Akademisyen dediğin Kiel gibi olmalı

Son iki yazı Rumeli'ni dolaşarak geçirdim. Geçen sene Bulgaristan'ı, bu sene de Yunanistan'ı baştan sona gezdim desem abartmış olmam. Gezi nedenim ise tekke ve türbeleri görmek, fotoğraflamak ve haklarında bilgi vermek, unutulma ve yok olma girdabına düşmekten kurtarmaya çalışmak. Bulgaristan gezisi Bulgaristan'ın Manevi Bekçileri isimli bir kitabı doğurdu. Kısmet olursa birkaç ay içinde de Yunanistan gezisinin sonuçlarını kitaba dönüştüreceğim.

Her iki kitabı hazırlarken yüzlerce kaynağı taradım ve birçok eserden yararlandım. Ama bir kişi var ki her iki ülke için kendisinden ziyadesiyle istifade ettim. Öyle ki onu takdir etmemek ve kendisinden bahsetmemek mümkün değil.

Bu değerli bilim adamı Prof. Dr. Machiel Kiel. Onun çalışmaları olmasa hazırladığım kitaplar çok eksik kalacaktı. Ekrem Hakkı Ayverdi'nin bıraktığı yerden devam eden Osmanlı hayranı bu sanat tarihçisi Hollandalıyı sizlere kısaca tanıtayım.

1938 yılında Amsterdam yakınlarında bir kasabada doğmuş. Kanallarıyla meşhur Hollanda'da süt taşıyan küçük bir geminin kaptanı olan bir baba ile ev hanımı bir annenin çocuğu. İlk tahsilini köyündeki okulda almış. Öğretmeni ona tarihi sevdirmiş. Ancak liseye gidecek kadar başarılı olamayınca iş hayatına atılmış. 14 yaşında ailesinin yükünü hafifletmeye çalışmış. Girdiği işler arasında inşaat da var. Böylece binalara aşinalık kazanmış. Daha sonra merakından sanat değeri olan mimari eserlerle ilgili kitaplar almış, okumuş. Bu arada üç dil, Almanca, İngilizce ve Fransızca öğrenmiş. Hollanda yasalarına göre üç dil bilen biri lise mezunu olmasa bile üniversiteye girebiliyormuş. Kiel de bu yasadan yararlanarak Amsterdam Üniversitesine başvurmuş ve girdiği dil sınavında başarılı olunca Sanat Tarihi bölümüne kaydını yaptırmış. 1983'te 45 yaşında aynı üniversitede ve aynı bölümde doktora tezini tamamlamış ve sanat tarihi doktoru, 1993'te de Utrecht Üniversitesi'nde profesör olmuş. Harvard, Münih, Durham gibi dünyanın önde gelen üniversitelerinde dersler, konferanslar vermiş.

50 yılı aşkın bir süre Balkanlarda Osmanlı eserlerini aramış, Osmanlılara dair ne varsa görmeye çalışmış, fotoğrafını çekmiş ve raporlamış. Yetkililere de bildirmiş durumu. Bunu yaparken de takibata uğramış, hapse düşmüş, dayak yemiş, kovulmuş, aç kalmış, yolda kalmış. Kısaca başına gelmeyen kalmamış. Eh şimdiki gibi değil o zamanlar, kominizim rejimi var ve bir yerden bir yere gitmek o kadar kolay değil. Hele elde fotoğraf makinesi ile hiç değil. Ama hiçbir zorluk onu çalışmalarından vazgeçirememiş. Büyük hoca olmanın bedelini fazlasıyla ödemiş. Bedeli ödenmeden sahip olunan hiçbir şey kıymetli olmuyor maalesef.

Bunca çalışmanın semeresi ise sahasında her biri başvuru sayılabilecek 230 makale ve 12 kitap olmuş. Ayrıca İslam Ansiklopedisi'ne tam 127 madde yazmış Kiel.

Osmanlı eserleri ile ilgilenmesi ise Yanya'da bir Osmanlı eseri görmesiyle başlamış. Daha sonra Belgrat'ta bir eser daha görünce Balkanlardaki Osmanlı eserlerini inceleme ve araştırma arzusu duymuş. Görmüş ki Osmanlı her gittiği yere medeniyet götürmüş, orasını bayındır hale getirmiş. Ve sonra ülke ülke gezmeye başlamış. En az gittiği yere iki defa gitmiş ki bu bence çok önemli. Çünkü ilk gidişte fark edemediğimiz veya bilmediğimiz için göremediğimiz birçok özellik olabiliyor.

Üzüntü verici olan durum ise Kiel'in gezdiği dolaştığı zamanlarda bizden biri Kiel gibi gezip dolaşmamış, çalışmamış. Son yıllarda Bulgaristan'ı Gülberk Bilecik, Yunanistan'ı kısmen de olsa Neval Konuk araştırıyorlar. Ama Kiel'in onlardan küçük bir farkı var. O, 25 yıl boyunca İstanbul, Ankara, Sofya, Atina ve Selanik arşivlerinde de çalışmış. Kiel emekli olmasına rağmen çalışmalarına Hollanda Araştırmaları Enstitüsü'nde devam ediyor.

Kiel'in önemli bulduğum özelliklerini sıralayayım. Böylece onun şahsında ideal bir akademisyeni de tanımlamış olurum.

Her şeyden önce bir akademisyende olması gereken onu akademisyen yapacak iki şeye sahip. Aşk ve merak. Bunlar ön şart. Sonra sırasıyla şunlar var.

Birincisi, çalıştığı konu için gerekiyor diye Slav dillerini öğrenmiş. Türkçeyi ve ileri düzeyde Osmanlı paleografyasını öğrenmiş. Almanca, İngilizce ve Fransızcayı zaten biliyor.

İkincisi mutlaka çalıştığı yapıyı görmesi, sahayı gezmesi ve görmediğini yazmaması. Görmediği eser hakkında bir kelime bile yazmamış, yazdığı her eseri görmüş, incelemiş ve fotoğraflamış. Bir araştırmacı için oldukça önemli bu.

Üçüncüsü liseye bile gitmediği halde duvarcı ustası olarak çalışan birinin sanat tarihçisi olacak derecede meraklı ve arzulu olması. Güzel olan taraf şu: Lise mezunu olmayan birinin üniversite tarafından kabul edilmesi ve ona imkân sağlaması. Dede himmet, oğlu gayret darbımeseli tahakkuk etmiş burada. Kiel gayret etmiş, üniversite de himmet.

Dördüncüsü husus ilk okul öğretmeninin çocuklar üzerindeki etkisi. Daha ilk okul yıllarında verilen tarih sevgisi bir çocuğun hayatını değiştiriyor.

Beşincisi husus Kiel'in ilk araştırma gezilerinin masraflarının babasının mütevazi gelirleriyle karşılanması. Hemen devletten veya bir başka kurumdan istememiş. Belki de istedi vermediler. Ama o vazgeçmemiş. İyi bir araştırma için ailenin maddi ve manevi desteği şart.

Altıncı husus saha çalışmalarını arşiv çalışmaları ile belgelendirmesi ve desteklemesi. Sadece fotoğrafını çekmek ve planını çizmekle kalmıyor aynı zamanda mekanla ilgili araştırmalar da yapıyor.

Bütün bunları yapmak için ihtiyaç olan iki şey, aşk ve merak onda fazlasıyla var. Merakının peşinden gidecek kadar cesur, sabırlı, kuvvetli ve istekli. Bunları da aşk ile can u gönülden yapınca meşk oluyor, ortaya birbirinden değerli eserler çıkıyor.

Peki bizim üniversitelerimizde böyle akademisyenler var mı? Hiç şüphesiz var ama sayıları çok değil maalesef. Daha birkaç ay önce bir arkadaşımız kayın pederinden kalan bir gayrimenkulün satılmasıyla eline geçen para ile araştırma yapmak üzere iki aylığına Avrupa'da bir ülkeye gitti.

Aklıma gelen can alıcı soru şu: Neden bizde böyle araştırmacılar bir elin parmaklarını geçmiyor? Olanlar neden yeterince desteklenmiyor? Aralarında bulunduğum üniversite camiasında neden böyle bir ömür boyu sürecek araştırmalar yapan hocaların sayısı az? Binlerce araştırma merkezimiz var, neden devamlı olanı ve üreteni çok değil?

Son soru da şu olsun: Çevrenize bakın, üniversitelerde Kiel gibi kaç tane araştırmacı tanıyorsunuz? Bu soruya hiç düşünmeden üç veya dört diye cevap veriyorsanız sorun yok.

Herkesin Kiel gibi olmasını beklemiyoruz elbette. Ama aşkı ve merakı olmayan üniversiteye adım atmasın vesselam.





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Mehmet Akif Ersoy ve musiki

02.00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü ve Bestelenmiş Şiirleri
03:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki İle İlişkisi Nasıl Başladı?
07:00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
08:30 Mehmet Akif Ersoy İle Neyzen Tevfik Nasıl Tanıştı?
11:00 Mehmet Akif Ersoy'un, Neyzen Tevfik İle Olan Dostluğu
15:15 Mehmet Akif Ersoy, Musiki Alanında Kimlerden Ders Aldı?
18:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
21:10 "Mehmet Akif Ersoy, Ölmeden Önce Musiki Üstadı Olarak Tanınıyordu"
27:30 "Musiki, Tüm Varlığın Anladığı Bir Dildir"
30:30 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Meclislerindeki Rolü
33:15 "Mehmet Akif Ersoy, Musiki Meclislerine Değer Katan Bir Kişiliktir"
37:30 Mehmet Akif Ersoy'un "Sait Paşa İmamı" Şiiri ve Bestelenme Öyküsü

Eşrefoğlu Rumi’nin Müzekki’n-Nüfûs’u

Müzekki’n-Nüfus’un en çok okunan halk kitapları arasında olmasının nedeni rehber kitap olması, dilinin sade ve anlaşılır olması, inşa edilmeye çalışılan milleti irşat etmesi.

Sanat endişesinden uzak, müridlere doğrudan doğruya tasavvufî-ahlâkî hakikatleri anlatma gayesini taşıyan Müzekki’n-nüfûs, geniş halk tabakasının kolayca anlayabileceği şekilde sade bir Türkçe ile yazılmış ve tasavvufun halk arasında yayılmasında önemli hizmet görmüştür. Müellifin Osmanlı döneminde Anadolu’da kurulan ilk tarikatlardan biri olan Eşrefiyye’nin pîri olması dolayısıyla kitabın Türk tasavvuf ve düşünce tarihinde ayrı bir yeri vardır. Yeni sayılabilecek herhangi bir görüşe yer verilmemekle beraber tasavvufun temel konularıyla tarikat terbiyesinin esaslarını başarılı bir üslûpla özetleyen Müzekki’n-nüfûs, yazıldığı devirden itibaren Muhammediyye ve Envârü’l-âşıkīn gibi geniş halk toplulukları tarafından benimsenmiş, daha sonraki devirlerde kaleme alınan bu tür eserlere örnek teşkil etmiştir.

ismailgulec.net