Özgeçmiş
...
İkinci bir husus daha var dikkatinizi çekmek istediğim. Bu millet asırlarca peygamber sevgisi ile birlikte yaşadı. Bunu da mevlit gibi eserlerle başardı. Şimdi ise artık mevlit eskisi gibi okunmuyor ve dinlenmiyor. Oysa rahmetli annemin dinlemesini hatırlarım, Viladet bahrinde Hz. Peygamber’in doğumunun müjdelendiği beyitler okunurken bir yakınının çocuğu olmuş gibi sevinir ve duygulanırdı her seferinde. Şimdi böyle dinleyenler pek kalmadı. Bu tür filmler ile peygamber sevgisini canlı tutmak, onun sevgisini yeşertmek mümkün. Ben bu bakımdan da böyle filmleri önemsiyorum.
Filmin özeti zaten birçok yerde yazıldı, bir de ben burada anlatmayayım. Sadece dikkatimi çeken hususları sizinle paylaşayım. Film oldukça uzun, meraklı ve ilgili olmayanlar zaman zaman sıkılabilir. Onu söyleyeyim hemen. İkinci olarak sinemanın olanaklarından yararlanılarak çok hoş bir film ortaya çıkmış. Akılda kalacak çok sahnesi var.
Filme geçmeden müziği hakkında da bir şeyler söyleyeyim. Müziği Batılı izleyiciye hitap ediyor daha çok. Bununla birlikte sahnelerle uyumu, seyircinin heyecanına ortaklık etmesi ve rahatsız etmemesi oldukça başarılı olduğunu gösteriyor.
Filmin en çok tartışılan sahnesi peygamberimizin canlandırılması ve görülmesi. Aslında hem var hem yok. Nasıl oluyor diyeceksiniz şimdi bana. Söyleyeyim. Var, çünkü bebeklikten çocukluğa kadar bir oyuncu var sahnede. Sadece ellerini, saçlarını ve boyunu görebildiğimiz bir oyuncu. Yok, ne yüzü görünüyor, ne de sesi duyuluyor. Bizim ulema bence de haklı bir gerekçe ile, Hz. Peygamber’in yüzünün gösterilmesine karşı çıkmıştır. Allah göstermesin bir oyuncu oynayacak olsa artık o oyuncuya kutsal emanet muamelesi yapılır. Ancak bu kadarını makul bulanlar olabildiği gibi buna bile tahammül edemeyenler de çıkabilir. Bu konuda ilahiyatçı hocalarımız tartışsınlar ve karar versinler. Beni aşan bir konu olduğu için topa girmeyeyim.
Filmin sinema olarak en çok beğendiğim yönleri müzik, mekanlar, kostümler ve fotografik sahneler. Mekke ve Medine için kurulan platolar oldukça etkileyici. Daha önce de söylemiştim, hafızada kalan çok güzel resimler var filmde. Dönemin Mekke’si bence gayet güzel canlandırılmış, Kâbe ve etrafı oldukça inandırıcı. Ebrehe ve ordusunun olduğu sahne birkaç dakika ama çok büyük masraflar yapılarak çok canlı çekilmiş. Oldukça etkileyici idi. Aynı şekilde Bahira’nın yaşadığı Busra şehri ve kilise, Hayber, sinagog, kervanlar, çöl çok gerçekçi ve canlı idi.
Ve kostümler. İnsanların kıyafetleri, zenginlerin ve fakirlerin, din adamlarının, askerlerin kısaca herkesin kostümü belli ki büyük bir emek mahsülünün sonucu.
En çok etkilendiğim sahneleri görsel ve duygusal olarak ayırıp anlatayım sizlere. Ebabil kuşlarının Ebrehe’nin ordusunu helak etmeden önce gökyüzünde şekiller çizerek gelip Kabe’yi havadan tavaf etmesi ve sonra ağızlarında taşıdıkları taşları bırakmaları, taşların aşağıya inerken ateşe dönüşmesi, ordunun helak olmuş halinin ise ayette geçtiği gibi ekilmiş bir ekin tarlasına dönmesi sahnesini çok beğendim. İkinci beğendiğim sahne Hz. Peygamber’in dağa tırmanırken elbisesini takıldığı dikenden kurtarırken çekmesi ve dikenin ucundaki çiçeksi kısmın çoğalarak adeta yıldız gibi havada uçuşması, Hz. Peygamber’in eteğine takıldığı için sevincinden dans eder gibi havada uçuşması da etkileyici idi. Medine’de su birikintilerinde ay ve yıldızların görünmesi sahnesini çerçeveletip duvara asabilirim. O derece beğendim.
Duygusal olarak etkilendiğim sahneler ise başta Hz. Peygamber’in annesi Amine ile arasında geçen diyaloglar, dedesi ile arasında geçen diyaloglar ve Abdülmuttalip’in ölmeden önce Ebu Talip’e torununu emanet ettiği sahne. Bir de Medine’den dönen kafilenin Mekke’ye girişinde Amine’nin elbiselerinin gösterildiği ve öldüğü haberinin verildiği, Hz. Peygamber’in amcasının kolları arasında uzaktan ölü mü, sağ mı olduğu anlaşılmayan ve ilk görenleri korkutan görüntüsünün yer aldığı sahne. Gözyaşlarımı zor tuttuğumu söyleyeyim, gerisini siz tahmin edin. Bir de kızını diri diri toprağa gömen adamı ikna etme sahnesi. Üzerine toprak atılmak üzere mezara konulmuş bebeği alıp babasına göstermesi, bebeğin babasına benzediğini, gözlerinin çok güzel olduğunu ve bu güzelliği babasından aldığını, gözlerinin güzelliğinin torunlarına geçmesini isteyip istemeyeceğini sorduğu sahne. Çok da yakışıklı sayılmayacak bir adama yapılan bu iltifattan sonra adamın kızını öldürmekten vazgeçme sahnesi de duygularımıza hitap ediyordu. Bence bu sahneler Hz. Peygamber’i bir insan olarak sevmemiz, onu bir yakınımız gibi hissetmemiz bakımından da çok önemli. Böyle bir duygusal bağ kurulması bile bence başlı başına bir başarı.
Filmin tartışılan taraflarından biri de Şii kaynaklarının kullanılması olduğu yönde. Filmde anlatılan bazı olaylar en azından benim okuduğum siyer kitaplarında karşılaştığım sahneler değildi. Peygamberimizin annesinin vefatından sonra ateşlenmesi ve ciddi hastalanması, Yahudilerin öldürmek üzere devamlı takip etmesi, Busra dönüşünde deniz kenarında kıtlık çeken bir kavme denizin dalgalarla balık atması, o esnada tanrılara kurban edilmek üzere olan bir anne ve iki çocuğun kurtarılması bizim okuduğumuz siyer kitaplarında okumadığımız olaylar. Hz. Peygamber’in gerçek olup olmadığını merak edip araştıran ve en sonunda gerçek olduğunu gören Mekkelilerin Samuel, Yahudilerin Eşmail dedikleri bir tacir de bizim kaynaklarda yer almıyor.
Bir de farklı yorumlanan sahneler var. Ebu Leheb bizim kaynaklarda Hz. Peygamber’i risalet gelene kadar çok seven bir amca olarak anlatılır. Hatta doğduğu zaman cariyesi Süveybe’yi azat ettiği yazılıdır bizim kaynaklarda. Ama filmde Süveybe’nin süt annelik yapmasına izin vermeyen acımasız bir amca figürü var. Çocuğu olmadığı ve kendisinin yerine Abdullah’la evlendiği için Amine’yi kıskanan bir hanımı var. Oysa üç oğlu ve üç kızı olduğu, Uteybe dışındaki tüm çocuklarının Müslüman olduğu yazılıdır bizim siyer kitaplarında.
Ebu Talip’in Müslümanlığı da tartışma konusudur. Son nefesinde Müslüman olduğunu iddia edenlerin yanı sıra Mekkelilerin arkasından konuşmamaları için istediği halde Müslüman olmadığını söyleyenler de var. Hatta onun Hz. Peygamber için yaptıklarından dolayı cennete gideceğini söyleyenler olduğu gibi tam tersini iddia edenler de vardır. Filmde ise Ebu Talip Allah’ın varlığına ve birliğine inanan bir Müslüman olarak yer alıyor.
Bir de hiç olmayan sahneler var tabi ki. Mesela Hz. Ebubekir. Peygamberimizin çocukluktan beri arkadaşı olan ve birlikte büyüdükleri Hz. Ebubekir’in olmamasının nedenini anlayabiliyoruz.
Filmde bazı konuşmalar de beni etkiledi. Peygamberin doğumunu araştırmak için gelen iki Yahudinin arasındaki konuşma mesela. Biri Kabe’nin önünde toplanmış Arapları küçük görerek, peygamber bunlardan mı çıkacak, diye küçük görerek sorması üzerine diğerinin verdiği cevap: Bunlar için gelecek demesi. Müslümanlara boykotun hep olumsuzluklarını düşünürken Araplar arasında müşriklerin Müslümanları boykot etsin diye haber vermeleri sayesinde tüm yarımadanın Hz. Peygamber’den haberdar olmasını sağlaması yorumu da dikkatimi çekti. Ayrıca peygamberimizin doğduğu gece Kâbe’nin damında olan Abdülmuttalib’in olağanüstü bir durum olduğunu farketmesi üzerine merdivenlerden hızlıca inerken putları devirmesi. Süt annenin Amine’yi bulma sahnesi bir diğer örnek olabilir. Kesilmek üzere olan devenin kaçarak doğruca Abdülmuttalib’in evine gitmesi ve orada durması, böylece Halime ile Amine’yi buluşturması. Bu sahneler diğer sahneler ile birlikte düşünüldüğünde doğumundan itibaren görünmez biri tarafından korunan bir çocuk görüyor ve izleyici olarak hissediyoruz. Bu da bir başka beğendiğim yönü filmin.
Ve filmin son sahnesi. Uzunca bir kap içinde bir su birikintisi var. Kadın erkek herkes sırayla ellerini suya sokuyorlar. En sonunda ise Hz. Peygamber’in eli suya değiyor. Medine’ye hicret etmeden önce ensar ile yaptığı biatleşmeyi bu şekilde vermeyi uygun görmüş yönetmen. Oysa sadece kadınlar ellerini suya sokmuştu, erkeklerle tokalaşarak biatleşmişti Peygamberimiz.
Birçok şey daha söylenebilir film için. Şimdi sırada bir Türk yönetmenden bir Hz. Muhammed filmi yapmasını bekliyoruz. Fetih 1453 filmini ve Diriliş dizisini gördükten sonra teknik olarak çok rahat yapabileceğimizi söyleyebilirim. Özellikle Türk edebiyatının en önemli eserleri arasında yer alan siretü’n-nebi, mucizât-ı nebî, mirâciyye, gazavât-ı nebî, hicretnâme gibi eserlerden istifade ederek senaryolaştırılmış filmlerin çok başarılı olacağına inanıyorum. Adam yapmış, eleştirmekle olmuyor bu işler. Madem beğenmiyorsun, otur daha iyisini yap. Muhtaç olduğun bilgi ve kaynak bizim edebiyatımızda fazlasıyla var. İhtiyacımız olan şey sanırım biraz cesaret ve gayret.
Hz. Peygamber ile ilgili filmlerin ilkini otuz küsur sene önce izlemiştim. İnşallah üçüncüsünü seyretmek üçün bir otuz yıl daha beklemem.
...
Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.
Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.
Youtube videolarını izleyebileceğiniz, A'mâk-ı Hayal Sohbetleri, Kültürümüzde Şiir ve Mûsikî (TRT Radyo), Enderun Sohbetleri (Vav Radyo), Enderun Sohbetleri (Vav TV) ve Mürekkep Damlaları (Vav Radyo)'ni dinleyebileceğiniz sayfadır.
Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...
Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.
02.00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü ve Bestelenmiş Şiirleri
03:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki İle İlişkisi Nasıl Başladı?
07:00 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
08:30 Mehmet Akif Ersoy İle Neyzen Tevfik Nasıl Tanıştı?
11:00 Mehmet Akif Ersoy'un, Neyzen Tevfik İle Olan Dostluğu
15:15 Mehmet Akif Ersoy, Musiki Alanında Kimlerden Ders Aldı?
18:15 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Yönü
21:10 "Mehmet Akif Ersoy, Ölmeden Önce Musiki Üstadı Olarak Tanınıyordu"
27:30 "Musiki, Tüm Varlığın Anladığı Bir Dildir"
30:30 Mehmet Akif Ersoy'un Musiki Meclislerindeki Rolü
33:15 "Mehmet Akif Ersoy, Musiki Meclislerine Değer Katan Bir Kişiliktir"
37:30 Mehmet Akif Ersoy'un "Sait Paşa İmamı" Şiiri ve Bestelenme Öyküsü
Müzekki’n-Nüfus’un en çok okunan halk kitapları arasında olmasının nedeni rehber kitap olması, dilinin sade ve anlaşılır olması, inşa edilmeye çalışılan milleti irşat etmesi.
Sanat endişesinden uzak, müridlere doğrudan doğruya tasavvufî-ahlâkî hakikatleri anlatma gayesini taşıyan Müzekki’n-nüfûs, geniş halk tabakasının kolayca anlayabileceği şekilde sade bir Türkçe ile yazılmış ve tasavvufun halk arasında yayılmasında önemli hizmet görmüştür. Müellifin Osmanlı döneminde Anadolu’da kurulan ilk tarikatlardan biri olan Eşrefiyye’nin pîri olması dolayısıyla kitabın Türk tasavvuf ve düşünce tarihinde ayrı bir yeri vardır. Yeni sayılabilecek herhangi bir görüşe yer verilmemekle beraber tasavvufun temel konularıyla tarikat terbiyesinin esaslarını başarılı bir üslûpla özetleyen Müzekki’n-nüfûs, yazıldığı devirden itibaren Muhammediyye ve Envârü’l-âşıkīn gibi geniş halk toplulukları tarafından benimsenmiş, daha sonraki devirlerde kaleme alınan bu tür eserlere örnek teşkil etmiştir.