Özgeçmiş
...
Tartışmalar da tam saray kelimesi üzerinde yoğunlaştı. Yapılan bu değişikliği önemsizleştirmek için de ne kadar pahalıya mal olduğuna ve güzel olmadığına dair aslında eleştiriden uzak, bir nevi söyleyecek sözü olmamanın verdiği acizlikle çıkartılan cılız sesler olarak kaldı. Halkta karşılığını pek bulmadı. Halkın büyük bir kısmının katılmadığı bu tartışmalar bir müddet sonra unutulacak, saray cumhurbaşkanlığı olarak anılır olacak.
Durum böyle olunca ‘köşke çıkmak’ tabirinin yerini de ‘saraya gitmek’ aldı. Her ikisi de cumhurbaşkanı ile görüşmeye gitmek anlamına geliyor ama çağrıştırdığı anlamlar birbirinden çok farklı. Hiç şüphesiz saraya gitmek köşke çıkmaktan çok daha zengin anlamları barındırıyor. Bu deyim, büyük ve iddiası olan devletle daha çok örtüşüyor. Kelime tercihi bu bakımdan, ülkeyi yönetenlerin geleceğe dair düşüncelerinin yeniden değerlendirilmesi olarak da okunabilir. Bu okuma bize yeni bir dönemin başladığını düşündürtüyor.
Tam saray tartışmaları yatışır gibi olmuştu ki bu sefer bir başka uygulama yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda karşılama merasimlerinde görev alacak Muhafız Alayı askerlerinin bir kısmına, Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda her birininin bir yıldızla temsil edildiği tarihteki 16 büyük Türk devletinin askeri üniformalarıyla temsil edilmesi. Halkta karşılık bulan bu uygulama, önceki tartışmada olduğu gibi, aynı gazeteci ve yazarlar tarafından eleştiri konusu oldu. Henüz sarayı hazmedememişken üstüne sarayı çağrıştıran kıyafetleriyle tören askerleri gelince tepki biraz daha büyüdü.
Cumhurbaşkanlığı Forsu’ndaki 16 adet yıldızın 16 Türk devletini temsil ettiği bilindiği halde bu on altı devlet var mıydı, yok muydu tartışması yapılmazken bu yıldızların adeta ete kemiğe bürünmesi ve gözle görülür kılınması üzerine tartışma ‘Hangi devletler olmalıydı?’ ile başladı ve kıyafetlerle dalga geçilmeye evrildi. Bornoz ve duşakabinoğulları denilerek dalga geçilen şey, aslında törende giyilen bir askeri kıyafet değil, tarihte kurulan Türk devletleri idi. Yoksa normal bir insan atasının kıyafetiyle neden dalga geçsin? Böylece eleştiriler hakarete ve küçümsemeye dönüştü.
Ben bu eleştileri dörde ayırıyorum. İlki özel sohbet ortamlarında yapılan eleştiriler. Sosyal medyanın hayatın bu kadar içine girmesi, önceden iki arkadaşın aralarında yaptığı bir espirinin twitter yoluyla tüm arkadaşlara, hatta dünyaya yayılmasına ve herkes tarafından konuşulmasına neden oldu. Bazen en ciddi konularda bile gençliğin verdiği coşkuyla samimi ortamlarda yapılan ufaktan tiye almaları çok büyütmemek gerektiğini düşünürüm ve güler geçerim. Bu takılmalardan rahatsız olmam.
İkincisi muhalefet tarafından yapılan eleştiriler. Muhalefet her zaman eksiklere bakar, kusurları görmek ister. Bravo, çok güzel olmuş diyecek halleri yok, böyle bir teamül de yok maalesef. Dolayısıyla muhalif siyasiler tarafından dile getirilen eleştiriler de normal karşılanabilir. Aralarında haklı bulduklarım bile olur. Şunu çok iyi bilirim. Meyveli ağaç taşlanır. İş yaparsanız her zaman bir eksiklik olur. Önemli olan bu eksikliğin zamanla giderilmesidir. Bu açıdan bakıldığında muhalefetin eleştirmemesi eksiklik olurdu. Dolayısıyla burada da sorun yok, eleştiriler olabilir. 16 devletin içinde şunlar da olmalı, askerlerin kıyafetleri keşke daha özenle dikilse, renkler daha canlı olsa, kullanılan silahlar şöyle olsa, vs vs. Bunun sonu yok, kıyafetten başlar, silahtan çıkarsınız. Askerlerin duruşundan dizilişine kadar bir şeyler söyleyebilirsiniz. Daha güzel ve doğru olması için yapılan bu eleştiriler de kabul edilebilir.
Kabul edemediğimiz şey ise eleştiri adı altında Cumhurbaşkanı’na yapılan hakaret ve küçümsemelerdir. Aslında kötülenen, hakaret edilen şey Cumhurbaşkanı değil, Cumhurbaşkanlığı makamı oluyor bir müddet sonra. Cumhurbaşkanının şahsında makamını da küçültüyorlar, önemsizleşiriyorlar ve kendilerince değersizleştiriyorlar. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Buna hiçkimsenin hakkı yok ve müsaade edilmemeli. Bu tür hakaretlerin düşünce özgürlüğü ile de ilgisi yok. Düşünce özgürlüğüne sığınarak hakaret edenler koyun postuna bürünmüş kurttan başka bir şey değil.
Dördüncüsü ise ideolojik eleştirilerdir. Menfaatlerine gelmediği için düşman belledikleri Cumhurbaşkanı’na her fırsatta çakmanın hesabını yapanların yanı sıra ideolojik olarak karşı çıkanlar da var. Törenlerde askerlerin görülmesi ile birlikte halkımız, Türklerin tarih boyunca büyük devletler kurduklarını da görmüş, hatırlamış oldu. 1923’te gökten zenbille indirildiğine, ağaç kovuğundan çıktığına veya yerden birden bire bittiğine inanılan bir devletin tarihsel köklerinin olduğunun dosta düşmana gösterilmesinden başka bir şey değil bu askerler. Bu haliyle yıllardan beri unutturulmak istenen şeylerin, yok edilmek istenen milli hafızanın yeniden hatırlanması demek. Bu ise on altı askerin giydikleri kıyafetlerin sadece bir kıyafet olmadığını, bize bizi hatırlatan, çocuklarımıza anlatacak ve öğretecek çok şeyimiz olduğunu gösteren birer sembol olduğunu gösteriyor. Karşı çıkanlar arasında böyleleri de var ve bu niyetle yapılan eleştirileri değil kabul etmek karşı çıkmamak büyük hata olur.
Bakalım Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bundan sonraki tartıştıracağı uygulama ne olacak? Bekleyelim.
[1- ¨Saray ve Askerleri¨, Yeni Şafak, 28 Ocak Çarşamba s. 17.]
...
Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.
Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.
Youtube videolarını izleyebileceğiniz, A'mâk-ı Hayal Sohbetleri, Kültürümüzde Şiir ve Mûsikî (TRT Radyo), Enderun Sohbetleri (Vav Radyo), Enderun Sohbetleri (Vav TV) ve Mürekkep Damlaları (Vav Radyo)'ni dinleyebileceğiniz sayfadır.
Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...
Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.
Cudi Dağı ve Cizre'nin Kültür ve Tarihimizdeki Önemi
04:00 "Cudi- Nuh'un Gemisinin İzinde" Romanının Yazılış Serüveni
06:30 "Şeyh ve Kilise" Kitabının Yazılış Serüveni
16:00 Cudi Dağı İle İskender Paşa Camii Arasında Nasıl Bir Bağlantı Vardır?
17:30 Cizreli Şeyh Seyda Hazretleri Kimdir?
20:15 Diyarbakır Ulu Camii ve Cizre Ulu Camii'nin Ortak Yönleri
23:15 Cizre'deki Kırmızı Medrese'nin Önemi Nedir?
32:00 Cizre'deki Şikeft-i Cüz Mağarası'nın Manevi Önemi
34:30 Cizre'deki Cebrail Kapısı'nın Tarihi Önemi
36:30 Sefine Festivali, Kültürel ve Dini Açıdan Ne İfade Eder?
43:00 "Cudi Dağı, Hz. Nuh'un ve Ümmetinin Sığınağıdır"
45:30 Hz. Nuh'un Gemisini Arayan Gencin Hikayesi
Cevdet Paşa’nın ahir ömründe yazdığı bu kitabın tam adı: Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ. Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gelip geçen peygamberlerin kıssalarından, İslâm dininin ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’in hayatı ve Hulefâ-yi Râşidîn ile Emevî, Abbâsî halifelerinden, diğer Türk-İslâm devletlerinden ve Osmanlı tarihinin 1439 yılına kadar olan ilk devirlerinden bahseder. Bir nevi İslam tarihi de denilebilir.
Tanpınar’ın onun için söylediği şu sözler çok önemli: Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya'da ve bilhassa da bu kitabın Peygamber'in hayatına ait olan kısmında nesrin kemal noktasına varmıştır. Türkçe'de Mevlid'den başka hiçbir kitap, bu kadar herkesin dilini konuşuyor hissini bırakmamaktadır.