Nerede o eski esnaflar?

Zor günlerden geçiyoruz. Toplumun hemen her katmanında ciddi sıkıntılar görülmeye başlandı. Üniversitelerden belediyelere, küçük esnaftan büyük sanayicilere, işçilerden memurlara din, mezhep, meşrep, memleket fark etmeksizin hepimizde küçük ama derin hasarlar bırakacak hastalıklar görülmeye başladı, ahlakımız sorgulanır oldu. Bir virüs gibi vücudumuza giren bu hastalıklara zamanında müdahale etmezsek maazallah kansere dönüşerek hepimizi yok edecek.

Söylemek istediklerimi küçük iki örnek üzerinden açıklamaya çalışayım. Malum Ramazandayız ve iftardan önce baklava almaya gittim. 1 kg baklava istedim, kızcağız tarttı, 1090 gram geldi ve paketledi ve benden 1100 gram parası istedi. Dikkatimi çekti, neden on grama dikkat etmediğini, burada önemli olan şeyin on gram olmadığını, verdiğinden bir gram da olsa fazla almaması gerektiğini söyleyecek gibi oldum. Evladım yaşında olmasına rağmen on gram ücretini önüme koyup "Sizin için çok önemli galiba buyurun paranız"" demez mi. Kim bilir o anda benim için kafasından neler geçiyordu. Ben söylemeye çalışmak istediğim şeyin on gramın parası olmadığını, esnaflıkta bir geleneği olduğunu ve babamın da esnaf olduğunu söyleyecek oldum ama tezgahtaki kızcağız beni hiç anlayacak gibi değildi. Nitekim anlamadı da. Belli ki söylediklerimin onun anlam dünyasında karşılığı yoktu ve ona çok yabancı idi. Paraya dokunmadan dükkândan ayrıldım.

Daha önceden de benzer bir olay bir kuruyemişçide başıma gelmişti. Benim huysuz olduğumu düşünmezseniz ondan da bahsedeyim. Bu sefer bir delikanlı vardı kasada. 100 gram istediğim yemişi 98 gram tartıp verince iki gram eksik olduğunu söyledim. "Bana iki gramın lafı mı olur dayı" deyince samimi üslubundan cesaret alıp "evladım lafı olmazsa iki gram fazla koyarsın" diyecek oldum. Akşama kadar her müşteriye iki gram fazla koysa günde iki kilo kuruyemiş gideceğini söylemez mi! Özrü kabahatinden büyüktü ama farkında değildi. Aynı zamanda, ben akşama kadar müşterilerden iki kilo kuruyemiş çalıyorum, diyordu ve zavallının bundan haberi yoktu ve anlayabilecek gibi de değildi.

Manav Hüsameddin amca

Çocukluk yıllarımı hatırladım birden. Komşumuz manav Hüsameddin amca geldi aklıma. Ne veriyorsa onu tarttıktan sonra mutlaka az da olsa bir şey koyardı vermeden önce. Kumaş satanlar ise ölçtükten sonra mutlaka bir iki santim daha ileri gidip keserlerdi kumaşı. Bakkalı, kasabı, pazarcısı hep böyleydi.

Peki ne oldu da bu hale geldik? Nerede ve neyi eksik yapıyoruz? Babalarımızın hassasiyetini çocuklarımıza neden aktaramadık?

Suç kimde?

18-20 yaşlarındaki bu çocukların suçu yoktu aslında, onlar en masumumuz. Çünkü onların başında esnaflığın daha çok para kazanmak olmadığını, halka hizmet olduğunu ve helal yoldan kazanmanın asıl olduğunu, hak geçmek bakımından bir gram ile bir kg arasında bir fark olmadığını söyleyecek ve öğretecek bir ustasının veya patronunun olmaması idi. 98 gram verip 100 gram parası aldığında kendisine aferin diyen bir ustanın yanında yetişen çocuk da onun gibi olur. Oysa hak endazeye gelmez, gramı da tonu da aynıdır ve yenmişse hak geçer.

Ölçüyü tastamam yapmak

Her vesile ile Müslümanlığa vurgu yapılan bir toplumda böyle durumlarla karşılaşmak gerçekten üzücü. Hangi dualar kaç defa okunursa neler kazanılacağı anlatıldığı kadar gram kadar hakkın geçmesi durumunda başımıza neler geleceği de anlatılmalı. Kuran'da;

"Medyen halkına kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Onlara şöyle dedi; 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Ondan başka sizin için bir ilah yoktur. Rabbinizden size apaçık mucizeler gelmiştir. O halde ölçüyü ve tartıyı tastamam yapın. İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin. Islahından sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer mü'min iseniz, bu sizin için daha hayırlıdır." (Araf, 7/85)

Buyurulmuyor mu? Hoca efendiler vaazlarında;

Eksik ölçüp tartanlara yazıklar olsun, onlar ki insanlardan satın aldıklarında tastamam ölçerler. Onlar için ölçüp tarttıklarında ise onları zarara uğratırlar. (Mutaffifin, 83/1-3)

ayetlerini hatırlatmıyorlar mı? Gram da olsa kul hakkı yendikten sonra yapılan ibadetlerin ve edilen duaların kabul edilmeyeceğini söyleseler belki biraz daha dikkat ederiz.

Yitirdiğimiz zenginlik: Kanaat

Herkesin birbirinden bir gram veya bir kuruş kaçırmaya çalıştığı bir ortamda hangimiz kazanabiliriz? Böyle bir dünyada nasıl mutlu olabiliriz? Birbirimize güvenmeden ne kadar yaşayabiliriz? İlla polis veya zabıta mı kontrol etmeli bizleri? İçimizdeki vicdan polisi ve zabıtası bizi denetlemeyecekse biz o kalbi neden taşıyoruz?

İnsan çiğ süt emmiştir ve zaman zaman hatalar yapabilir. Bu hatalar ve günahlar gençlikte daha çok yapılır. Sorun bu hatalar yapıldığında doğrusunu söyleyecek büyüklerimizin olmamasında sanırım. O kız veya genç üç veya beş gram eksik verdiğinde yaptıklarının kul hakkına girdiğini ve böyle yapmamalarını söyleyecek ustalarının olmamasında.

Nerede ahilerimiz?

Eskiden bizde esnaf veya usta olabilmek için çıraklık yapmak gerekiyordu ve bu esnada işle birlikte ahlakı da öğretiliyordu.

Esnaflık ve ustalık ahlakından bahseden eserler vardı. Bütün prensiplerini Kuran'dan ve sünnetten alan Ahîliğin bu adeta yönetmelik mesabesinde olan eserlere fütüvvetnâme denilirdi. Esnaf olmanın esasları, ahlâkî ve ticarî kaideleri bu kitaplarda yazılı idi. Teşkilâta girecek kimse ilk önce bu kitaplarda belirtilen dinî ve ahlâkî emirlere uymak zorunda idi. Bu esere göre eğer bir kişi ahi olacaksa, vefâ, doğruluk, güvenilirlik, cömertlik, tevazu, ihvana nasihat, onları doğru yola sevketme, affedici olma ve tövbe etmek gibi vasıflara sahip olmalı idi. Şarap içme, zina, yalan, gıybet, hile, müşteriyi aldatma gibi davranışlar ise meslekten atılmayı gerektiren sebeplerdi. Bir kişi bunları yaparsa ustaysa elinden belgesi alınırdı, esnafsa dükkânı kapatılırdı ve çarşıda bulunmasına izin verilmezdi. Bir çarşıda bir usta veya dükkân yetişiyorsa ikincisin açılmasına izin verilmezdi.

Şimdi de birçok yasa ve yönetmelik var bunlarla ilgili. Esnaf odaları var, zabıtalar var, adli makamlar var ama bunların hiçbiri kâmil bir esnaf olmaya yetmiyor. Ahlak ve vicdan da maalesef zabıta ile denetlenebilen bir şey değil.

Sonsöz: Fütüvveti bilmeyen dükkan açmasın, ustayım diye dolaşmasın.





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Diyar-ı Rum'a ne zaman Türkiye denildi?

02:00 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
03:00 Selçuklu Türkmenleri Anadolu'ya Ne Diyorlardı?
04:30 Anadolu'nun Adı Nereden Geliyor?
06:30 Türk Sultan ve Meliklerinin Rum Adını Değiştirmelerinin Nedeni Nedir?
08:30 "Rum" Kelimesi Coğrafi mi Yoksa Siyasi Bir İsim mi?
10:30 Diyar-ı Rum Nasıl Türkiye'ye Dönüştü?
13:30 Türkiye Adı İlk Defa Ne Zaman Kullandı?
16:15 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
19:30 Türkler Anadolu'nun Türkleşmesini Nasıl Başardı?
23:00 "Türklerin Gelmesiyle Anadolu Ciddi Bir Şekilde Kalkınıyor"
29:00 Türkler Geldiğinde Anadolu'da Nasıl Bir Yaşam ve Kültür Vardı?
34:00 Türkler Anadolu'ya Yerleşip Çoğaldıkça Yerli Halka Ne Oldu?
38:00 Gayrimüslimlerin Müslümanlaşmasında En Önemli Etken Nedir?
44:30 Türkiye Adının Yaygınlaşmasında Seyyahların Rolü Oldu mu?

Semazenlik ve Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı

02:00 Sema Nedir, Semazen Nedir?
03:45 Sema Eğitimi ve Semazenlik
09:00 Mevlana Zamanında Sema Var mıydı?
13:00 Hangi Tarikatlarda Sema'ya Benzer Bir Uygulama Vardır?
14:30 Sema, Mevlana'dan Sonra Bugünkü Halini Nasıl Aldı?
18:20 Semazen Olmak İçin Bir Şart Var mıdır?
21:00 Sema Gösterisi Neden Yapılır?
25:15 Semazenlerin Başları Neden Dönmez?
29:00 "Mevlevi Mukabelesi Bize Hayatın Kendisini Öğretir"
34:00 Semazenlerin Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı Nedir?
40:00 Sema Hareketlerin Sembolik Anlamı Nedir?
46:00 Semazenlerin Harektleri Ne Anlama Gelir?

ismailgulec.net