Mohaç Türküsü değil Şehadet Türküsü

1071 ile Anadolu’yu nihaî vatan edindikten sonra Rumeli’ye akan Türk milletinin gaza ruhunu Yahya Kemal Beyatlı kadar iyi anlatan bir başka şair var mıdır, bilmiyorum. Orhan Okay hocanın deyimiyle tarih ortasında Türklüğü arayan şairin, Kendi Gök Kubbemiz’inin ilk bölümünde yer alan Akıncı, İstanbul’un Fethini Gören Üsküdar, Mohaç Türküsü ile Eski Şiirin Rüzgarıyla’da Alparslan’ın Rûhuna Gazel, Selimnâme, İstanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel gibi şiirlerinde Anadolu ve Rumeli’yi iman gücüyle fetheden yeniçerinin hissiyatını sanki onlarla birlikte o mukaddes vazifeyi ifa etmiş gibi anlatır, bize o fetihleri yeniden yaşatır.

Yahya Kemal, tarihçilerin anlatamadığı ve hiçbir zaman da anlatamayacağı duyguları bize şiirleriyle aktarır. Milletimizin Anadolu’da yoğurarak inşa ettiği medeniyeti, nasıl yoğurduğunu ve bu medeniyetin temel özelliklerini bize şiirlerinde anlatır. Bu medeniyeti bilmeden bu milleti tanımak ise mümkün değildir. Bu kültür ve medeniyete âşina olmayanlar ise bizden değildir.

Bu duygularla kaleme aldığı Mohaç Türküsü bizi 1526 yılına götürür, Mohaç meydanında kılıç kuşandırır, atlara bindirir ve düşman üzerine galebe çalan yeniçerinin zaferini bize yaşatır. Bu toprakların vatan olması için kan, ter ve gözyaşı dökenlerin hâlini bize anlatır.

Mohaç Türküsü sefere giden bir ordunun hissiyatının anlatıldığı bir şiirdir. Ancak bu şiirde sadece savaş meydanında olanlar anlatılmaz. O savaşta şehit olanların şehadetlerinden sonraki durumları da anlatılır. Şairin bunu nasıl yaptığını şiiri hatırlattıktan sonra izah etmeye çalışacağım.

Bizdik o hücûmun bütün aşkıyla kanatlı;
Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,
Canlandı o meşhûr ova at kişnemesiyle!

Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;
Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.

Gül yüzlü bir âfetti ki her bûsesi lâle;
Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle

Dünyâya vedâ ettik, atıldık dolu dizgin;
En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!

Bir bir açılırken göğe, son def'a yarıştık;
Allâh'a giden yolda meleklerle karıştık.

Geçtik hepimiz dört nala, cennet kapısından;
Gördük ebedî cedleri, bir anda yakından!

Bir bahçedeyiz şimdi şehidlerle berâber;
Bizler gibi olmuş o yiğitlerle berâber.

Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden;
Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden.

Dokuz beyitlik gazel biçiminde yazılan şiirin teması kanaatimce şehadettir. Şair Mohaç savaşı üzerinden bize şehadeti ve şehitleri anlatır.

Şair şiirine bizdik diyerek başlar. Bununla bize ordunun ilk safında yer alan yüz atlının tahsis yoluyla Türk milleti olduğunu gösterir. Her ne kadar ilk safta yüz atlı olsa da o yüz atlı aslında yüzbinlerdir, her birimizdir.

İlk beyit Mohaç savaşında ordunun önündeki atlılar tarif edilir. Sabah vakti ordu hazırlanmış, önde atlarına binmiş yüz asker sabırsız bir halde hücum emrini beklemektedir. Hücumun bütün aşkıyla denilmesi yeniçerinin içinde bulunduğu hâli tarif içindir. Kanatlı olduğunu söyleyerek kapalı istiare yoluyla askerler kuşlar ordusuna benzetir. Ancak bu kuşlar kartal, doğan gibi avcı ve yırtıcı kuşlardır. Aşk içinde uçmak ordunun nasıl bir hevesle ve istekle düşman üzerine atıldığını gösterir. Sanki Hz. Peygamber’in “Allah yolunda şehit olmak, sonra diriltilip tekrar şehit olmak yine diriltilip tekrar şehit olmak isterdim.” hadis-i şerifini kendilerine şiar etmiş gibidirler. Yüz atlının sanki atlarının da kanatları var gibidir. Kanatlı olduklarının ihsas ettirilmesinden mecaz yoluyla uçar gibi düşman üstüne gideceklerini anlarız. Yüz atlı mecaz yoluyla sadece o gün savaşan askerleri değil, tarih boyunca ordunun önünde savaşan yüz binlerce askeri ifade eder.

İlk beyitte resmi çizen şair ikinci beyitte resmi renklendirmeye başlar. Yüz atlıdan biri imiş gibi bize savaşı resmeden şair bu beyitte bir sonraki sahneyi anlatır. Beklenen emir gelmiş, atlarının üstünde bekleyen süvariler atlarını şaha kaldırıp saldırmaya başlamıştır. Mohaç ufkundan mecaz yoluyla Macaristan’ı anlarız. Macaristan’ı fethedilmiş hâli gözlerinin önünde canlanan askerlerin aldıkları zafer muştusu onları neşelendirmiş ve atları da teşhis yoluyla istiare yaparak bu şevke ve neşeye iştirak ettirir. Ovanın canlanması ise at kişnemeleri ve kılıç şakırtılarıyla dolması, yani savaşın başlamasıdır.

Savaşın sonucu yavaş yavaş belli olmaya başlamıştır. Fetih gerçekleşmiş ve Macar ülkesini aydınlatmıştır. Parlatılan aydınlatılan ülke Macaristan iken parlatan da kapalı istiare yoluyla kendisine benzetilen fetih güneşidir. Bu fetih güneşinin görünmesi zafer anlamına gelir. İkinci dizede yüz atlının şehadet şerbetini içtikleri ifade edilir. Fetih güneşi sadece Macar ülkesinin üzerine doğmamıştır, şehadete yürüyen askerlerimize de bir başka aleme doğduklarını ima etmektedir. Beyitte canımızı vererek, şehit olarak bir ülkenin daha fethedilmesini sağladık derken o gün şehit olan askerleri değil de bin yıl boyunca canlarını veren tüm askerler adına konuşuyor gibidir.

Şair dördüncü beyitte şehadeti anlatır. Şehadeti dudakları laleye, yanakları güle benzeyen bir güzele benzetir. Âfet savaşın zorluğuna, gül ve lale renkleri dolayısıyla kana benzetilirken lalenin Allah’ı, gülün de Hz. Peygamber’in sembolü olmasını hatırlatırcasına kavuşmak istenilen sevgilinin kim olduğu söylenmiş olmaktadır. Koynuna girilen zafer de kapalı istiare yoluyla sevgiliye benzetilir. Bu zafer hem gazilerin hem de şehitlerin sevgilisi iken kavuşulan sevgili sadece şehitlere ait olan şehadettir.

Bir sonraki beyitte şair yüz atlıya tercüman olmaya devam eder. Dünyaya veda ettikten yani şehit olduktan sonra da dolu dizgin atıldıkları ve şehit oldukları bu son seferin asırlarca bilinmesini istediklerini söyler. Asırlarca bilinmesi istenilen şey aslında orada şehit olan yüz atlının kim oldukları değil, bu toprakların nasıl vatan kılındığıdır, bu vatanı kendilerine borçlu olduğumuz ecdadın fedakarlığıdır. Şair bizden yüz atlının hissiyatını bilmemizi isterken hepimizin yüz atlı gibi olmamızı da istemektedir. Bu sözler adeta bir veda konuşmasıdır ve bize söylenmiş bir vasiyettir, emanettir.

Bu dünya ile işini bitiren yüz atlı yer yüzünde uçarcasına at koşturduktan sonra bu sefer göklere doğru yükselmektedir. İlk beyitte geçen kanatın ne işe yaradığını bu beyitte daha iyi anlıyoruz. Savaş sabahı düşman üzerine atılmak için yarışan askerler bu sefer göklere yükselmek için yarışmaktadır. Kuran’da kendilerine vadedilen mükafatı almak için Allah’ın katına uçarak giden şehitlere, melekler hiçbir zaman erişemeyecekleri bir makamın sahiplerine imrenerek bakmakta, sanki alkışlamak için çevrelerine dizilmiş gibidir.

Allah’ın mükafatının ne olduğunu beşinci beyitte öğreniyoruz: Cennet. Hz. Peygamber’in buyurduğu gibi;

“Her kim, bugün düşmandan yüz çevirmeyip sebât eder, şehit düşerse, Cenâb-ı Hak elbette onu cennete koyacaktır. Bugün şehit olanlara Firdevs Cenneti hazırdır.”

Onlar da cennetin kapısından içeri girmişler ve kendileri için hazırlanmış Firdevs cennetine geçmişlerdir. Dört nala geçmelerinden hem onların çok mutlu olduklarını hem de hadislerde de ifade edildiği gibi sorgusuz sualsiz geçtiklerini ve cennete ilk girenlerden olduklarını anlıyoruz. İkinci dizede ise kendilerinden önce şehit olan dedelerine kavuştukları söylenir. Bu toprakların vatan olması için kanlarını döküp canlarını verenlerin buluşma noktası Firdevs cennetidir. Firdevs cennetinde kimsenin benzerini görmediği güzellikte evlerde yaşadıklarını Hz. Peygamber’den öğreniyoruz:

“Bu gece rüyamda iki adam gördüm. Yanıma gelip beni bir ağaca çıkardılar, sonra da bir eve götürdüler. O ev, şimdiye kadar benzerini görmediğim güzellik ve kıymette idi. Sonra o iki kişi bana, bu eşsiz ev, şehitlerin sarayıdır, dedi.” (Buhârî, Cihâd, 4; Cenâiz, 93)

Altıncı beyitte şehadet yolculuğu tamamlanmış, cennete girilmiştir. Diğer şehitlerle birlikte cennet bahçelerindedir. Bahçeden mecaz yoluyla Firdevs cenneti kastedilmiştir. Beraber olunan şehitler hem Mohaç’ta ön saftaki yüz atlı hem de tarih boyunca vatanları uğruna canlarını verenlerdir.

Son beyit son cümle gibi şehitlerin son sözleridir. Onlar cennette iken geride onların atlarının çıkardığı nal sesleri hatıra olarak kalması bizden yapılan savaşları unutulmamasını istemeleridir. Nalların taşlara sert bir şekilde temas ettiğinde çıkan kıvılcımın şimşeğe benzetilmesi yapılan savaşın şiddetini gösterir. Savağı kazanmak için verilen mücadelenin büyüklüğünü ve zorluğunu hatırlatır.

Yahya Kemal, bu şiirinde sadece Mohaç Türküsü’nde değil ondan önce ve sonra yapılan savaşlarda şehit olan tüm yiğitlerimizin türküsünü söyler, hikayelerini anlatır. Bu türküyü terennüm etmekten vaz geçtiğimiz veya unuttuğumuz zaman bu topraklar bize haram olur ve kaybederiz. Bu topraklarda var olmanın şartı bu türküyü unutmamak ve unutturmamaktır.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

İstanbul Camileri ve İstanbul Beyefendileri

İstanbul Camileri kitabı nasıl ortaya çıktı?

İbrahim Hilmi Tanışık kimdir? Kültürümüz için önemli sayılabilecek ne tür işler yaptı?

Tanışık arşivinde başka şeyler de var mı?

Adnan Özyalçıner ile başlıyor. İsmi pek bilinmeyen biri. Büyüdüğü ortam, kitap merakı, Ömer Seyfettin’e olan tutkusu.

Ahmed Nezih Galitekin’in önemli özelliği

Gavsi Bayraktar: Bir İstanbul beyefendisi

İstanbul beyefendisi tavrı nedir?

Önder Küçükerman’ın dikkat çeken özelliği ve dedesi Kitabî Hamdi Bey

İsmi pek bilinmeyen bir sanatçı: Ruşen Dora ve onun gözünden dedesi Ahmed Celaleddin Dede

Şevket Kokal’ın en önemli özelliği sanırım İstanbul’un kuşçuları. İstanbul’daki kuş pazarından ve bu pazarın müdavimleri

İbrahim Akın Kurtoğlu kimdir?

Yunus Emre'yi ne kadar tanıyoruz?

Yunus Emre’nin yaşadığı dönem içindeki yeri nedir? Yunus Emre ümmî miydi, okumuş muydu? Birden fazla Yunus var mı? Varsa Yunus Emre’nin şiirlerini diğerlerinden ayırt etmek mümkün mü? Yunus Emre’nin Türkiye Türkçesi ve Türk edebiyatı için önemi nedir? Yunus Emre Divanı’nın birçok neşri varken siz yeni bir yayın yaptınız. Sizin çalışmanızın öncekilerden farkı nedir? Yunus Emre’nin beslendiği kaynaklar nelerdir? Bu çalışma ile Yunus Emre hakkında bilmediğimiz bir şey öğrendik mi veya düzelttiğiniz yaygın bir bilgi var mı? Vahitpaşa yazma nüshası ile başladınız. Neden bu nüshayı tercih ettiniz? Çalışmanın önemli bir kısmını sözlük oluşturuyor. Sanırım bu sözlüğü mevcut sözlüklerdeki anlamlarını karşısına yazarak hazırlamadınız. Sözlüğün özelliğinden ve öneminden bahseder misiniz?

ismailgulec.net