Cemaatler denetlenmeli mi?

Cemaat ve tarikatların denetlenmesi, ülkemizin üzerinde tartışılan konulardan biri haline geldi. Özellikle 15 Temmuz'u yaşadıktan sonra iyice hassaslaştık. Tarikat veya cemaatlerle ilgili ne devlet, ne de toplum, sonsuz bir güven duyabiliyor artık. Herkes bu konuda bazı şeyler yapılması gerektiğini söylüyor ancak henüz üzerinde hemfikir olunan bir karara varılamadı. 28 Şubat ile 15 Temmuz arasında sıkıştık kaldık ve bu sıkışmışlık işimizi daha da zorlaştırıyor.

Bugünlere nasıl geldik?

Yeni kurulan Cumhuriyet, sorunu, tekke ve zaviyeleri kapatmakla çözeceğini düşündü. Yaşadığımız tecrübe bu kararın da sorunu çözmediğini, bize tarikatların yasa ile kapatılamayacağını gösterdi.

Tekkelerin kapatıldığı tarihten 1947'ye kadar geçen süre, sadece tasavvufi hayat için değil dini hayat için de olumlu gelişmelerin olduğunu söyleyemeyeceğimiz yıllardı. 1946 seçimleri ile birlikte dini hayatta bazı gelişmeler yaşanmaya başladı. Tekkelerin kapatılması ile birlikte dine dair tüm yaşantının kısıtlanması ve öğretilmemesi, 20 yıllık bir boşluk oluşturdu. Bu boşluk, üstesinden gelmeye çalıştığımız sorunları besleyen dönem oldu. Bu boşluktan kaynaklanan din konusundaki cehalet daha sonra ya düşmanlığa ya da dinde aşırılığa doğru iki zıt kutup olarak ortaya çıkacak ve bu kutuplar arasında günümüze kadar devam eden kavga başlayacaktır.

Bu dönemin ikinci büyük zararı, kavganın siyasete taşınması ve dini inançları, siyasi tartışmaların merkezine oturtmasıdır. Siyasi partiler, din düşmanı ve dini yaşantıya izin verenler olarak kabaca ikiye ayrılacak, ülke refahı, huzuru ve demokrasisi için verilmesi gereken mücadele ikinci plana atılacaktır. Kanaatimce, bu, ülkemize vurulan en ağır darbelerden biri olmuştur.

İlginç bulduğum bir diğer husus da şudur. Devlet tarafından kurulan İHL mezunlarının, cemaatleşen tarikatların yapısında hiçbir zaman belirgin bir renk olmamasıdır. İHL'lilerin, devlete karşı en küçük bir hareketi bile desteklemediği halde uzun süre hem kimi cemaatlerinin, hem de katı laiklerin tepkisinden kurtulamamış olmasıdır. Katı laiklerde bu inanç, öyle bir önyargıya dönüştü ki birbirinden farklı inanç ve tutum sahibi olmalarına rağmen tüm dindarları toptancı bir şekilde genellemişler, İHL'leri de onların temsilcisi görmüşlerdir. Sosyal medyanın profesyonelce kullanılması ve yönlendirmesini de düşündüğümüzde, katı laiklerin cehaletle beslenen bu kör inanç ve önyargılarının kısa vadede değişeceğine dair bir ümit ışığı da görülmemekte.

Dünya değişiyor

Oysa Türkiye, içinde yaşadığımızdan, çok fark edemesek de büyük bir değişim yaşıyor. Dindarlar da bu değişimden etkileniyor doğal olarak. Dindarlar deyince homojen bir toplumdan bahsetmiyoruz aslında.

Dindarları kendi içinde ikiye ayırabiliriz. Helâllere ve haramlara dikkat ederek, dini vecibelerini yerine getirerek hayatını yaşamak isteyenler ile bu yaşantıyı biraz daha ileri taşıyıp tasavvuf tecrübesini de tatmak isteyenler.

Günümüzde tarikatları ise ikiye ayırıyoruz. İlki, geleneksel tarikatlar, ikincisi ise modern ve aydınlanmacı çağın icat ettiği toplumların ürettiği tarikatımsı yapılar olan cemaatlerdir. Ve cemaatler, modernizmin bize kötü bir hediyesidir.

Cemaat ile tarikat aynı mıdır?

Bu soruya verilecek cevap kesinlikle 'hayır!'dır. Cemaat denilince, akla, dinden ve inançtan daha çok, politik, siyasi ve sosyolojik bir yapılanma geliyor. Son dönemlerde, buna ekonomi de eklendi. Bu haliyle de modern dönem kurumu olup geleneksel tarikatlardan farklılaşır. Bu cemaatler ile, Batı'da, özellikle Anglo-Sakson dünyada, Protestanlık içinde gelişen, büyüyen, daha sonra bağımsız kilise haline gelen yapılar arasında bir benzerlik olduğu söylenebilir. Bu benzerlik, gelişim süreçleri ve organizasyon yapıları arasında olmasının yanı sıra sadece kendi mensuplarının gittiği camileri olmasında da görülür. Ayrıca, bu yapıları yönetenler ve işbirliği yaptıkları örgütler, kitle psikolojisini çok iyi bildiğinden, mensuplarını her bakımdan kullanmakta, 15 Temmuz'da gördüğümüz gibi zaman içinde devleti bile tehdit edebilmektedir.

Geleneksel tasavvuf

Geleneksel tasavvuf derken kastettiğimiz yapılar, kurulduğu dönemden bu güne değin usûl ve âdâbının aynı şekilde devam ettiği, şeyhlerinin kendi içindeki kurallara bağlı olarak belirlendiği yapılardır. Şeyhleri, silsile yolu ile Hz. Peygamber'e kadar uzanır. Bu silsilede en ufak bir kopma ve şüphe olmaz.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın geleneksel tasavvuf ile ilgili yapacağı pek bir şey olduğu söylenilemez. Tarih boyunca da olmadı. Geleneksel tasavvuf mensupları, kendilerini ve yollarını korumasını bildi. Zaman zaman içlerinde yoldan çıkanlar olsa da onları dışladılar.

Geleneksel tasavvuf eğitimi, el ele, diz dize verilen bir eğitimdir. Dervişler, aynı zamanda kardeş olduklarından, birbirlerine, "ihvan" veya "can" derdi. Tarikat, büyük bir aile, tekke de bu ailenin eviydi. Diz dize, şeyh efendiden ders alan derviş, ihvan arasında da âdâb ve erkân öğrenirdi. Tekkelerin kapatılması, okulların kapatılması gibi oldu ve dersler uzaktan verilmeye başlandı. Haliyle verilen eğitimin kalitesi etkilendi.

Her ne kadar gelenek içinde olsa da iyi yetişemeyen dervişler, şeyh efendiler, yetersiz olmaya başladı. Bunda, gördükleri terbiyenin eksikliği kadar, değişen dünyanın da etkisi oldu. Denetim ve kontrol olmadığı gibi hesap soran bir merci de bulunmayınca piyasada sahte şeyhler ortaya çıktı. Bir tarafta icâzeti olmayan, kitaplardan öğrendikleriyle kendini şeyh ilân eden şarlatanlar, diğer tarafta sayıları az da olsa şeyh olduğu halde sülûku layıkı vechile tamamlanamamış, kâmil olmayan mürşitler. İşin ilginç tarafı, gerçekten şeyh olanlar şeyh unvanını kullanmazken, bu türedi şeyhler bağırarak kendilerini şeyh olarak takdim ediyor. Bu tiplerin ağzı laf yaptığından, taraftar bulmakta da zorluk çekmiyorlar.

Bu durumda ne yapmalıyız?

Her şeyden önce işimizin kolay olmadığını, bir kişinin veya kurumun tek başına vereceği kararlarla sorunu çözemeyeceğimizi bilmeliyiz ve soruna tarikatlarla birlikte cevap aramalıyız. Tecrübelere bakarak bazı şeyler söylenilebilir.

1. Her şeyden önce meselenin alınacak kararlarla bir çırpıda çözülecek bir sorun olmadığını bilelim. Aldığımız hiçbir önlem, sorunları tam olarak çözemeyecektir.

2. Yasaklamak, çözüm olmadığı gibi sorunları daha da derinleştirecektir.

3. Temel ölçü, sıradan bir müslümanın bilmesi ve uyması gereken basit ilmihal ve akait kuralları ile farzlar ve haramlardır. Bu bilgiler, kişilere tam ve doğru bir şekilde öğretilmelidir.

4. Diyanet İşleri Başkanlığı, bu işlere bulaştırılmamalıdır. Diyanet İşleri, tüm müslümanları temsil etmektedir. Oysa müslümanlar arasında tasavvufa karşı olanlar da vardır. Ayrıca mevcut yapısı ile bu işlerin altından kalkacak durumda değildir.

5. Meselenin, dini aşan, politik, siyasi, ekonomik, psikolojik, uluslararası ilişkiler, güvenlik gibi boyutları da var. Göz ardı edilmemeli, uzmanların görüşleri alınmalıdır.

6. Aslolan, tarikatların kendini denetlemesidir. Geleneksel tarikatlar kendini denetler, hak etmediğini düşündükleri kimseyi şeyh yapmaz. Her zaman dikkatli olmuşlardır, bundan sonra da dikkatli olacaklardır.

7. Derviş olup özellikle yüz kızartıcı suç işleyenlere verilecek ceza, sınırın en üstü olmalıdır. Çünkü derviş olmak insanların güvenini kazanmak demektir ve bu güvenin sarsılmasına asla müsaade edilmemelidir.

8. New age akımları ile yaygınlaşan kimi mistik düşünce akımlarının tasavvufu kullandıkları görülür. Bunlardan sakınmak gerekir.

9. Konu tartışılırken günümüz dünyasının temel kavramları olan insan hakları, çok kültürlülük, örgütlenme hakkı vb. gibi birtakım haklardan bağımsız düşünmek pek mümkün görünmemektedir.

Birçok madde daha ilâve edilebilir. Ancak biz ne kadar önlem almaya çalışırsak çalışalım, her zaman sahtekârlar ortaya çıkacaktır. Hz. Peygamber henüz sağ iken yalancı peygamberler çıkmışsa yalancı şeyhlerin çıkmayacağını düşünmek de safdillik olur. Tarih, örnekleriyle doludur ve bundan sonra da tekerrür etmesi mukadderdir.

Allah milletimizi her türlü sapıklık ve sapkınlıktan muhafaza buyursun.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Diyar-ı Rum'a ne zaman Türkiye denildi?

02:00 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
03:00 Selçuklu Türkmenleri Anadolu'ya Ne Diyorlardı?
04:30 Anadolu'nun Adı Nereden Geliyor?
06:30 Türk Sultan ve Meliklerinin Rum Adını Değiştirmelerinin Nedeni Nedir?
08:30 "Rum" Kelimesi Coğrafi mi Yoksa Siyasi Bir İsim mi?
10:30 Diyar-ı Rum Nasıl Türkiye'ye Dönüştü?
13:30 Türkiye Adı İlk Defa Ne Zaman Kullandı?
16:15 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
19:30 Türkler Anadolu'nun Türkleşmesini Nasıl Başardı?
23:00 "Türklerin Gelmesiyle Anadolu Ciddi Bir Şekilde Kalkınıyor"
29:00 Türkler Geldiğinde Anadolu'da Nasıl Bir Yaşam ve Kültür Vardı?
34:00 Türkler Anadolu'ya Yerleşip Çoğaldıkça Yerli Halka Ne Oldu?
38:00 Gayrimüslimlerin Müslümanlaşmasında En Önemli Etken Nedir?
44:30 Türkiye Adının Yaygınlaşmasında Seyyahların Rolü Oldu mu?

Semazenlik ve Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı

02:00 Sema Nedir, Semazen Nedir?
03:45 Sema Eğitimi ve Semazenlik
09:00 Mevlana Zamanında Sema Var mıydı?
13:00 Hangi Tarikatlarda Sema'ya Benzer Bir Uygulama Vardır?
14:30 Sema, Mevlana'dan Sonra Bugünkü Halini Nasıl Aldı?
18:20 Semazen Olmak İçin Bir Şart Var mıdır?
21:00 Sema Gösterisi Neden Yapılır?
25:15 Semazenlerin Başları Neden Dönmez?
29:00 "Mevlevi Mukabelesi Bize Hayatın Kendisini Öğretir"
34:00 Semazenlerin Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı Nedir?
40:00 Sema Hareketlerin Sembolik Anlamı Nedir?
46:00 Semazenlerin Harektleri Ne Anlama Gelir?

ismailgulec.net