Sofyalı Bâlî Efendi ve Türbesi

Rumeli evliyâsının büyüklerinden kabul edilen Sofyalı Bali Efendi, bugün Makedonya sınırları içinde kalan Usturumca’da doğdu. Adam olacak çocuk daha küçüklüğünden belli olur derler. Bali Efendi daha küçük bir çocuk iken okumaya meraklı imiş. Bu merak onu hem zahirî hem batınî ilimlerde mühim bir mertebeye getirmiş. Yedi sene dağlarda, mağaralarda inzivaya çekildikten sonra gittiği İstanbul’da Hakim Ali Paşa’nın Tavukpazarı yakınlarında, inşâ ettirdiği dergâhın şeyhi Kâsım Çelebi’nin hizmetine girerek (m. 1520) ona mürit olur. Kâsım Çelebi, Çelebi Halîfe nâmıyle meşhûr Cemâl Halvetî’nin talebesi idi.

Onun şeyhinin gözünde ne kadar önemli ve kıymetli olduğunu başından geçen şu olay çok güzel açıklar.

Bâlî Efendi henüz Kasım Efendi dergahında mürşidine hizmet ederken bakım yapması için bağa gönderilir. Bağda otları temizler, çevreyi düzenler ve etrafa çeki düzen verir. Birgün yanına tanımadığı, daha önce görmediği biri gelir. Selam verdikten sonra “Evladım benim Füsus isimli eserimin müşkillerini halleyle” der ve kaybolur. Bağda işini bitirdikten sonra dergaha dönen Bâlî Efendi gördüklerini şeyhina anlatacekken şeyhi sözünü keser ve “Evladım biliyorum. Mana aleminde Resulullah’ın huzurunda idi. Muhiddin ibn Arabî “ümmetinin büyüklerinden birinin benim kitabımı şerh edip şüpheleri gidermesini arzu ederim.” Deyince ben de “Bu saadet benim halifelerimden birine nasip olsun.” Diye yalvardım. Arzum kabul edildi ve bu vazife sana verildi. Uzun zamandan beri biliyordum, şimdi sen de öğrenmiş oldun. Haydi Allah mübarek etsin, der.

Sofya günleri

Kâsım Çelebi’nin yanında kemâle gelip olgunlaşan Bâlî Efendi, kendisine icâzet verilerek insanlara faydalı olması ve irşad etmesi için Sofya’ya gönderilir. Sofya’da yıllarca insanlara doğru yolu gösterdi, Allah’ın emir ve yasaklarını bildirdi. Her hafta bir başka camie gider, halka vaaz ve nasihatlerde bulunurdu. Kısa sürede herkesin tanıdığı ve hürmet ettiği biri oldu. Öyle ki Bâli ismini de burada kazandı.

Bu kadar meşhur ve önemli biri olmasına rağmen Bali Efendi hakkında kaynaklarda yeterince bilgi bulunmaması çok ilginç. Bâlî adını nereden aldığına dair Sefine-i Evliya’da şöyle bir menkıbe anlatılır.

Bâlî Efendi bir gün Sofya’da, fıçılarla şarap yüklenmiş arabasını bir yere götüren bir Hıristiyana rastlamış ve “Fıçılarda ne var?” diye sormuş. Hıristiyan edebinden ve hürmetinden, şarap olduğunu söyleyememiş. Durumu farkeden Bâlî Efendi “Galiba fıçılarda bal var” demiş ve biraz bal istemiş, Hıristiyan: “Aman efendim! Bozuktur, size layık değildir” diyecek olsa da Bali Efendi ısrar etmiş “Hele bir bakayım”, diye kap getirmiş, biraz boşaltınca Hrıstiyanın gözleri faltaşı gibi açılmış çünkü gerçekten fıçılardan bal akıyormuş. Etraftan görenler bu olaydan sonra “Bir bakışta bâdeyi bâl eyledi Bâlî Baba” demişler ve Bâlî olarak şöhret bulmuş.

Bâlî Efendi, bir Cuma günü, Cuma namazı esnasında 16 Safet 960/1 Şubat 1553 yılında emaneti sahibine teslim eder.

Nasıl biri idi?

Bâlî Efendi, Kanuni Sultan Süleyman ile birlikte bazı seferlere katılacak ve onun iltifatlarına mazhar olacak kadar gözde idi. Yavuz Sultan Selim Hân’ın kadıaskerlerinden Sarı Gürz Nûreddîn Hamza Efendi’ye mektûplar yazıp nasihat edecek kadar da yakındı. Ehl-i kerâmet olan Bâlî Efendi binlerce talebe yetiştirdi. En meşhur halifeleri Tatarpazarcıklı Kurd Muhammed Efendi ve Filibeli Nureddinzade Muslihuddin Efendi’dir. Yaşadığı dönemde Sofya’da Türkler tarafından da gayrımüslimler tarafından da sevilen ve hürmet edilen biri idi.

Bâli Efendi keramet sahibi bir veli idi. Bugün türbesinin bulunduğu yerdeki orman yanar ve ağaçlar harap olur. Bâlî Efendi yanan ve harap olan çubukları tekrar toprağa batırır ve orman birkaç sene içinde yeniden eski haline kavuşur. Bu olay onun halk arasında nakledilen kerametlerinden biri idi.

Bâlî Efendi’nin etkisi ve şöhreti vefatından sonra da devam etmiş. Köstendilli Süleyman Şeyhi’nin şu sözleri bu etkiyi çok güzel açıklıyor.

“Halen yukarıda ismi geçen köye Bâlî Efendi köyü denir. Buraya zaman içerisinde Şeyh efendinin hürmetine hanlar, hamamlar ve dükkânlar binâ edilmiştir. Yakın ve uzak vilayetlerden adaklar gelir, hastalar gelip kabr-i şerîfine yüz sürüp, şifa bulmayı umarlar. Çoğu da şifa bulmuş bir şekilde sevinçle dönerler. Hatta Sofya’da bulunduğum sıralarda oğlum Mustafa Ârif, henüz buluğa erişmediği çocukluk hâli zamanlarında iki üç defa rüyasında o mübarek zâtı görmüş, oğluma ilgi ve alaka gösterip onu sevmiş ve ‘Bu benim oğlumdur’ deyip, yayına oturtmuş ve sırtını sıvazlamıştır. Bana hitâben de buyurmuşlar ki, ‘Gerçi bu çocuk sizin oğlunuzdur, fakat benim de oğlum sayılır’. Bendeniz de sevinerek duâ ettim. Cenâb-ı Hak fazl ve inâyet ile tasdik edip, kemâl-i kereminden muvaffakiyetini yüce eylesin. Âmin. Özet olarak Bâlî Efendi hazretlerinin mübarek kabirleri bütün Rumeli’nin ihtiyaç mahalli ve münâcât makamıdır”

Eserleri

Bâlî Efendi İbn Arabî’nin meşhur eseri Fusûsü’l-Hikem’i şerh edecek kadar tasavvuf ilmina âşina ve vâkıf idi. Eskilerin deyimiyle zü’l-cenaheyn. İlim, irfan ve zevk sahibi bir büyük insan idi.

Bunlardan başka Etvâr-ı Seb‘a, Şerhu Hadîsi Küntü Kenzen Mahfiyyen, Risâletü’l-Kazâ ve’l-Kader, Kıssa-i İbrâhim Aleyhisselâm, Mecmûatü’n- Nesâih, Risâletü’t-Tasavvuf ve Vâridât isimli eserleri var. Etvâr-ı Seb‘a, Mecmûatü’n- Nesâih ve Vâridât’ı Türkçe, diğerleri ise Arapçadır.

Sûfiyâne şiirler de yazan Bâlî Efendi’nin şiirleri ve çeşitli mektupları bazı mecmûalarda yer alır. Manzume-i Vâridât adını verdiği bir mecmuada topladığı şiirleri arifâne ve hekimâne idi. Şu beyit onun şiirleri hakkında bilgi verecektir sanırım.

Hûr’ının düşme dâm-ı zülfüne zâhid gibi

Geç hevâsından behiştin maksad-ı Aksâyı gör

Zahitler gibi cennetteki hurilerin saçlarının tuzağına düşme, ibadetlerini onlara kavuşacağım diye yapma. Cennete gitme arzusuyla değil, Allah’a kavuşma arzusuyla kulluk et.

Türbesinin yapılış öyküsü

Sofyalı Bâlî Efendi 1553 yılında vefât ettiğinde Selâhiyye semtinde defnedilmeye karar verilir. Kabir kazılırken bir küp altın çıkar ve çıkan altınlar da kadıya teslim edilir. Kadı altınları ne yapacağını ve nerede kullanacağını İstanbul’a sorar. Kanunî Sultan Süleymân Hân mezardan çıkan altınlarla Bâlî Efendi’nin kabri üzerine bir dergâh ve câmi yapılmasını emreder ve bu işle devrin Sofya kadısı olan Ali Kuşcu’nun torunu Abdürrahmân Abdülazîz Efendi’yi (ö. 1574) görevlendirir. Orada çok güzel bir dergâh, zarif bir câmi inşâ edildiği kitaplarda yazılı ama bugün ortada ne cami var ne de dergah.

Türbenin bugünkü durumu

Bâli Efendi’nin türbesinin bulunduğu arazide dergah ve cami olduğundan bahsetmiştik. Bulgarlar camii 1886 yılında yıkıp yerine iki sene sonra kilise inşaatına başlar ve 1893 yılında da kilise inşaatını tamamlarlar. İnşaat esnasında tahrip olan türbe Abdülhamid’in 1901’de tahta geçişinin yıl dönümünde yenilenir.

Yahya Kemal, türbenin yıkılmamasının nedenini şöyle açıklar:

“Bulgarlar istilada Bâlî Efendi’nin dergâhını hemen kiliseye çevirmişler, Veliyullahın türbesini de yok etmişler. Lâkin Bâlî Efendi, türbesinin bozulduğu gece, papazı çarpmış, kötürüm etmiş. Derhal mezarını tekrar meydana çıkarmışlar. Türklerin rahmetle andığı komiserimiz merhum Ali Ferruh Bey (ö. 1904) de mezarını dört kötü duvarla çevirmiş, şimdi öyle duruyor. Penceresi iplikten görünmüyor. Bulgar köylülerinin Bâlî Efendi’ye itikadı var”

1943’te Abdülhamid oğlu Abdülkadir adında biri bu dört kötü duvarı onarır ve güzel bir kapı yapar. Adeta tek başına direnen türbe de saldırılara muhatap olmaktan kendisini kurtaramaz, 1990’larda fanatikler tarafından iki defa yakılır ama 2005’te biten tamir ile bugünkü halini alır.

Cami ve zaviyenin bulunduğu yerde bugün Hram Sveti Prorok İliya (Aziz Peygamber İlyas Tapınağı) bulunuyor. Yoldan görülmemesi için türbeyi kapatacak şekilde inşa edilmiş kilise. Bahçeden içeri girip arka tarafa geçene kadar görülmüyor maalesef.

Osman Keskioğlu’nun verdiği bilgiye göre türbede Hüsnü adında bir imam tarafından yazılmış bir levha asılı imiş:

“Kusûrum bî-nihâyet gelmişem dergâha ey Alî,
Ne hâcet arz-ı hâle, çün bilirsin cümle ahvâli,
Eşiğin taşına yüz sürmeye, Hüsnî gedâ geldi,
Kadîm-i kemterîndir, kıl himem Ya Hazret-i Bâlî”

Ama içeri giremediğimiz için göremedim. Bu levha kendisine bağlılığını göstermek için Sofya’da imam olan Hüsnü Efendi tarafından yazılmıştır.

Türbe

Kiliseye bakan cephesinde kapısı, iki taraftaki duvarlarında penceresi olan dörtgen biçiminde, taş duvarlı, ahşap tavanlı ve kiremitli bir yapı. Çatı girişin önünde bir buçuk metre kadar uzatılarak sundurma havası verilmiş. Türbenin kapısı kilitli idi ve kapının yanındaki levhada bakım işlerinden Sofya Müftülüğünün sorumlu olduğunu yazan bir duyuru asılıydı.

Pencereden görebildiğim kadarı ile türbenin içi 1.5 metre kadar yükseklikte çini ile kaplanmış. Yine çiniden lafzatullah ve Muhammed levhaları var ve duvarlarında herhangi bir levha yok. Sandukası temiz, baş tarafında nefti yeşil bir sikke ve onun üzerine sarılı açık yeşil bir sarık var.

Türbe haftasonları Bulgar, Türk ve Çingeneler tarafından ziyaret edilmekte imiş. Bulgarlar ve Çingeneler arasındaki adı Ali Baba imiş. Her ne kadar girişinde mum yakmak uygun değildir diye bir uyarı olsa da gelenler pençelerin önüne mum yakıp bırakmışlar.

Günümüzde her yıl 2 Ağustos’ta burada hem Müslümanların hem de Bulgarların katıldığı törenler düzenlenmekte imiş. O gün kiliseye gelen Bulgarlar, ayinden sonra Bali Efendi’nin türbesini de ziyaret ederlermiş.

Keşke izin imkan olsa da türbenin arka tarafındaki bahçeye aslına uygun mescit inşa edilse. Ne güzel olurdu!





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Diyar-ı Rum'a ne zaman Türkiye denildi?

02:00 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
03:00 Selçuklu Türkmenleri Anadolu'ya Ne Diyorlardı?
04:30 Anadolu'nun Adı Nereden Geliyor?
06:30 Türk Sultan ve Meliklerinin Rum Adını Değiştirmelerinin Nedeni Nedir?
08:30 "Rum" Kelimesi Coğrafi mi Yoksa Siyasi Bir İsim mi?
10:30 Diyar-ı Rum Nasıl Türkiye'ye Dönüştü?
13:30 Türkiye Adı İlk Defa Ne Zaman Kullandı?
16:15 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
19:30 Türkler Anadolu'nun Türkleşmesini Nasıl Başardı?
23:00 "Türklerin Gelmesiyle Anadolu Ciddi Bir Şekilde Kalkınıyor"
29:00 Türkler Geldiğinde Anadolu'da Nasıl Bir Yaşam ve Kültür Vardı?
34:00 Türkler Anadolu'ya Yerleşip Çoğaldıkça Yerli Halka Ne Oldu?
38:00 Gayrimüslimlerin Müslümanlaşmasında En Önemli Etken Nedir?
44:30 Türkiye Adının Yaygınlaşmasında Seyyahların Rolü Oldu mu?

Semazenlik ve Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı

02:00 Sema Nedir, Semazen Nedir?
03:45 Sema Eğitimi ve Semazenlik
09:00 Mevlana Zamanında Sema Var mıydı?
13:00 Hangi Tarikatlarda Sema'ya Benzer Bir Uygulama Vardır?
14:30 Sema, Mevlana'dan Sonra Bugünkü Halini Nasıl Aldı?
18:20 Semazen Olmak İçin Bir Şart Var mıdır?
21:00 Sema Gösterisi Neden Yapılır?
25:15 Semazenlerin Başları Neden Dönmez?
29:00 "Mevlevi Mukabelesi Bize Hayatın Kendisini Öğretir"
34:00 Semazenlerin Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı Nedir?
40:00 Sema Hareketlerin Sembolik Anlamı Nedir?
46:00 Semazenlerin Harektleri Ne Anlama Gelir?

ismailgulec.net