince, öteki;

- Sakın durma! Şimdi dinlenmenin sırası değil. Kadı Efendi, teravihi unuttu. Hatırlamadan uzaklaşalım.

Allah’a olan borcu Allah sorar.

Koca Ragıp Paşa’nın Fitnat Hanım ve Şair Haşmet ile birlikte lâtifeleri meşhurdur. Haşmet Paşa, yanındaki diğer görevlilere benzemez. Lakayt, sözünü esirgemez, hoş sohbet, makamda mevkide gözü olmayan, tertemiz biri.

Ramazan gelince, Paşa, tebdil-i kıyafet, mahalleye çıkar, ihtiyacı olanları tespit edip karşılarmış. Bakkala, manava girip veresiye defterlerindeki borçları ödermiş. Paşa, Haşmet’e her zamanki gibi takılmadan duramamış:

- Yahu Haşmet, sen akıllı adamsı, bilirsin. Sence kabir taşıma ne yazdırayım?

Haşmet’te cevap hazır:

- "Dün altımda olanlar, bugün üstümde", yazdır Paşam!

- Çok iyi bir söz. Söyle bakalım senin de borcun var mı?

- Olmaz mı! Bakkala iki, manava üç altın...

- Yahu Haşmet. Sana kula olan borcunu değil oruç borcunu sordum yahu!...

- Paşam! Siz az önce yaptığınız gibi sadece kula olan borcumu sorarsınız. Allah, orucu sorar, siz merak buyurmayın!



Nasıl Yetişeceksin?

Ramazan gelince konuşulan konulardan biri de terâvihi hızlı kıldıran imamlar idi. Hatta bizim gençliğimizde, Molla Fenârî Cami imamı o kadar hızlı kıldırırdı ki halk arasında lâkabı Molla Ferrari idi. Sadece bizim zamanımızda değil eskiden de namazı hızlı kıldıran imamlar varmış.

Devir, Sultan II. Mahmud Han devri. İleri gelenlerden biri, eş, dost ve arkadaşlarını iftara davet etmiş. Devrin meşhur şairlerinden Keçecizâde İzzet Molla da davetliler arasındaymış.

İftar olmuş, yemekler yenmiş, akşam namazı kılınmış. Yatsı vakti girmiş ve cemaatle namaza durmuşlar. Namazı kıldıran imam efendi, o kadar hızlı kıldırıyormuş ki arkadakiler secdeden başını kaldırmadan ikinci secdeden ayağa kalkarmış. Derken terâvihin son rekatında otururken abdest tazeleyip gelen biri, "şükür cemaate yetiştim", demiş ve safa geçeceği esnada İzzet Molla adama dönüp:

- Be adam! Biz içinde iken yetişemiyoruz, sen dışarıdan gelip nasıl yetişeceksin?

Şurada naklettiğim birkaç fıkrada Ramazan'da hattatların Kur'ân'ı istinsah ettiklerini, şerefelerde kandiller yandığını, hilâlin görülmesiyle oruca başlandığını, Ramazan'da bireylerin inancını istismar edenler olduğunu, yardımlaşmanın had safhaya ulaştığını ve dahi terâvihi her zaman çabucak kılmak isteyenler olduğunu da öğrenmiş olduk.

Ramazan denilince Bektaşi'siz fıkra olur mu? Onu da bir sonraki yazıda anlatalım...




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Mehmet Akif Ersoy ve musiki

02.00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü ve Bestelenmiş Şiirleri
03:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki İle İlişkisi Nasıl Başladı?
07:00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
08:30 Mehmet Akif Ersoy İle Neyzen Tevfik Nasıl Tanıştı?
11:00 Mehmet Akif Ersoy'un, Neyzen Tevfik İle Olan Dostluğu
15:15 Mehmet Akif Ersoy, Musiki Alanında Kimlerden Ders Aldı?
18:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
21:10 "Mehmet Akif Ersoy, Ölmeden Önce Musiki Üstadı Olarak Tanınıyordu"
27:30 "Musiki, Tüm Varlığın Anladığı Bir Dildir"
30:30 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Meclislerindeki Rolü
33:15 "Mehmet Akif Ersoy, Musiki Meclislerine Değer Katan Bir Kişiliktir"
37:30 Mehmet Akif Ersoy'un "Sait Paşa İmamı" Şiiri ve Bestelenme Öyküsü

Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-Nüfûs’u

Müzekki’n-Nüfus’un en çok okunan halk kitapları arasında olmasının nedeni rehber kitap olması, dilinin sade ve anlaşılır olması, inşa edilmeye çalışılan milleti irşat etmesi.

Sanat endişesinden uzak, müridlere doğrudan doğruya tasavvufî-ahlâkî hakikatleri anlatma gayesini taşıyan Müzekki’n-nüfûs, geniş halk tabakasının kolayca anlayabileceği şekilde sade bir Türkçe ile yazılmış ve tasavvufun halk arasında yayılmasında önemli hizmet görmüştür. Müellifin Osmanlı döneminde Anadolu’da kurulan ilk tarikatlardan biri olan Eşrefiyye’nin pîri olması dolayısıyla kitabın Türk tasavvuf ve düşünce tarihinde ayrı bir yeri vardır. Yeni sayılabilecek herhangi bir görüşe yer verilmemekle beraber tasavvufun temel konularıyla tarikat terbiyesinin esaslarını başarılı bir üslûpla özetleyen Müzekki’n-nüfûs, yazıldığı devirden itibaren Muhammediyye ve Envârü’l-âşıkīn gibi geniş halk toplulukları tarafından benimsenmiş, daha sonraki devirlerde kaleme alınan bu tür eserlere örnek teşkil etmiştir.

ismailgulec.net