Üniversite demek laboratuvar demek

Coranavirüs sayesinde üniversiteleri daha çok konuşur olduk. Gazetelerde ve haber sitelerinde aşı çalışmaları ile ilgili çokça haberler çıkıyor bugünlerde. Şu anda dünyanın farklı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de birçok üniversitede aşı üzerine çalışmalar yapıldığını okuyoruz. En son sağlık bakanı twiter hesabından açıkladı. Daha önce Kırım Kongo Kanamalı Ateşi aşısının insanlara yönelik denemelerinde başarı sağlayan Erciyes Üniversitesi'nden Prof. Dr. Aykut Özdarendeli'nin Covid-19'a karşı aşı geliştirme çalışmaları ile tanı ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi çalışmalarına ivme kazandıracağı söylendi.

İçimizdeki karamsarlığı dağıtan haberleri duymaya ne kadar çok ihtiyacımız varmış meğer. Sultan şairimizin;

Kim kesilmez havf-ı şeytân ile îmândan ümîd

Dediği gibi virüs korkusundan dolayı ümitsizliğe düşmüşken gelen bu haber bizi ümitlendirdi.

Laboratuvar ve kütüphane olmadan olmaz

Üniversitenin dört görevi olduğu söylenir.

1. Bilginin üretilmesi: Toplumun refahına ve zenginleşmesine katkıda bulunan araştırmalar yapmak, yaşanılan sorunlara çözüm üretmek.

2. Üretilen bilginin aktarılması: Üretilen bilgi eğitim-öğretim yolu ile öğrencilere aktarılmak.

3. Bilginin muhafaza edilmesi: Üretilen bilgilerin gelecek nesillere aktarılması için muhafaza etmek.

4. Bilginin yayılması: Üretilen bilginin toplumun hizmetine sunulmasıdır. Sunum ise üretilen veya geliştirilen bilgi ve ürünlerin toplumun sorunlarını çözmede kullanılmasına imkân sağlayacak organizasyonlar ile sağlanır.

Üniversiteyi üniversite yapan değerlerden biri de bilgiyi üretme mekânı olarak zengin kütüphane ve işlevsel laboratuvarlara sahip olmaktır. Bu iki kurum araştırmanın öneminin anlaşılması ve bilimsel çalışmaların değer kazanması, üniversite öğretim üyelerinin çalışmaları ve öğrenci yetiştirmeleri açısından da çok önemli.

Üniversiteye olan inancımı kuvvetlendirdi

Bu haberlere ben herkesten daha fazla sevindim. Üniversitenin, uzmanlığın, araştırmacılığın ve laboratuvarın ne kadar önemli olduğunu toplum olarak çok iyi idrak ettiğimiz bugünlerde duyduğum ve bildiğim bazı haberler herkes gibi bizi de çok üzüyordu. Hatta üniversiteye olan inancımı zayıflatıyordu.

Ne demek istediğimi açıklayayım. Birkaç sene önce bir üniversitemizde devletin üst kademesinin de katıldığı bir törenle bölgenin en büyük laboratuvar binası hizmete açılır. O dönemin parasıyla sadece on milyon liralık teçhizat alınır.

Aradan geçen birkaç seneye rağmen laboratuvarlar faaliyete geçmez bir türlü. Birkaç küçük cihaz dışında kullanılan cihaz da yoktur ve laboratuvarlar hocaların hizmetine bir türlü sunulamaz. Üstelik bu üniversitemizde virüs konusunda yaptığı çalışmalarla bilinen ülkenin önde gelen hocalarından biri ve ekibi vardır.

Laboratuvarda aşıyı bulmak için çalışmalar yapması gereken hocalar ise evlerinde oturup dünyanın dört tarafında yapılan çalışmalarla ilgili haberleri izlerler maalesef.

Araştırmacılar çok iyi bilir, bir konuda sonuç alınması o konuda yapılan araştırmaların sayısının çokluğu ile ilgilidir. Yüzlerce araştırmacı çalışır, bir veya ikisine nasip olur bulmak. Araştırmanın doğası böyledir. Siz hayatınızı verirsiniz, bulamazsınız. Sizden sonra biri gelir, sizin çalışmalarınızda sizin fark etmediğiniz bir noktayı görür ve bulur. Sıradan bir insan bu durumda adam yıllarca çalışmış, bulamamış. Öbürü hemen bulmuş, ne kadar iyi bir araştırmacı, diyebilir ama bilim adamları bunun böyle olmadığını bilir. Çünkü bilim duvar gibidir, yapılan her araştırma ise bir tuğla. Tuğlalar olmadan duvar örülmez. Yıllarca çalışıp o yolu açmasaydı arkasından gelip o keşif yapılamazdı.

Meselenin bir başka boyutu daha var. Birçok üniversitede YÖK 100/2000 doktora programı var. Muhtemelen bu üniversitede de sağlık ve mühendislik programları vardır. Peki bu ihtiyaç olan alanlarında doktora yapan öğrenciler laboratuvara giremiyorsa araştırmasını nerede yapacak? Hangi öncelikli alana katkıda bulunacak?

Belki o üniversitemizin yöneticileri zamanında laboratuvarların yönetimini bu işten anlayan birine teslim etselerdi belki bugün gazetelerde o üniversitenin adını da görüyor olacaktık. Ama gelin görün ki orası anlamadığı mevzularda ahkam kesenlerin hüküm-ferma olduğu bir yer.

Böyle bir olay devlet üniversitelerinde nadir de olsa görülür ama hiçbir vakıf üniversitesinde öyle bir bina ve on milyonluk cihazı iki sen boş yatarken göremezsiniz. Üstelik on milyon liralık cihazı, yeni bitmiş binayı iki seneden beri boş bırakarak devlete şu kadar lira zarara uğrattığı için kimse hesap da sormaz.

Hele verilen bir zarar daha var ki değeri parayla ölçülemez. O da laboratuvarlarda çalışacak hocaların covid virüsünün engellenmesine katkıda bulunacak bir sonuca ulaşarak belki de yüzlerce, binlerce insanın hayatını kurtaracak olması. Bunu düşündükçe üzüntüm birkaç kat daha artıyor. Birkaç basiretsiz yöneticinin aldığı keyfi kararların ülkemize verdiği zararı düşünebiliyor musunuz?

Şimdi siz benim üniversitelerin ve ilmin namusunu kurtaran aşı ile ilgili haberlere niçin bu kadar sevindiğimi anladınız mı?

Develere kanat takmak

Bu yöneticileri görünce aklıma Nasreddin Hoca'nın bir fıkrası geldi. Hoca camide vaaz ederken cemaate seslenmiş:

- Ey cemaat! Allah'a şükredin, develere kanat vermemiş. Kanat verseydi evlerinizin çatılarına konduğunda başınıza neler gelirdi, neler!

Bu fıkrayı yorumlayan İsmail Emre der ki: Allah'ın her kuluna mal ve makam vermediğine şükredin. Yoksa evlerimiz başlarımıza yıkılırdı.

Allah develere kanat vermemiş ama biz hayatında laboratuvarın kapısından geçmemiş birine laboratuvarları teslim ederek deveye kanat vermiş gibi olduk.

Bir tarafta aşı bulmak için proje üreten laboratuvardan çıkmayan hocalar öte yanda bir kenar mahalledeki konfeksiyon atölyesinin yapabileceği maskeleri yapmak için bilimsel proje yaptığını sanan üniversiteler.

Gel de Rûhî-i Bağdadî'yi anma:

Alemde ki kâmil çeke gam zevk ede câhil

Yirden göğe dek yuf bana ger demez isem yuf

Arif ki ola müdbir ü nâdân ola mukbil

İkbâline yuf âlemin idbârına yuf





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Diyar-ı Rum'a ne zaman Türkiye denildi?

02:00 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
03:00 Selçuklu Türkmenleri Anadolu'ya Ne Diyorlardı?
04:30 Anadolu'nun Adı Nereden Geliyor?
06:30 Türk Sultan ve Meliklerinin Rum Adını Değiştirmelerinin Nedeni Nedir?
08:30 "Rum" Kelimesi Coğrafi mi Yoksa Siyasi Bir İsim mi?
10:30 Diyar-ı Rum Nasıl Türkiye'ye Dönüştü?
13:30 Türkiye Adı İlk Defa Ne Zaman Kullandı?
16:15 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
19:30 Türkler Anadolu'nun Türkleşmesini Nasıl Başardı?
23:00 "Türklerin Gelmesiyle Anadolu Ciddi Bir Şekilde Kalkınıyor"
29:00 Türkler Geldiğinde Anadolu'da Nasıl Bir Yaşam ve Kültür Vardı?
34:00 Türkler Anadolu'ya Yerleşip Çoğaldıkça Yerli Halka Ne Oldu?
38:00 Gayrimüslimlerin Müslümanlaşmasında En Önemli Etken Nedir?
44:30 Türkiye Adının Yaygınlaşmasında Seyyahların Rolü Oldu mu?

Semazenlik ve Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı

02:00 Sema Nedir, Semazen Nedir?
03:45 Sema Eğitimi ve Semazenlik
09:00 Mevlana Zamanında Sema Var mıydı?
13:00 Hangi Tarikatlarda Sema'ya Benzer Bir Uygulama Vardır?
14:30 Sema, Mevlana'dan Sonra Bugünkü Halini Nasıl Aldı?
18:20 Semazen Olmak İçin Bir Şart Var mıdır?
21:00 Sema Gösterisi Neden Yapılır?
25:15 Semazenlerin Başları Neden Dönmez?
29:00 "Mevlevi Mukabelesi Bize Hayatın Kendisini Öğretir"
34:00 Semazenlerin Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı Nedir?
40:00 Sema Hareketlerin Sembolik Anlamı Nedir?
46:00 Semazenlerin Harektleri Ne Anlama Gelir?

ismailgulec.net