Asaf Halet Çelebi'nin İbrahim şiiri üzerine

[Güleç, İsmil. "Asaf Halet Çelebi'nin bir şiir üzerine" Yedi İklim Kültür Sanat Medeniyet Edebiyat Dergisi 353 (Ağustos 2019), s. 55-56.]

Türk edebiyatının mistik şairlerinden Asaf Halet'in en bilinen şiirlerinden biri İbrahim'dir. Şairle arasında ilişki kurularak açıklanan bu şiirden anladıklarımı şairinden bağımsız olarak ifade etmeye çalışacağım. Bu şiirden ne anladığımı açıklamaya başlamadan evvel Hz. İbrahim'in putlarla olan münasebetini anıştırarak dile getirdiği modern insana, kendisini Allah'tan uzaklaştıran şeyleri hatırlatan şiirini paylaşayım.

ibrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrahim
güneşi evime sokan kim

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
ibrahim
gönlümü put sanıp kıran kim

Şiir görüldüğü gibi üç bentten oluşuyor. Her bendin sonunda tekrarlanan sorularla da klasik şiirde yekahenk denilen konu ve anlam bütünlüğü sağlanıyor. Ayrıca her bent kendi içinde iki kısma ayrılmış. İlk üç dizede bir durum tespiti yapılırken sonraki dizelerde İbrahim'e soru sorlarak muhatap alınıyor.

Hz. İbrahim ve Buhtunnasır bilinmeden şiirin anlaşılması pek mümkün görünmüyor. Şairin, okurun telmihte bulunulan kişi ve olayları bildiğini düşünerek yazdığı belli. Hz. İbrahim edebiyatımızda birçok özelliği ile yer alırken burada putları kırmasına ve ateşe atılmasına göndermede bulunuluyor.

Şair şiirine, İbrahim'e seslenerek başlıyor.

ibrahim

Daha sonra İbrahim'den, İbrahim mertebesinde kabul ettiği birisinden yardım istiyor.

İçimdeki putları devir
elindeki baltayla

İçindeki putların elindeki baltayla kırılması Hz. İbrahim'in puthaneye giderek tüm putları kırdıktan sonra elindeki baltayı en büyük puta asması olayını hatırlatıyor. Akla gelen ikinci şey ise Ahmet Paşa'nın da söylediği gibi;

Gel gönül Kabe'sin ziyaret kıl
Kim oluptur makâm-ı İbrahim

İbrahim'in de makamı olan Kabe'den başkası değil. Gönül, Yunus Emre diliyle söylersek Çalab'ın tahtıdır ve Hakk'ın durağıdır. Hakk'ın gönle girmesi için önce putların kırılması yani temizlenmesi gerektiğini veciz bir şekilde ifade eder şair.

Şairin kendisine seslendiği ve içindeki diyerek mecaz yoluyla kastettiği kalbini putlardan yani istiare yoluyla kastettiği onu hakikatten uzaklaştıran kalbindeki arzu ve heveslerden temizlemesini istediği kimse kim olabilir?

Burada şair İbrahim mesabesinde olan bir mürşid veya İbrahim gibi kendi kendine düşünerek hakikati bulan nefsine seslenmiş olabilir. Mürşidine ismiyle veya önünde bir saygı ifadesi olmadan seslenmesinin pek yaygın olmadığı düşünülecek olursa şairin kendisine seslendiği söylenebilir. Şair kendisine seslendikten sonra kip ve muhatabı değiştirerek okura bir soru soruyor:

kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

Şair sorduğu sorunun cevabını tabi ki biliyor. Ancak istifham ile tecahül yapıyor burada. Putları kırdıktan sonra yerine konulanların da putlar olduğunu anlıyoruz. İbrahim'in kırdığı putların yerine yenilerini koyanlar Nemrud'un adamları, yani putların kırılmasından hoşlanmayanlar olmalı. İnsan için düşündüğümüzde ise Nemrud'un yerini bu sefer şeytan alıyor. Şeytan insanın Allah'tan uzaklaşmasını ister, insan önündeki duvarları yıktıkça şeytan yeni duvarlar örer. O halde putları bir kez yıkmak ve kırmak yetmiyor, şeytanın putları tekrar koyabileceği imkanı ve şartları bulamaması lazım. Şairin burada bir gayret içinde olduğunu, kırmaya çalıştığı putların yerine hemen yenisinin konulduğunu, şeytanın kendisini rahat bırakmadığını farkediyoruz.

Kalbin temizlenmesi ise iki aşamalıdır, yani putlar iki defa kırılmalıdır. İlki Yunus Emre'nin gönül pasını yumak olarak tarif ettiği gönlü kötü düşüncelerden arındırmak, ikinci aşama ise iyi ve güzel şeyler de olsa bu dünyaya ait olan nesnelere, kavramlara ve şahıslara olan sevgiyi oradan kaldırmaktır. Bunlardan ilki şeriat ile, ikincisi de tarikat ile olur. Böylece boşalan gönül Allah ve sevgisi ile dolacaktır. Buna da marifet denir. Marifet sahibi olduktan sonra da hakikat kendiliğinden gelecektir. Tasavvuf yolcusunun arzularının en önemlisi de budur.

Şairin kendisine veya okura sorduğu bu soru aslında içine düştüğü bir durumu, bir sıkıntıyı ifade etmekten başka bir şey değil. Başlangıçta bu dünyaya ait nesnelerin sevgisi olarak yer alan putlar yıkıldıktan sonra yeniden yerine başka putların konulması akla seyrüsülukunda yolundan vazgeçirmek, çeldirmek, ayaklarını kaydırmak için kalbe ilham edilen muhabbetleri getiriyor.

Şair ikinci bentte de İbrahim'e, yani kendisine soru sormaya devam ediyor.

Güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü

putların boyunları kırıldı

Şair buz ile güneş arasındaki tezattan istifade ederek çarpıcı bir benzetme yapıyor ve bu benzetme akla Şeyh Galip'in ateşten denizlerde mumdan kayıklar yürütmesini getiriyor. Buzdan evi (teşbih-i beliğ) yani muhabbetin ısıtmadığı kalbi, güneşin yani mürşidin ve onun kendisine aktardığı ledün ilminin, hakikat bilgisinin yıkması, yani eritmesi, sevgiyle ve hakikat bilgisiyle doldurması şairin geçirdiği aşamaları anlatıyor. Hakikatleri idrak ettikçe kalbin yumuşaması, inkarın ve cehaletin buz gibi olan soğukluğunun ve katılığının ilim ve muhabbet güneşi ile erimesi, her biri bir kötü huya benzeyen buzların düşmesi, onlardan kurtulması anlamlarına geliyor.

Bunları söyledikten sonra sorusunu sorarak bendi tamamlıyor.

İbrahim
güneşi evime sokan kim

Bu soruya iki şekilde cevap verebiliriz. İlki Hz. Muhammet. Şair bu bentte gönlünü benzettiği Kabe'nin Mekke'nin fethiyle putlardan temizlenmesine benzetiyor adeta. Güneşin eve girmesi için putlardan temizlenmesi gerekiyor. Padişahın saraya, yani eve girmesi için içinin boşaltılması gerekiyor. Şairin buzdan evine güneşi sokarak buzları ve putları kıran, yani cehalet ve gaflet içindeki hayatına girerek onu kötü huy ve alışkanlıklardan kurtaran ve Hakk'a yaklaştıran mürşidinden başkası değil. Kabe'nin içindeki putları Hz. Muhammed temizlemişti. Şairin kalbindeki kir ve pası da mürşidi temizliyor. Şairin burada söylemek istediği şey Şemsettin Sivasi'nin şu nutkunda dile getirdiklerinden başka bir şey değil:

Vâsıl olmaz kimse hakk'a cümleden dûr olmadan
Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pür-nûr olmadan
Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede hakk
Pâdişâh konmaz saraya, hâne mamûr olmadan

Son bentte şair bu sefer mekanı ve zamanı değiştiriyor. Bu sefer yine Mezapotamya'da ama bu sefer başka bir şehire gidiyor. Babil ve onun efsanevi kralı Nabukannezar'a. Ancak İbrahim'den yine de uzaklaşmıyor. Belki isim olarak zikretmiyor ama İbrahim ile ilgili iki kavram üzerinden ona göndermede bulunuyor. Biri Babil, diğeri onun meşhur bahçeleri.

Bu bentte sürekliliği sağlayan iki unsur var. İlki putlar, diğeri bendin sonunda tekrar edilen sorular.

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı

Buhtunnasır veya daha bilinen adıyla Nabukadnazar Milâttan önce 605-562 yılları arasında hüküm süren, Yahuda Devleti'ni ortadan kaldırarak Kudüs'ü ve Süleyman Mâbedi'ni yakıp yıkan Bâbil kralının adı. Ama o şiirde, karısı için yaptırdığı eski dünyanın dillere destan harikalarından biri olan Bâbil'in asma bahçeleri ile anılıyor. Bâbil'in Eskiçağ tarihinde klasik yazarları da etkileyen ve şehri tasvir ederken mübalağa yapmalarına sebep olan çok büyük bir şöhreti var. Burası daima, özellikle insanoğlunun kendini beğenmişliğinin, Allah'a baş kaldırışının, ahlâksızlığın ve büyücülüğün merkezi kabul edilmiş. Harut ve Marut'un sallandırıldığı kuyu da Babil'de, Tanrı'ya ulaşmak için dikilen kule de. Ama şiirde asma bahçeleriyle yer alıyor.

İbrahim'den bahsederken birden Buhtunnasır'a geçmesinin nedeni ne olabilir, sorusu akla geliyor. Buhtunnasır ile İbrahim arasında tarihi bakımdan bir ilişki yok ancak Babil ile İbrahim ve bahçe ile İbrahim arasında bir ilişki var. Bir kısım rivayetlere göre Nemrud İbrahim'i Babil'de ateşe attı. Ve ateş İbrahim için güzel bir bahçeye döndü. Şair İbrahim'in ateş iken cennete dönüşen bahçesi ile Buhtunnasır'ın cennet iken ateşlere, yani harap olan bahçesi arasındaki tezata iyham yoluyla dikkat çekiyor.

ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı

Zamansız bahçeler (alışılmamış bağdaştırma) ile şair neyi kastetmiş olabilir? Buhtunassır'ın karısı için yaptırdığı cennete meydan okuyan bahçesi ve güzelleri şairin mürşidinden önceki hali olmalı. Bu bahçelerin akıbeti ise harap olmak. Oysa insan için akıbeti güzel olan bahçe, yani cennet daha önemli. Şairin Buhtunnasır'ın yaptırdığı bahçedeki güzellerin hepsini kucaklaması türlü zevk ve eğlenceler peşinde olduğunu ifade ediyor. Her biri bir put gibi tapınılacak kadar çekici güzellerin şairde kalması cehalet içinde olduğu dönemi ve o dönemde yaptıklarını işaret ediyor.

ibrahim
gönlümü put sanıp kıran kim

Şair şiir boyunca sürdürdüğü sorularını bu kez farklılaştırarak soruyor. Gönlün puta benzetilip kırılması üzerinde düşünülmeyi ve konuşulmayı hak ediyor. Bu soruyu öncekilerden farklı kılan husus 'sanıp' ifadesinde yatıyor. 'Sanıp' ifadesi sanki, öyle olmadığı halde öyle olduğunu zannettiğini düşündürüyor okura. Şairin gönlünü puta benzeterek kıranın bunu isteyerek mi yoksa sehven mi yaptığı akla geliyor ister istemez. Bu kafa karışıklığında gönül kırmak deyiminin de katkısı var biraz. Biraz dikkat edince gönül kırmanın bilinen anlamından farklı kullanıldığı anlaşılıyor.

Şiir tasavvufi kavramlarla dolu. Asaf Halet'in seyrü sülukunda yaşadığı halleri bize aktarıyor adeta. Bir dervişin henüz yolun başında iken yaşadığı zorlukları gözler önüne seriyor. Bu bakımdan şiirin oldukça değerli ve önemli olduğunu söyleyebiliriz ve onu pekala tasavvufi şiir örnekleri arasında gösterebiliriz.





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Diyar-ı Rum'a ne zaman Türkiye denildi?

02:00 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
03:00 Selçuklu Türkmenleri Anadolu'ya Ne Diyorlardı?
04:30 Anadolu'nun Adı Nereden Geliyor?
06:30 Türk Sultan ve Meliklerinin Rum Adını Değiştirmelerinin Nedeni Nedir?
08:30 "Rum" Kelimesi Coğrafi mi Yoksa Siyasi Bir İsim mi?
10:30 Diyar-ı Rum Nasıl Türkiye'ye Dönüştü?
13:30 Türkiye Adı İlk Defa Ne Zaman Kullandı?
16:15 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
19:30 Türkler Anadolu'nun Türkleşmesini Nasıl Başardı?
23:00 "Türklerin Gelmesiyle Anadolu Ciddi Bir Şekilde Kalkınıyor"
29:00 Türkler Geldiğinde Anadolu'da Nasıl Bir Yaşam ve Kültür Vardı?
34:00 Türkler Anadolu'ya Yerleşip Çoğaldıkça Yerli Halka Ne Oldu?
38:00 Gayrimüslimlerin Müslümanlaşmasında En Önemli Etken Nedir?
44:30 Türkiye Adının Yaygınlaşmasında Seyyahların Rolü Oldu mu?

Semazenlik ve Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı

02:00 Sema Nedir, Semazen Nedir?
03:45 Sema Eğitimi ve Semazenlik
09:00 Mevlana Zamanında Sema Var mıydı?
13:00 Hangi Tarikatlarda Sema'ya Benzer Bir Uygulama Vardır?
14:30 Sema, Mevlana'dan Sonra Bugünkü Halini Nasıl Aldı?
18:20 Semazen Olmak İçin Bir Şart Var mıdır?
21:00 Sema Gösterisi Neden Yapılır?
25:15 Semazenlerin Başları Neden Dönmez?
29:00 "Mevlevi Mukabelesi Bize Hayatın Kendisini Öğretir"
34:00 Semazenlerin Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı Nedir?
40:00 Sema Hareketlerin Sembolik Anlamı Nedir?
46:00 Semazenlerin Harektleri Ne Anlama Gelir?

ismailgulec.net