Dünyayı iyilik kurtaracak

Geçtiğimiz hafta sonu, ikinci hafta kaldırılır endişesiyle ki bir önceki filmi öyle olmuştu, hemen Semih Kaplanoğlu'nun Oscar'a aday gösterilen filmini seyretmeye gittim. Filmin sonunda aklıma nedense Hüseyin Atlansoy'a ait olduğunu sandığım aklımda kaldığı kadarı ile şu dizesi geldi:

Zekamızla baş edebilirsiniz ama saflığımızla asla

Bu dizeyi izah etmek için film çekilse herhalde bu kadar olurdu. Filmin iki kahramanından biri olan Kübra Pir'in canlandırdığı ve benim çok başarılı bulduğum Aslı'nın zekası en az Kübra Pir kadar başarılı olan Ece Yüksel'in canlandırdığı Gülnihal'in saflığı ile baş edemedi ve teslim oldu. Bana soracak olursanız filmin özeti ve konusu bu.

Film bana bir şeyi daha hatırlattı. Çok uzun zaman önce, bulunmuş olduğum bir sohbette bir kamil bir mürşit riyazet ve mücahede bahsini anlatırken kadınların mücahedeye, yani benlik ve bencillikten kurtulmak, kendilerini bilmek ve nefislerini terbiye etmek için ayrıca çalışıp gayret etmelerine gerek olmadığını, çocuk doğurmalarının kâfî olduğunu söylemişti. Mürşidin söylediklerini anlamam için daha çok şey yaşamam gerekecekti. Yaşasaydı herhalde anlatmak istediği hakikatin Aslı'nın Gülnihal üzerinden kendisini ve anneliğini sorgulaması olduğunu söylerdi.

İsmi filmin özetliyor

Filmin adı biraz farklı. Bağlılık serinin adı Aslı ise bu filmin adı. Böyle olmakla birlikte anlamlı bir isim de olmuş. Aslında bebek ve anne yerine kullanılmış gibi. Filmde doktor bağlılığın ne olduğunu açıklıyor. Bebeklerin anne karnından çıktıktan sonra bedenlerinin annelerinden farklı olduklarını anladıkları zaman yaşadıkları ikinci travmaya deniyormuş. O travmayı erken yaşamak istemeyen bir bebek ve çocuğunu sütten kesmek isteyen bir annenin arasında geçen mücadele. Bu mücadele kaybeden yine aklı ve zekayı temsil eden Aslı oluyor, saf olan kazanıyor tabi ki.

Film başladığı sahne ile bitiyor. Seyirci önce meraklandırılıyor, en sonunda merakı gideriliyor. Bu yönüyle ilk sahnede verilen fotoğrafın hikayesi anlatılmış.

Filmin özetini ve diğer bilgileri ilgili sitelerde rahatça bulabilirsiniz. O bahse girmeden aklımda kalanları ve düşündüklerimi paylaşacağım.

Filmde bir hakikat daha dile getirilmiş. Bir evde çocuk oldu mu baba artık o evde getir götür işlerine bakan bir memurdan başka bir şey değildir. Bu filmde bu hakikat çok güzel yansıtılmış.

Film modern kadının dramı, trajedisi mi desem yoksa, üzerine kurulu. Bir tarafta kariyer diğer tarafta çocuk. Hangisini seçse diğeri yarım kalacak.

Felekler nerdiban olsa çıkma evc-i ikbâle

Diyen İzzet Molla'yı dinlese çocuğu tercih edecek. Ama o bencilce bir karar alarak tam tersini, kariyeri tercih ediyor. Bunun için de bebeği ihmal etme bahasına eski formuna kavuşmak için spor yapıyor, bisiklete biniyor, makyaj yapıyor ve yeni elbiseler alıyor. Bebeğinin kendisine çok ihtiyacı olduğu halde boş zamanlarında bile ona vakit ayırmayıp anneliği adeta günün belli saatlerinde yapılan bir vazife olarak görüyor. Bu haliyle zindanını özleyen bir kadının ona cenneti yaşatacak hayattan kaçmak için verdiği mücadeleye tanık oluyoruz.

Aslı

Filmin başkişisi Aslı. Henüz 7 yaşında iken annesi tarafından terkedilen bir kız. Hayata tutunamayan ve her geçen yıl geriye giden bir babanın yanında büyüyen Aslı duygularını bastırmış, aklıyla hareket eden, her konuya mantıkla yaklaşan modern bir kadın. Kimseye güvenmiyor ve gerektiğinde acımasız olabiliyor. Bisikletini tamir edecek kadar becerikli, yolda ölmüş bir köpeği kaldırıp kenara atacak kadar cesur ve kendine güvenen biri. Bebeğine ve Gülnihal'e zaman zaman bu kadar acımasız davranmasının altında da geçmişinde yaşadıkları yatıyor besbelli. Aslı'nın içinden çıktığı mahalle ile doğup büyüdüğü ev ile yaşamını sürdürdüğü, yoksa kendisini hapsettiği mi demeliyim, site ve ev aslında iki farklı dünyayı temsil ediyor. Üç durak ötede yaşayan Gülnihal ise Aslı'nın sırtını döndüğü dünyanın insanı.

Gülnihal, Aslı'nın kaybettiği geçmişi, insanlığı, kadınlığı, anneliği daha da ötesi insanlığı temsil ediyor. Aslında bu haliyle kaybettiği cenneti ona geri getiren bir melek. Gülnihal kendisi bilmese de Aslı'ya ayna oluyor, ona eksiklerini göstererek içine düştüğü girdaptan çıkmasına vesile oluyor. O, Aslı'ya anneliği öğreten bir mürebbiye, yoksa insanlığı öğreten mi demeliyim!

Film bir kayboluş ve buluş hikayesi aynı zamanda. Hangimiz kaybolmadık, hangimiz savrulmadık? İçinde yaşadığımız çağın sorunlarıyla hangimiz boğuşmuyoruz? Kalabalıklar içinde yalnız olduğunu düşünmeyen kaç kişi var aramızda? Kendimizi işimize ve kariyerimize adayarak annemizi, babamızı, kardeşlerimizi, yakın akrabalarımızı ve arkadaşlarımızı da ihmal etmiyor muyuz? Ne kadar da meşgulüz hepimiz, hiç düşündünüz mü? Birkaç kuruş daha fazla harcayabilmek için hayatımızı zindana çeviriyoruz farkında olmadan.

Böyle yaparak etrafımıza ördüğümüz duvarların bizi hapsettiğinin farkında bile değiliz. Para kazanmak arzusu bir duvar, eskilerin makam ve mevki şimdikilerin ise kariyer dedikleri şey bir diğer duvar. Öfkemiz ve kinimiz, zevk ve safa peşinde koşmak ile şöhret olmak da diğer duvarlar. İçine kendimizi hapsettiğimiz bu duvarlar kendimizi, hakikatimiz görmemizi engelliyor ve bizleri kendisine tapan, kendisinden başka bir şey düşünmeyen insanlara dönüştürüyor.

Gülnihal

Aslı çok şanslı. O anne olmakla kendisini hapsettiği zindanın kapılarını açacak bir anahtar buldu. Anne olmanın ne demek olduğunu ise ona cahil, köylü ve daha küçük bir kız olan Gülnihal öğretti. Gülnihal'in ne parlak bir özgeçmişi ne de ışıltığı bir kariyer planlaması vardı. Onun kariyer planlaması sevdikleriyle birlikte yaşayacağı bir ev ve o evde kaynayacak bir tas çorbadan ibaret. Mutlu olmak için başka sevmek ve sevilmekten başka bir şeye ihtiyacı yoktu.

Film bu açıdan modern bir menakıbname ve Gülnihal de bir mürşit, bir yol gösterici, Anadolu'nun saf ve temiz çocuğu, kötülüğü ve günahı bilmeyen bir melek. Avrupalarda okumuş Raci'ye hakikatleri gösteren de mezarlıkta yaşayan meczup görünüşlü Aynalı Dede değil miydi?

İnci Küpeli Kız

Gülnihal, ilk gördüğüm sahneden itibaren hep birini hatırlattı bana. Sonlarına doğru hatırladım kime benzettiğimi. Meşhur İnci Küpeli Kız resmindeki kız. Lütfen Gülnihal'i ve meşhur resmi yanyana koyup bakınız. Eminim bana hak vereceksiniz.

Film üzerine konuşulacak daha çok şey var hiç şüphesiz. Ben kendimce önemli bulduğum yönleri üzerinde durdum. Semih Kaplanoğlu Aslı'nın yaşadığı duyguları bize bulaştırmayı başarmış. Kendisini ve oyuncuları tebrik ediyorum ve hak ettiklerini düşündüğüm Oskar ödülünü almasını diliyorum.

Aslı'nın kızının adı Zeynep. O zaman biz de Zeynep Hatun'un ağzından Aslı'ya ve tüm Aslılara seslenerek yazımızı tamamlayalım:

Zeyneb, ko meyli zînet-i dünyâya zen gibi

Merdâne var sâde dil ol terk-i zîver et





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Mehmet Akif Ersoy ve musiki

02.00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü ve Bestelenmiş Şiirleri
03:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki İle İlişkisi Nasıl Başladı?
07:00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
08:30 Mehmet Akif Ersoy İle Neyzen Tevfik Nasıl Tanıştı?
11:00 Mehmet Akif Ersoy'un, Neyzen Tevfik İle Olan Dostluğu
15:15 Mehmet Akif Ersoy, Musiki Alanında Kimlerden Ders Aldı?
18:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
21:10 "Mehmet Akif Ersoy, Ölmeden Önce Musiki Üstadı Olarak Tanınıyordu"
27:30 "Musiki, Tüm Varlığın Anladığı Bir Dildir"
30:30 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Meclislerindeki Rolü
33:15 "Mehmet Akif Ersoy, Musiki Meclislerine Değer Katan Bir Kişiliktir"
37:30 Mehmet Akif Ersoy'un "Sait Paşa İmamı" Şiiri ve Bestelenme Öyküsü

Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-Nüfûs’u

Müzekki’n-Nüfus’un en çok okunan halk kitapları arasında olmasının nedeni rehber kitap olması, dilinin sade ve anlaşılır olması, inşa edilmeye çalışılan milleti irşat etmesi.

Sanat endişesinden uzak, müridlere doğrudan doğruya tasavvufî-ahlâkî hakikatleri anlatma gayesini taşıyan Müzekki’n-nüfûs, geniş halk tabakasının kolayca anlayabileceği şekilde sade bir Türkçe ile yazılmış ve tasavvufun halk arasında yayılmasında önemli hizmet görmüştür. Müellifin Osmanlı döneminde Anadolu’da kurulan ilk tarikatlardan biri olan Eşrefiyye’nin pîri olması dolayısıyla kitabın Türk tasavvuf ve düşünce tarihinde ayrı bir yeri vardır. Yeni sayılabilecek herhangi bir görüşe yer verilmemekle beraber tasavvufun temel konularıyla tarikat terbiyesinin esaslarını başarılı bir üslûpla özetleyen Müzekki’n-nüfûs, yazıldığı devirden itibaren Muhammediyye ve Envârü’l-âşıkīn gibi geniş halk toplulukları tarafından benimsenmiş, daha sonraki devirlerde kaleme alınan bu tür eserlere örnek teşkil etmiştir.

ismailgulec.net