Kırklar Tekkesi veya Türbesi

Diğer türbelere benzemeyen bu türbe birbirine paralel üç koridordan oluşuyor ve ışıklandırması baca şeklinde pencerelerle sağlanmış. Kuzey ve güney koridorlarda sandukalar sıralanmış. Ortadaki koridorun sonunda da bir sanduka var. Sonradan konulmuş bu sandukalar burada sahabelerin mezarlarının bulunduğuna inanan yöneticiler tarafından yapılmış.
Sahabe kabirleri nasıl bulundu?
Birçok yerde olduğu gibi burada medfun şehit sahabelerin kabirlerinin bulunmasına dair rivayetler var. En çok bilineni şu:Çevre köylerin çobanları buralarda hayvanlarını otlatırken bu bölgedeki çimenlerin hep yeşil olması ve hayvanların burada otlanmaması dikkatlerini çeker. Neden böyle olduğunu merak ederler ve çevredeki köylüler bu bölgeyi kazarlar ve kabirleri bulurlar. Başka bir versiyonda adayı fetheden Türkler buralarda sahabe kabirleri olduğunu bilir. Araştırırlar ve bölgedeki çobanlara farklı bir şey görüp görmediklerini sorarlar. Çobanların dikkatlerini çeken bu durumu söylemesi üzerine de hemen kazarlar ve mezarı bulurlar. Hatıralarına hürmeten de eski bir Bizans kalıntısına benzeyen bu mekana defnederler. Son yıllarda yapılan araştırmalarda bazilika olabileceğine dair bir takım işaretler bulundu. Bu yarı karanlık, yer altı ibadet yerinin bulunan sahabeler için mezar olarak uygun bir mekan olduğunu düşünülmüş ve buraya defnedilmiş.
Neden türbe değil de tekke?
Kırklar Türbesinin tekke olması ise çok daha geç dönemlerdedir. Adanın Türkler tarafından fethedilmesinden sonra sahabe mezarları bulununca hemen yanına bir mescit inşa edilir ve hoca efendiler görevlendirilir. Görevlilerin aynı zamanda ehl-i tarik olması ve içlerinde bir şeyh bulunması burayı tekkeye dönüştürmüştür.
Kaynaklarda, mescidin ilk defa 1742 yılında Abdulgafur Efendi adında bir şeyh tarafından inşa edildiği ve vakfedildiği yazılıdır. Vakıf senedinde ise vakfın yönetiminin ölene kadar kendisinde, öldükten sonra da Mevlevihane’ye bırakılmasını şart olarak yazdırır Abdülgafur Efendi.
Halen kayıp olan ancak sureti arşivde bulunan Mevlevihane şeyhi Feyzullah Efendi’nin yazdığı kitabeden öğrendiğimize göre 1813 yılında dönemin Kıbrıs valisi Mehmet Emin Paşa toz toprak içinde kalan mezarı temizletmiş, sandukaları yenilemiş, binaları tamir ettirmiş. Üç yıl sonra da, 1816’da mescit inşa edilmiş.
19. Yüzyılın başlarında tekkeyi ziyaret eden bir İngiliz seyyah, bir Nakşi şeyhinin yaşlı bir müridiyle birlikte tekkeyi beklediğini yazıyor. Nakşibendiler tarafından yönetilen bu tekkenin ve camiin son imamı Yusuf Mehmet Hilmi Efendi 1958’de Rumlar tarafından fırında yakılarak şehit edilince tekke uzun süre sahipsiz kalmış. Şimdilerde ise camiin bakımı ve temizliği Şeyh Nazım Kıbrısi dervişleri tarafından yapılıyor.
Bir zamanlar tekkede misafirhane, aşevi, kahvehane, yatakhane gibi bölümler varmış. Tabi bir de su kuyusu. Şimdi bunların sadece izleri var. Kim bilir, bir hayırsever himmet eder, belki de aslına uygun olarak yeniden inşa ettirilir.
Tekkenin geniş bir arazinin ortasında olduğunu söylemiştik. Bunun bir hikayesi var. Anlatılanlara göre çevrede büyük bir arazisi olan bir köylü tekkeye gelir ve hasta olan ve bir türlü iyileşmeyen iki çocuğunun sıhhate kavuşması durumunda arazisini tekkeye bağışlayacağını söyler. Evine gider ve çocuklarının sıhhatlerine kavuşmuş olduğunu görünce verdiği sözü yerine getirir ve araziyi tekkeye bağışlar.
Son türbedarın ve imamın şehit edilmesinden sonra mescit bakımsız kalır ve tavanı çöker, derviş odalarının tamamı yıkılır. 1974 Harekatından sonra askeri bölge içinde kaldığı için bir şey yapılamaz ve 2006 yılında tadilatına karar verilir. 2007 ve 2012 yıllarında iki büyük restorasyon geçirir türbe. İkincisinin ilginç bir hikayesi var.
Kıbrıs’ta görevli olarak bulunan iki bürokrat rüyalarında bir şeyh efendi görürler ve şeyh efendi bu iki bürokrata bizi daha ne kadar ihmal edeceksiniz, diye sorar. Ertesi gün soluğu türbede alan bürokratlar birbirlerinden habersiz orada karşılaşırlar ve aynı rüyayı gördüklerini anlayınca burayı tamir etmeyi kendilerine borç ve vazife bilirler ve ikisi birlikte türbeyi bugünkü haline getirirler.
Kırk atlı
Lefkoşa’daki Yediler Türbesi’nde olduğu gibi burada bulunduğuna inanılan kırk sahabenin de çevre köyleri koruduklarına inanılır. Rumlar her tarafta var iken bu yatırın çevresindeki Dilekkaya köyüne hiç gelememişler ve yerleşmemişlerdir. Çünkü bu azizler, bu şehitler Dilekkaya’nın manevi muhafızlarıdır. Timbolu Rumlar Dilekkayalı çobanları öldürecekleri sırada bu kırk aziz atlarına binmiş bir şekilde, başlarında kırmızı fesleri, üzerinde yeşil kuşak olan beyaz elbiseleri olan kırk atlı çobanları kurtarmış ve geldikleri yöne doğru gitmiş ve kaybolmuşlardır. Bu yüzden Rumlar Türk köyüne bir şey yapamamış.Bir başka seferinde alışverişten dönen Dilekkayalı bir çift Rumlar tarafından öldürülmek üzere iken kırk atlı şehit tarafından kurtarılıp köylerine getirilmiş.
Kırkların yaşadıklarına dair bir rivayet ise bir başka köyden. Meriç köyü imamı her gün kırklar türbesine gider her bir şehide ait testiye su doldurup mezarlarının başucuna koyarlarmış. Şehitlerin gece kalkıp o suyla abdest aldıklarına inanırmış. Daha sonra bu görev türbedarlara ait olmuş, gece yatmadan önce mescidin sundurmasına su dolu bir testi koyarlarmış.
Tekke ziyaret adabı ve mızrak ile kılıç
Kıbrıs’ta tekke ve türbelerin dini günlerde ziyaret edilmesi adettendir. Kırklar Tekkesi de çok ziyaret edilen mekanlardandır. Eskiden ziyaretçiler o kadar kalabalık olurmuş ki tekkenin etrafı adeta panayır yerine döner ve o zamanın işportacıları olan yemişçiler, lokmacılar başta olmak üzere seyyar satıcılar etrafı sararmış.
Özellikle köylüler, bir diğer deyişle toplumun hacca gitme imkanı pek bulamayan kesimi, hac mevsiminde kutsal mekan olarak kabul ettikleri için burayı ziyaret ederlermiş. Burası sadece Kıbrıslı Türkler tarafından değil, Rumlar tarafından da mübarek bir yer kabul edilip ziyaret ediliyormuş. Onlar da Kırk Aziz olarak bilirler ve ziyaret ederlermiş.
Türbenin ziyaret edilmesinin bir adabı var. Dilekte bulunmak veya dileği kabul edilenler dışarıdan mum alırlar on-on beşer kişilik gruplarla salavat getirerek türbenin ve mezarlığın içini dolaşırlar. Girişte sağ taraftaki koridorun sonunda, duvara saplı bir mızrak var. O mızrağa dokunularak dilekte bulunulur. Eğer mızrak titrerse dilek gerçekleşecek, titremezse gerçekleşmeyecek anlamına gelirmiş. Veya üç defa Allah diyerek tüm samimiyetle mızrak tutulursa tutulan dilek er ya da geç mutlaka gerçekleşirmiş.
Dileğin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini anlamak için bir diğer işaret mezarlıktaki toprağın ellenmesiyle belli olur. Elde hafif bir yumuşaklık hissedilirse dileğin gerçekleşeceğine, sertleşme olursa gerçekleşemeyeceğine inanılırmış.
Mezarlıkta bir de kılıç varmış. Onun hikayesi daha ilginç. Türbeye inen bir papaz tekkedeki görevli şeyhlerle dalga geçmiş, onları küçümsemiş. O esnadan görünmeyen bir el kılıcın kabzasını kavradığı gibi papazın başını gövdesinden ayırmış.
Bir başka rivayete göre ise burayı yıkmak ve dervişleri öldürmek üzere gelen bir grup Rum yine ne ve nasıl olduğu bilinmeyen bir güç tarafından mızrakla boğazından duvara saplanır, kılıç ise belini keser. Bunu gören diğerleri hemen kelime-i şehadet getirip Müslüman olurlar. Mızrak hala duvara saplanmış dururken kılıç 1963 yılından itibaren kayıp. Muhtemelen o yıllarda başlayan Rum saldırıları esnasında alındı veya bir şekilde ortadan kaldırıldı.
Yağmur duasına çıkılır
Tekkede yapılan işlerden biri de kıtlık zamanları yağmur duasının burada yapılmasıdır. Özellikle çevre köylüler, dualarının kabul olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu düşündükleri için buraya gelir, burada medfun olduğu düşünülen zevatın ruhaniyetinden istimdad dileyerek yağmur dualarını burada yaparlarmış. Ancak öyle kollarını sallayarak gelinmezmiş yağmur duasına. Özellikle köyün en zengini tarafından temin edilen veya ortaklaşa toplanan para ile alınan bir koyun ve bir çuval yarma götürülürmüş. Köyün hocası eşliğinde kadın, erkek ve çocuklar hep birlikte ilahiler söyleyerek , salavatlar getirerek türbeye yürürlermiş. Götürülen hayvan kurban edilir ve onun etiyle herse adı verilen etli bulgur pilavı pişirilir ve hep birlikte yenilirmiş. Kadınlar tekkede bu işlerle uğraşırken erkeklerle çocuklar hocanın riyasetinde yağmur duası ederlermiş. Yağmur duasının ardından hep birlikte türbe ziyaret edilir, kılınan vakit namazının ardından mescidin önündeki sundurmada hep birlikte yemekler yenilir, daha sonra gelindiği gibi topluca köye dönülürmüş.
Çevrede bulunan Balıkesir köyü halkının ise daha farklı bir uygulaması varmış. Zaman olarak Cuma günü namazdan sonra giderlermiş. Ayrıca hayvanların ve çocukların masum olmalarından dolayı bir gün öncesinden sürüler aç ve susuz bırakılırmış ve yağmur duasına önde hayvanlar ve çocuklar götürülürmüş. Kendileri için olmasa bile dilsiz olan canlılar ve masum olan çocukların yüzü suyu hürmetine Allah’ın kendilerine merhamet edeceğine inanırlarmış.Kırklar tekkesine gitmeden önce mutlaka bir dileğiniz olsun, yanınızda su ve yiyecekler de bulunsun. Orada sundurmanın altına oturur, şifa niyetiyle yersiniz. Mızrağı tutacağınız zaman da mutlaka güzel bir şey isteyin. Gerçekleşir veya gerçekleşmez bilemeyiz ama siz isteyin. Bu arada gideceğiniz vakti iyi ayarlamalısınız. Görevli her zaman bulunmuyor maalesef. Özellikle namaz vakitlerini kollarsanız mescidi açık bulma ihtimaliniz daha yüksek.
Ne diyelim, bize bu güzel vatanı, böyle güzel mekanları armağan edenleri rahmetle yad ediyoruz. İnşallah bizler de rahmetle yad edilenlerden oluruz.

 

 

 

Rivayete göre İslam ordularından kırk kadar sahabe buraya geldiklerinde ani bir gece baskını ile şehit edilirler ve iki çukur kazılıp içine atılırlar. Daha sonra bu sahabelerin 17’sinin mezarı topluca, yirmi üçünün ise ayrı ayrı kazılır ve yeniden defnedilir. Artık burası Kırklar Türbesi adıyla anılacaktır. Mezar taşları yazılı olmadığı için merhumların kim oldukları bilinmiyor. Ancak buranın bir makam türbesi olduğunu düşünen araştırmacılar da var. Bazılarına göre kırk derviş, bazılarına göre otuz dokuzu Müslüman biri Hristiyan Allah kırk sevgili kulu. Doğrusunu Allah bilir, diyelim ve geçelim.

 





Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Diyar-ı Rum'a ne zaman Türkiye denildi?

02:00 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
03:00 Selçuklu Türkmenleri Anadolu'ya Ne Diyorlardı?
04:30 Anadolu'nun Adı Nereden Geliyor?
06:30 Türk Sultan ve Meliklerinin Rum Adını Değiştirmelerinin Nedeni Nedir?
08:30 "Rum" Kelimesi Coğrafi mi Yoksa Siyasi Bir İsim mi?
10:30 Diyar-ı Rum Nasıl Türkiye'ye Dönüştü?
13:30 Türkiye Adı İlk Defa Ne Zaman Kullandı?
16:15 Türkiye'nin Doğuşu ve Türkiye Adının Ortaya Çıkışı
19:30 Türkler Anadolu'nun Türkleşmesini Nasıl Başardı?
23:00 "Türklerin Gelmesiyle Anadolu Ciddi Bir Şekilde Kalkınıyor"
29:00 Türkler Geldiğinde Anadolu'da Nasıl Bir Yaşam ve Kültür Vardı?
34:00 Türkler Anadolu'ya Yerleşip Çoğaldıkça Yerli Halka Ne Oldu?
38:00 Gayrimüslimlerin Müslümanlaşmasında En Önemli Etken Nedir?
44:30 Türkiye Adının Yaygınlaşmasında Seyyahların Rolü Oldu mu?

Semazenlik ve Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı

02:00 Sema Nedir, Semazen Nedir?
03:45 Sema Eğitimi ve Semazenlik
09:00 Mevlana Zamanında Sema Var mıydı?
13:00 Hangi Tarikatlarda Sema'ya Benzer Bir Uygulama Vardır?
14:30 Sema, Mevlana'dan Sonra Bugünkü Halini Nasıl Aldı?
18:20 Semazen Olmak İçin Bir Şart Var mıdır?
21:00 Sema Gösterisi Neden Yapılır?
25:15 Semazenlerin Başları Neden Dönmez?
29:00 "Mevlevi Mukabelesi Bize Hayatın Kendisini Öğretir"
34:00 Semazenlerin Giydiği Kıyafetlerin Sembolik Anlamı Nedir?
40:00 Sema Hareketlerin Sembolik Anlamı Nedir?
46:00 Semazenlerin Harektleri Ne Anlama Gelir?

ismailgulec.net