Son Yazılar

Kıssa-ı Yûsuf ile Yusuf ile Züleyha aynı hikaye midir?

ur’ân-ı Kerîm’de birçok peygamber ve salih kişinin başından geçen olaylar anlatılır. Tahkiye edilen bu olaylara kıssa adı verilir. Kıssa daha sonra zaman içinde anlam genişlemesi ile olay hikaye ve roman için bile kullanılan bir edebî bir terim olacaktır.

Klasik dönemde kıssa ile hikâye arasındaki fark, hikâyelerin hayal ürünü iken kıssanın ibret dolu, doğru ve gerçekçi olmasıdır. Kuran kıssalarının bu özelliği daha sonra müslüman sanatçı için ölçü olacak, hikâyelerden bir ibrete dayalı nükte taşıması beklenecektir.

Kuran’daki tüm kıssaları anlatan eserler yazıldığı gibi sadece içlerinden birinin seçilerek anlatıldığı eserler de kaleme alınmıştır. Şairlerin en çok iltifat gösterdikleri kıssa Kuran’ın en güzel kıssa olarak nitelediği Hz. Yûsuf kıssasıdır. Kuran’da anlatılan hikâyelerin en güzelinin Hz. Yusuf’un hayatının anlatıldığı hikâye olduğunu Yûsuf sûresinin üçüncü âyetinden öğreniyoruz:

Hüsn ü Aşk’ın Hayrabâd’dan farkı

Şeyh Gâlib Hüsn ü Aşk’ın girişinde eserini niçin kaleme aldığını açıklarken Nâbî’yi Attâr’ın hikayesini gereksiz yere bir hikâye ekleyerek uzatıp âdeta yeni bir hikâye yazarak özünü bozmakla eleştirir. Dolayısıyla Nâbî’nin Attâr’ın hikâyesindeki mesajı anlamadığını düşündüğünü okurlara hissettirir. Ayrıca Hayrabâd’da yeni bir mazmun olmadığını, evlilik gibi sıradan bir olayı uzun uzun anlattığını, bir sultan ile bir hırsızı arkadaş yaptığını söyleyerek eleştirilerini devam ettirir.

Şeyh Gâlib’in eleştirilerinin nedenini anlamak için sırayla Attâr’ın, Nâbî’nin ve Şeyh Gâlib’in hikayelerini kısaca hatırlatmak isterim. Attâr’la başlayalım.

Fahreddin-i Gorgânî ile Sultanın Kölesi

Ferîdüddin Attâr’ın İlâhînâme’sinde 80 beyitlik anonim hikâyenin 65 beytinde olaylar anlatılırken son 15 beytinde hikâyede verilen mesajlar yer alır.

Yazılarım

Mesnevî ve Hz. Mevlânâ Yazıları

Yangın Medine’de mi çıktı?

Mesnevî’nin ilk cildinin sonlarına doğru “Hz. Ömer zamanında şehirde yangın çıkması” (3707-3720. Beyitler) başlıklı bir hikâye yer alır. Hz. Pîr, Mektubât’ında bir cümlede aktardığı olayı burada geniş bir şekilde yorumlayarak anlatır. Her ikisinde de mesaj açıktır: Az sadaka çok bela def eder. Başımıza gelen belalardan sadaka vererek ve iyilik yaparak kurtulabiliriz. Fitne ateşini söndürecek su hayır işleridir.

Hz. Ömer’in hilafeti döneminde çıkan bir yangında yola çıkarak insanlara Allah rızası için yardım etmenin, sadaka vermenin ve cömertliğin faziletlerine vurgu yapılan hikâyeyi kısaca özetleyeyim.

Dostluğun dördüncü kısmı

Dönemin hekimi Calinus asistanlarından deliler için hazırlanmış ilaçtan ister. Öğrencisi neden içmek istediğini sorunca şöyle cevap verir:

- Bir deliye rastladım. Bir müddet yüzüme baktı. Gözünü kırpıp yakamı çekti. Bende kendinden bir şey görmeseydi, yüzünü çevirip bana bakmazdı. Cinsiyetimden şüphelenmeseydi o niçin kendi cinsinden olmayana baktı?

Mevlana, Mesnevî’de Calinus’un başından geçen bu olayı anlattıktan sonra konuyu şu hikmetli sözle özetler:

İki insan ülfet etse hiç şüphe etme, aralarında müşterek bir taraf vardır.

Mesnevî ve Hz. Mevlânâ yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Hikemî Yazıları

Aslanı hizmete amade kılmak

Vahşi hayvanları evcilleştirmeye dair geleneğimizde anlatılan birçok hikaye olduğunu biliyoruz. Leyla ile Mecnun hikâyesinde Mecnun çöllere düştüğünde çevresinde av hayvanları ile avcı hayvanlar bir arada idi. Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğu söylenen resimlerde bir tarafında geyik diğer tarafında aslan yer alır.

Aslan ile geyik, kuzu veya diğer evcil hayvanlarla birlikte görünmek olağan üstü bir olaydır ve bu durum insanlar arasında hürmet görmenin sebebidir. Aslanı terbiye etmek ile ilgili konular sadece hikayelerde değil menkıbelerde de benzer hikâyeler anlatılır.

Tasavvuf geleneğimizi derinden etkileyen sufilerden Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin (ö. 1240) ruhâniyettinden devamlı istifade ettiğini söyleyen Ebû Medyen-i Mağribî (ö. 1198) ile ilgili anlatılan bir menkıbede aslan ile kuzunun yanyana durmasından bahsedilir. Menkıbe şöyledir:

Türkçenin de Türkçesi: Râşid Efendi’nin Sırf Türkçe Divân’ı

Ensar Karagöz, merhum Mehmet Şevki Eygi’nin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Kütüphanesine bağışladığı kitaplarını kataloglarken çok ilginç bir divanla karşılaştığını fark eder. Şeyh Râşid Efendi’ye (d. 1861-ö. 1945) ait olan bu eserin ilginçliği içinde Arapça ve Farsça kelimeler geçmeyen şiirlerden oluşmasıdır.

Cerrahî âsitanesine bağlı Sertarikzade Tekkesi şeyhi olan Râşid Efendi eserini harf devriminden 5, dil devriminden 9 yıl önce 1923’te kaleme almış. Daha önce de Mevlid’i Türkçe Doğum olarak çeviren Râşid Efendi bir sözlükçü gibi çalışmış ve yabancı dillerden Türkçeye geçen kelimelere bulduğu karşılıklara dair Yâd Dili adında bir eser ile Türkçeden Türkçeye bir sözlük olan Türk Dili adında eserler kaleme almış. Sırf Türkçe Divân’ın da temelini oluşturan Lügatü’l-Etrâk adını verdiği Niyazi Mısrî Divânı’ndan seçtiği kimi şiirleri sadeleştirerek hece vezniyle yeniden yazmış.

Hikemî yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Bektaşilik ve Alevilik Üzerine Yazıları

O hırka bildiğimiz hırkalardan değil

Hırka, sözlüklerde “kumaş parçası, yamalık; yamalı ve eski elbise” anlamına gelir. Tasavvuf dilinde ise dervişlerin giydikleri özel elbisenin adıdır. Erken dönemlerde zühdün sembolü olan hırka tarikatların ortaya çıkması ile zühd ve takvâ sembolü olarak giyilmeye başlandı. Tarikatına, zamana ve mekâna göre zamanla değişti ve pek çok çeşidi ortaya çıktı.

Her şeyin olduğu gibi hırkanın da hakkını veremeyenler oldu. Hırka giymekle derviş olduklarını sananları Yunus Emre şu dizelerle uyarır:

Dervişlik dedikleri
Hırka ile taç değil
Gönlün derviş eyleyen
Hırkaya muhtaç değil

İman ağacı

Dini daha iyi öğretmek için misal getirerek anlatmak Kuran-ı Kerim’in üslup özelliklerinden biridir. Allah Teala, Kitab-ı Mübin’inde birçok kavramı misal getirerek anlatmaktan çekinmez:

Allah’ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller getirmektedir. " (İbrahim: 24-25)

Bu üslup hadis-i şeriflerde görülür. Hz. Peygamber de insanlar öğüt alıp iyice bellesinler diye benzetme yapmaktan çekinmez. İbn Ömer (ra) rivayet edilen bir hadis-i şerif:

Bektaşilik ve Alevilik yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Dini Hayatımıza Dair Yazılar

Türkiye'de Hac Fonu olur mu?

Birkaç gün önce Dr. Alican Yenice’nin, Prof. Dr. Mahmut Bilen’in danışmanlığında hazırladığı, dünyadaki ilk ve en eski hac fonu olan Malezya Tabung Haji ve bu kurumun Türkiye’ye uyarlanabilmesinin mümkün olup olmadığını tartıştığı doktora tezini gördüm. Ehli için bilinen bir konu olmasına rağmen benim için oldukça yeni idi ve merakla öğrenmeye ve anlamaya çalıştım.

Malezya’da Hac fonunu yöneten ve organizasyonunu yapan Tabung Haji adında bir kurum var. Malezya’da hacı adayları başvuru sırasına göre belirleniyor ve sırası gelen hacca gidiyor. Hacı adayları sırayla belirlendiği için adaylar hangi yılda hacca gideceklerini de biliyor. Sırası geldiğinde hacı adayına fazladan mali bir yük binmemesi için çok önceden fonda açılan hesabına küçük miktarlarda para yatırmaya başlıyor. Fon, biriken paraları hacı adayı adına değerlendiriyor ve hacca gitme vakti geldiğinde de aday beş kuruş para ödemeden hacca gidiyor.

Din mealden değil, Hz. Peygamber’den öğrenilir

Birkaç gün önce bir arkadaşım aradı. Dini öğrenmek istediğini söyleyip benden kendisine bir meal tavsiye etmemi istedi. Arkadaşımın bu sorusu, uzunca bir süre zihnimde taşıdıktan sonra cevabını kendimce bulduğum bir soruyu hatırlattı. Din, Kuran okuyarak öğrenilir mi? Kuran’ı veya herhangi bir kutsal kitabı okuyan herkes onu anlayabilir mi? Son yıllarda neredeyse herkes Kuran’ın mealini okur oldu. Hadis kitapları başta olmak üzere Müslüman alimlerin asırlar boyunca biriktirdikleri muazzam bir külliyat görmezden gelindi, hatta yok ve değersiz sayılmaya başlandı. Sadece meal okuyarak dini öğrendiğini zannedenler maalesef dini öğretmeye de başladılar.

Dini hayatımıza dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Hz. Peygamber’e Dair Yazılar

Ümmetin olduğumuz devlet yeter

Süleyman Çelebi Mevlid’inde Hz. Peygamber’e hitaben şöyle seslenir:

Ümmetin olduğumuz devlet yeter
Hizmetin kıldığımız izzet yeter

Şairlerimiz de Müslüman olduğumuz günden itibaren Hz. Peygamber’e ümmet olmanın verdiği izzet ve saadeti terennüm eden şiirler söylediler ve söylemeye devam ediyorlar.

Enes b. Malik’ten rivayet edilen şu hadis şüphesiz bu sevginin altında yatan sebeplerden biridir:

Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: Biriniz beni çocuklarından, anasından, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek mümin olamaz. (Buhari İman 8/15)

Peygamberi sevmedikçe gerçek mümin olunamayacağını bilen şairler bize onu sevdirmeye çalıştılar. Hz. Peygamber için yazılan kitapları, şiirleri okuyarak onu görmeden ona aşık olduk.

Huzûr-ı Nebî’de can vermek

Bizim edebiyatımızda sevgilisi uğrunda can vermeyene, can vermeye hazır olmayana âşık denmez. Âşıklığın birinci şartı canı cânân için kurban edebilmektir. En büyük sevgili ise sebeb-i hilkat-i âlem ve mefhar-ı benî âdem olan efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hazretleridir.

Âşığın sevgili yolunda can vermesini anlatan pek çok menkıbe vardır ama ben Mehmet Akif’in Necid Çöllerinden Medine’ye şiirinde anlattığı Sudanlıyı hiç unutmam. Şiiri bilirsiniz. Bilmeseniz de duymuşsunuzdur. O şiirde Mehmet Akif bir Sudanlı âşıktan bahseder. Âkif, şiire çölü tasvir ederek başlar. Ancak onun tarif ettiği çöl cahiliyye dönemi Arap şairlerinin tarif ettiği gibi değildir. Çöl yokluk, zayıflık ve ümitsizlik menbaı gibidir. Çölde ümitsiz bir haldeyken Âkif’in “Canân’ımın yeşil yurdu” dediği Hz. Peygamber’in türbesinin kubbesini, görünce bu sefer iklim değişir, bahar olur adeta. Karamsarlık ümide, keder neş’eye ve hüzün sevince dönüşür. Sevgilisini gören âşığın hâlini tasvir eder Âkif. Önce Hz. Peygamber’in huzurunda hissettiklerini anlatır, sonra İslam dünyasının perişan hâlini hatırlayıp bundan kurtulması için dua eder. Hz. Peygamber’in ravzasının önünde dua ederken bir ses duyar.

Hz. Peygamber’e Dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Kültür Yazıları

Bir sualim var sana ey dervişler ecesi

Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre’nin Hacı Bektaş Velî’nin Makâlât’ını özetlediğini söylediği güzel bir ilâhisi var. Kanaatimce bir müslümanı tarif eden ve müslümanlığı dört makam üzerinden anlatan bu ilahi, devrinin İslam anlayışını aktarıyor. 13. asırda Batı Anadolu’da göçmen Türk boylarına Türkmen kocaları tarafından öğretilen İslam anlayışının kısa bir özeti hatta özü denilebilir. Dolayısıyla bugünün anlayışından yola çıkarak Yunus’un tarikati hakkında bir iddiada bulunmak yerine dönemin genel inancını yansıttığını düşünmenin daha doğru olacağı kanaatindeyim.

Yunus’u ve devrinin müslüman modelini yansıttığını düşündüğüm ilahiyi anladığım kadarıyla açıklarsam ne demek istediğim sanırım daha iyi anlaşılacak.

Orhan Kemal Tavukçuoğlu neşrinden günümüz imlasına dönüştürerek alıntıladığım ilahi bir soru ile başlıyor.

Bir suâlim var sana ey dervişler ecesi
Meşâyih ne buyurur, yol u haber nicesi

Aslanı hizmete amade kılmak

Vahşi hayvanları evcilleştirmeye dair geleneğimizde anlatılan birçok hikaye olduğunu biliyoruz. Leyla ile Mecnun hikâyesinde Mecnun çöllere düştüğünde çevresinde av hayvanları ile avcı hayvanlar bir arada idi. Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğu söylenen resimlerde bir tarafında geyik diğer tarafında aslan yer alır.

Aslan ile geyik, kuzu veya diğer evcil hayvanlarla birlikte görünmek olağan üstü bir olaydır ve bu durum insanlar arasında hürmet görmenin sebebidir. Aslanı terbiye etmek ile ilgili konular sadece hikayelerde değil menkıbelerde de benzer hikâyeler anlatılır.

Tasavvuf geleneğimizi derinden etkileyen sufilerden Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin (ö. 1240) ruhâniyettinden devamlı istifade ettiğini söyleyen Ebû Medyen-i Mağribî (ö. 1198) ile ilgili anlatılan bir menkıbede aslan ile kuzunun yanyana durmasından bahsedilir. Menkıbe şöyledir:

Kültür yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Tarih ve Geleneğe Dair Yazılar

Lâfın tamamı, aptala mı söylenir?

Sık kullandığımız bir atasözümüzdür. Lâf yerine söz, aptal yerine ahmak çeşitleri de vardır. Anlayışı kıt olanlara lâfın tamamının tane tane anlatılması gerektiğini ifade etmek için söylenir. Ancak bu atasözü de tek başına lâfın tamamı değildir. Çünkü bu söz, bir önermedir. Öncülleri ve sonuç cümlesi de vardır. Ne demek istediğimizi mantıktan yardım alarak izah etmeye çalışayım.

Mantıkta düzensiz kıyasın çeşitleri arasında kısaltılmış ve tek cümlelik kıyaslardan bahsedilir. Mesela “Alay etmek, hoş bir davranış değildir.” demek aynı zamanda muhatabın bir davranışını beğenmediğini dolaylı yoldan ifade etmektir. Kısaltılmış tek cümlelik bir kıyas olan cümleyi şöyle açabiliriz:

Somuncu Baba’nın Somunları

Somuncu Baba’yı bilmeyenimiz yoktur. Tekkesi ekmek fırını olan bu büyük veli, pişirdiği ekmekleri Bursa sokaklarında “Mü’minler, somunlar” nidalarıyla satarken yaptığı işi anlayan kişi sayısı çok azdı. Rivayete göre ekmekleri sırtında ve elinde tuttuğu bir tablaya koyar, “müminler, somunlar” diyerek satardı. Bursalılar ondan ekmek almak için birbirini çiğnermiş. Çünkü ondan ekmek alanlar sadece bir ekmek almaz, aynı zamanda nazarına mazhar olmakla feyizlenirler, gönülleri inşirah bulurmuş.

Cevabını merak ettiğimiz soru şu: Somuncu Baba ekmeklerini neden ‘müminler, somunlar’ diyerek satıyordu? Mümin ile ekmek arasında kurduğu ilişki neydi?

Tarih ve geleneğe dair yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Şehir ve Medeniyet Yazıları

Niçin üniversiteye gideriz?

Geçtiğimiz günlerde uzun zamandan beri görmediğim bir arkadaşımla karşılaştım. Epeydir görüşmemenin verdiği hasretle sohbet ederken laf lafı açtı ve konu doğal olarak çocuklara geldi. Birbirimize çocuklarımızın okulunu sorduk. Oğlu, Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanmış, iki yıl okuduktan sonra ayrılıp bir başka devlet üniversitesine geçmiş. Orada da iki sene devam ettikten sonra mezun olmadan orayı da bırakmış. Büyük bir yazılım firmasında departman sorumlusu olarak çalışıyormuş. Yanında da üniversite mezunu, hatta yüksek lisans yapmış mühendisler çalışıyormuş.

Arkadaşla ayrıldıktan sonra zihnimde “Üniversiteye gitmeden üniversite mezunlarına idarecilik yapmak veya onların üniversitede öğrendiği işi öğrenmek mümkün ise neden üniversiteye gidilsin?” sorusu dolaşıp durdu. Gerçi ABD’de üniversite yöneticilerinin gençlerin ilgisizliğinden dolayı dört yıllık süreyi üç yıla indirmeyi tartıştıklarından haberdardım. İngiltere’de üniversite tahsili için gelen yabancı öğrencilerin sayısında %25’lik bir düşüş olduğunu da bir yerlerde okumuştum. Ülkemizde de her yıl üniversite sınavını kazandığı halde gitmeyen binlerce öğrenci olduğunu da biliyordum.

Güldüren de ağlatan da O’dur

Bizim ilahilerimiz ve kimi türkülerimiz Kuran’ın ve Hz. Peygamber’in sözlerinin kısa açıklamalarıdır. Anlamını pek düşünmeden dinlediğimiz kimi türkülerimiz ve şarkılarımızda âyet ve hadis mealleri yer alır. Dolayısıyla anlamlarını düşünerek türkü dinlemek nafile ibadet gibidir. Bu hakikati bilen ecdadımız hayatın her anını ayet ve hadislerle doldurmuş, her tarafımızı Kuran ve hadisle donatmış ve örmüş. Eğlendirirken bile öğretmeye ve eğitmeye devam etmiş. Sadece adını söylememiş.

Ayet ve hadislerin mealinden oluşan türkü ve şarkıları dinlemek bizi her türlü kötü düşünceden koruyan birer zırh aynı zamanda. Türküyü hakkıyla dinleyip anlayan kimseden zarar gelmemesinin altında bu hakikat yatar. Sözlerimizi daha somut bir hâle getirmek için örnek verelim.

Erol Sayan’ın Gülizar makamında bestelenmiş çok güzel bir Yunus bestesi vardır.

Şehir ve Medeniyet yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Topluma Dair Yazıları

Yapay Zeka, Dünyayı Nereye Götürüyor?

24 Kasım 2024 Pazar günü Köln’de (Almanya), İstanbul Medeniyet Üniversitesi, T.C. Köln Başkonsolosluğu, Eğitim Ateşeliği, Yunus Emre Enstitüsü ve Maarif Vakfı’nın paydaşları olduğu “Uluslararası Avrupalı Türkler ve İki Dillilik Çalışmaları Kongresi”nin (BİSET) beşincisini düzenledik. Bu seneki teması “İki Dillilik Çalışmalarında Yapay Zeka ve Teknoloji Uygulamaları” olan kongreye çağrılı konuşmacı olarak katılan Suffolk Üniversitesi’nden, (Boston/ABD) Prof. Dr. Pelin Biçen, “Yapay Zeka İle Dünyanın Mevcut Durumu ve Geleceği” başlıklı çok ilginç bir konferans verdi. Benim için oldukça öğretici ve ilginç olan bu konferansta tuttuğum notları sizin de dikkatinizi çekeceğini düşünerek paylaşmak isterim.

İş hayatına dair

1. Her şeyden önce makinelerin işimizi elimizden alacağına dair bir inanç gelişti ve bu da iş kaybetme korkusunu artırdı. İş gücü piyasasında çok radikal değişiklikler ve dönüşümler bizi bekliyor. Yeni beceri setlerine ihtiyacımız var ve bu ihtiyacı karşılamak zorunda kalan eğitim kurumlarınının bir parçası olduğu eğitim sistemini köklü değişiklik yapmaya zorluyor. Sosyal ve ekonomik dengeleri çok etkiledi ve büyük değişimler bekleniyor.

Biz nasıl bu hâle geldik?

Son zamanlarda ülkemizde yaşananları hepimiz üzüntü ve endişe ile takip ediyoruz. Ülkenin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her köşesinden anna-babasını öldüren evlatlar, çocuklarını katleden anneler-babalarla ilgili haberleri televizyonlar ve sosyal medya her gün üzerimize boca ediyorlar ve bizi derin yeis içinde bırakıyorlar. Sahtekarlığın bin türünü görüyoruz ve ne yapacağımızı bilemez bir haldeyiz. Tevfik Fikret’in;

Doğruluk dilde yok dudaklarda
Hayr ayaklarda şer kucaklarda

Dediği devri yaşıyor gibiyiz. Bu haberleri gördükçe ve işittikçe Nâbî merhumun;

Ceyş-i gamdan kande etsin ilticâ ehl-i niyâz
Kal’a-i himmette Nâbî burc ü bârû kalmamış

Topluma Dair yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Yönetim Yazıları

İyi, doğru ve güzel düşünmek sıradan eylem değildir

İbrahim Kalın, geçtiğimiz günlerde, müsebbibi olmadığı gereksiz bir tartışma ile kamuoyunda yer aldı. Tartışmaya girmeden ve uzatmadan, kendine yakışan bir üslûp ve vakar içinde, sözünü bilgece söyledi ve çekildi.

Oysa İbrahim Kalın, gözümüz gibi sakınmamız gereken değerlerimizden. Cumhurbaşkanlığı sözcülüğü gibi önemli bir görevi üstlenen Kalın, dünyanın en zor coğrafyasında bulunan ve dört bir yanı sorunlu ülkelerle çevrili ülkemizin en çok çalışan bürokratlarından biri. Bir başka ülkenin bir sene boyunca karşılaştığı sorunların daha büyükleri ile bir hafta içinde karşılaşan güzel ülkemiz için canla başla çalışan bir devlet görevlisi. Üstlendiği ağır sorumluluğun stresini ve yoğun çalışmanın yorgunluğunu, fırsat buldukça sesi ve sazı ile atıyor.

Bürokrat, diplomat ve sanatçı kişiliğinin yanında akademisyen kimliğini de muhafaza eden İbrahim Kalın, ne ara ve nasıl yazdığını bilemediğimiz kitapları ile de bizi, kendine hayran bırakıyor.

Başkan adayları için hikayeler

Malum mahalli yöneticilerimizi belirleyeceğimiz seçimlere kısa bir süre kaldı. Adaylar hummalı bir çalışma içinde, seçilmek için gayret ediyorlar. Peki hiç beş yıl boyunca yaşadığımız kasabayı yönetecek belediye başkanının nasıl olması gerektiğini düşündünüz mü?

Eskiler düşünmüşler ve düşündüklerini de kitaplaştırmışlar. Siyasetname türü böyle bir ihtiyaçtan doğmuş. Bir ülkeyi, bir şehri, bir beldeyi yönetmeye talip olanları uyaran kitaplar yazmışlar ve adına da siyasetname demişler.

Yönetime dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Eğitim Yazıları

Yapay Zeka, Dünyayı Nereye Götürüyor?

24 Kasım 2024 Pazar günü Köln’de (Almanya), İstanbul Medeniyet Üniversitesi, T.C. Köln Başkonsolosluğu, Eğitim Ateşeliği, Yunus Emre Enstitüsü ve Maarif Vakfı’nın paydaşları olduğu “Uluslararası Avrupalı Türkler ve İki Dillilik Çalışmaları Kongresi”nin (BİSET) beşincisini düzenledik. Bu seneki teması “İki Dillilik Çalışmalarında Yapay Zeka ve Teknoloji Uygulamaları” olan kongreye çağrılı konuşmacı olarak katılan Suffolk Üniversitesi’nden, (Boston/ABD) Prof. Dr. Pelin Biçen, “Yapay Zeka İle Dünyanın Mevcut Durumu ve Geleceği” başlıklı çok ilginç bir konferans verdi. Benim için oldukça öğretici ve ilginç olan bu konferansta tuttuğum notları sizin de dikkatinizi çekeceğini düşünerek paylaşmak isterim.

İş hayatına dair

1. Her şeyden önce makinelerin işimizi elimizden alacağına dair bir inanç gelişti ve bu da iş kaybetme korkusunu artırdı. İş gücü piyasasında çok radikal değişiklikler ve dönüşümler bizi bekliyor. Yeni beceri setlerine ihtiyacımız var ve bu ihtiyacı karşılamak zorunda kalan eğitim kurumlarınının bir parçası olduğu eğitim sistemini köklü değişiklik yapmaya zorluyor. Sosyal ve ekonomik dengeleri çok etkiledi ve büyük değişimler bekleniyor.

İlahiyatçı olmak hiçbir zaman bu kadar zor olmamıştı

Her zaman dile getirdiğim bir konu var. Okumalarımdan ve gördüklerimden anladığım kadarı ile ilahiyat tahsili tarihin hiçbir devrinde bu kadar zor ve karışık dolayısıyla önemli olmamıştı. Prof. Dr. Hacı Mehmet Günay’ın “Süreklilik ve Değişim Bağlamında Fıkıh Mirasımıza Yöntemsel Yaklaşımlar”, (Modern Çağda Fıkhın Anlam ve İşlevi, 2020, s. 121-146) başlıklı makalesindem de ilahiyat tahsilinin ne kadar zor olduğu çok sarih bir şekilde anlaşılıyor.

Son iki asırda yaşanan gelişmeler ve modernite, ulus devletlerin ortaya çıkışı, kapitalizmin yükselişi ve dünyayı esir alması, iki dünya savaşı ve sonrasında yaşanan soğuk savaş, dünyayı etkisi altına alan din karşıtı akımlar, düşünceler, teknoloji sahasında gelişmeler ve bu gelişmelerin insan hayatının içine girmesi Müslüman toplumları mevcut birikimle çözülemeyecek yepyeni sorunlarla baş başa bıraktı ve bırakmaya da devam ediyor. Bu durum ilahiyatçıları, özellikle fıkıhçıları ve kelamcıları yeni usul ve araçlar aramaya yöneltti. Gelenekte olmayan araçları ve düşünme yöntemlerini kullanmak zorunda bıraktı.

Eğitim yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Yükseköğretim Yazıları

Niçin üniversiteye gideriz?

Geçtiğimiz günlerde uzun zamandan beri görmediğim bir arkadaşımla karşılaştım. Epeydir görüşmemenin verdiği hasretle sohbet ederken laf lafı açtı ve konu doğal olarak çocuklara geldi. Birbirimize çocuklarımızın okulunu sorduk. Oğlu, Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanmış, iki yıl okuduktan sonra ayrılıp bir başka devlet üniversitesine geçmiş. Orada da iki sene devam ettikten sonra mezun olmadan orayı da bırakmış. Büyük bir yazılım firmasında departman sorumlusu olarak çalışıyormuş. Yanında da üniversite mezunu, hatta yüksek lisans yapmış mühendisler çalışıyormuş.

Arkadaşla ayrıldıktan sonra zihnimde “Üniversiteye gitmeden üniversite mezunlarına idarecilik yapmak veya onların üniversitede öğrendiği işi öğrenmek mümkün ise neden üniversiteye gidilsin?” sorusu dolaşıp durdu. Gerçi ABD’de üniversite yöneticilerinin gençlerin ilgisizliğinden dolayı dört yıllık süreyi üç yıla indirmeyi tartıştıklarından haberdardım. İngiltere’de üniversite tahsili için gelen yabancı öğrencilerin sayısında %25’lik bir düşüş olduğunu da bir yerlerde okumuştum. Ülkemizde de her yıl üniversite sınavını kazandığı halde gitmeyen binlerce öğrenci olduğunu da biliyordum.

İlahiyatçı olmak hiçbir zaman bu kadar zor olmamıştı

Her zaman dile getirdiğim bir konu var. Okumalarımdan ve gördüklerimden anladığım kadarı ile ilahiyat tahsili tarihin hiçbir devrinde bu kadar zor ve karışık dolayısıyla önemli olmamıştı. Prof. Dr. Hacı Mehmet Günay’ın “Süreklilik ve Değişim Bağlamında Fıkıh Mirasımıza Yöntemsel Yaklaşımlar”, (Modern Çağda Fıkhın Anlam ve İşlevi, 2020, s. 121-146) başlıklı makalesindem de ilahiyat tahsilinin ne kadar zor olduğu çok sarih bir şekilde anlaşılıyor.

Son iki asırda yaşanan gelişmeler ve modernite, ulus devletlerin ortaya çıkışı, kapitalizmin yükselişi ve dünyayı esir alması, iki dünya savaşı ve sonrasında yaşanan soğuk savaş, dünyayı etkisi altına alan din karşıtı akımlar, düşünceler, teknoloji sahasında gelişmeler ve bu gelişmelerin insan hayatının içine girmesi Müslüman toplumları mevcut birikimle çözülemeyecek yepyeni sorunlarla baş başa bıraktı ve bırakmaya da devam ediyor. Bu durum ilahiyatçıları, özellikle fıkıhçıları ve kelamcıları yeni usul ve araçlar aramaya yöneltti. Gelenekte olmayan araçları ve düşünme yöntemlerini kullanmak zorunda bıraktı.

Yükseköğretim yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Dile Dair Yazılar

Hüsn ü Aşk’ın Hayrabâd’dan farkı

Şeyh Gâlib Hüsn ü Aşk’ın girişinde eserini niçin kaleme aldığını açıklarken Nâbî’yi Attâr’ın hikayesini gereksiz yere bir hikâye ekleyerek uzatıp âdeta yeni bir hikâye yazarak özünü bozmakla eleştirir. Dolayısıyla Nâbî’nin Attâr’ın hikâyesindeki mesajı anlamadığını düşündüğünü okurlara hissettirir. Ayrıca Hayrabâd’da yeni bir mazmun olmadığını, evlilik gibi sıradan bir olayı uzun uzun anlattığını, bir sultan ile bir hırsızı arkadaş yaptığını söyleyerek eleştirilerini devam ettirir.

Şeyh Gâlib’in eleştirilerinin nedenini anlamak için sırayla Attâr’ın, Nâbî’nin ve Şeyh Gâlib’in hikayelerini kısaca hatırlatmak isterim. Attâr’la başlayalım.

Fahreddin-i Gorgânî ile Sultanın Kölesi

Ferîdüddin Attâr’ın İlâhînâme’sinde 80 beyitlik anonim hikâyenin 65 beytinde olaylar anlatılırken son 15 beytinde hikâyede verilen mesajlar yer alır.

Türkçenin de Türkçesi: Râşid Efendi’nin Sırf Türkçe Divân’ı

Ensar Karagöz, merhum Mehmet Şevki Eygi’nin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Kütüphanesine bağışladığı kitaplarını kataloglarken çok ilginç bir divanla karşılaştığını fark eder. Şeyh Râşid Efendi’ye (d. 1861-ö. 1945) ait olan bu eserin ilginçliği içinde Arapça ve Farsça kelimeler geçmeyen şiirlerden oluşmasıdır.

Cerrahî âsitanesine bağlı Sertarikzade Tekkesi şeyhi olan Râşid Efendi eserini harf devriminden 5, dil devriminden 9 yıl önce 1923’te kaleme almış. Daha önce de Mevlid’i Türkçe Doğum olarak çeviren Râşid Efendi bir sözlükçü gibi çalışmış ve yabancı dillerden Türkçeye geçen kelimelere bulduğu karşılıklara dair Yâd Dili adında bir eser ile Türkçeden Türkçeye bir sözlük olan Türk Dili adında eserler kaleme almış. Sırf Türkçe Divân’ın da temelini oluşturan Lügatü’l-Etrâk adını verdiği Niyazi Mısrî Divânı’ndan seçtiği kimi şiirleri sadeleştirerek hece vezniyle yeniden yazmış.

Dile dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Edebiyata Dair Yazılar

Hüsn ü Aşk’ın Hayrabâd’dan farkı

Şeyh Gâlib Hüsn ü Aşk’ın girişinde eserini niçin kaleme aldığını açıklarken Nâbî’yi Attâr’ın hikayesini gereksiz yere bir hikâye ekleyerek uzatıp âdeta yeni bir hikâye yazarak özünü bozmakla eleştirir. Dolayısıyla Nâbî’nin Attâr’ın hikâyesindeki mesajı anlamadığını düşündüğünü okurlara hissettirir. Ayrıca Hayrabâd’da yeni bir mazmun olmadığını, evlilik gibi sıradan bir olayı uzun uzun anlattığını, bir sultan ile bir hırsızı arkadaş yaptığını söyleyerek eleştirilerini devam ettirir.

Şeyh Gâlib’in eleştirilerinin nedenini anlamak için sırayla Attâr’ın, Nâbî’nin ve Şeyh Gâlib’in hikayelerini kısaca hatırlatmak isterim. Attâr’la başlayalım.

Fahreddin-i Gorgânî ile Sultanın Kölesi

Ferîdüddin Attâr’ın İlâhînâme’sinde 80 beyitlik anonim hikâyenin 65 beytinde olaylar anlatılırken son 15 beytinde hikâyede verilen mesajlar yer alır.

Türkçenin de Türkçesi: Râşid Efendi’nin Sırf Türkçe Divân’ı

Ensar Karagöz, merhum Mehmet Şevki Eygi’nin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Kütüphanesine bağışladığı kitaplarını kataloglarken çok ilginç bir divanla karşılaştığını fark eder. Şeyh Râşid Efendi’ye (d. 1861-ö. 1945) ait olan bu eserin ilginçliği içinde Arapça ve Farsça kelimeler geçmeyen şiirlerden oluşmasıdır.

Cerrahî âsitanesine bağlı Sertarikzade Tekkesi şeyhi olan Râşid Efendi eserini harf devriminden 5, dil devriminden 9 yıl önce 1923’te kaleme almış. Daha önce de Mevlid’i Türkçe Doğum olarak çeviren Râşid Efendi bir sözlükçü gibi çalışmış ve yabancı dillerden Türkçeye geçen kelimelere bulduğu karşılıklara dair Yâd Dili adında bir eser ile Türkçeden Türkçeye bir sözlük olan Türk Dili adında eserler kaleme almış. Sırf Türkçe Divân’ın da temelini oluşturan Lügatü’l-Etrâk adını verdiği Niyazi Mısrî Divânı’ndan seçtiği kimi şiirleri sadeleştirerek hece vezniyle yeniden yazmış.

Edebiyata dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Kitap Yazıları

Yeni nesillere ne okutalım?

Birkaç hafta önce ilginç bir kitap yayınlandı. Necati Tonga tarafından hazırlanan kitap*, 1930 yılında Vakit gazetesinde ve 1932 yıllında SonP Posta gazetesinde yayınlanan iki anket ve sonuçlarından oluşuyor.

Anketlere aralarında Halid Ziya Uşaklıgil, Ali Ekrem Bolayır, Cenap Şehabeddin, Hüseyin Cahit Yalçın, Peyami Safa, Nazım Hikmet gibi devrin ediplerinin yanı sıra gazeteciler, eğitimciler ve aydınları katılmış ve kendilerine yöneltilen şu sorulara cevap vermişler:

1. Okuma vaziyetimiz ne merkezdedir?
2. Eski harflerle basılmış eserlerden hangilerini yeni harflerle basmalıyız?
3. Garp eserlerinden hanginileri Türkçeye çevirmeliyiz.

Türkçenin de Türkçesi: Râşid Efendi’nin Sırf Türkçe Divân’ı

Ensar Karagöz, merhum Mehmet Şevki Eygi’nin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Kütüphanesine bağışladığı kitaplarını kataloglarken çok ilginç bir divanla karşılaştığını fark eder. Şeyh Râşid Efendi’ye (d. 1861-ö. 1945) ait olan bu eserin ilginçliği içinde Arapça ve Farsça kelimeler geçmeyen şiirlerden oluşmasıdır.

Cerrahî âsitanesine bağlı Sertarikzade Tekkesi şeyhi olan Râşid Efendi eserini harf devriminden 5, dil devriminden 9 yıl önce 1923’te kaleme almış. Daha önce de Mevlid’i Türkçe Doğum olarak çeviren Râşid Efendi bir sözlükçü gibi çalışmış ve yabancı dillerden Türkçeye geçen kelimelere bulduğu karşılıklara dair Yâd Dili adında bir eser ile Türkçeden Türkçeye bir sözlük olan Türk Dili adında eserler kaleme almış. Sırf Türkçe Divân’ın da temelini oluşturan Lügatü’l-Etrâk adını verdiği Niyazi Mısrî Divânı’ndan seçtiği kimi şiirleri sadeleştirerek hece vezniyle yeniden yazmış.

Kitaplara dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Kişilere Dair Yazılar

Hüsn ü Aşk’ın Hayrabâd’dan farkı

Şeyh Gâlib Hüsn ü Aşk’ın girişinde eserini niçin kaleme aldığını açıklarken Nâbî’yi Attâr’ın hikayesini gereksiz yere bir hikâye ekleyerek uzatıp âdeta yeni bir hikâye yazarak özünü bozmakla eleştirir. Dolayısıyla Nâbî’nin Attâr’ın hikâyesindeki mesajı anlamadığını düşündüğünü okurlara hissettirir. Ayrıca Hayrabâd’da yeni bir mazmun olmadığını, evlilik gibi sıradan bir olayı uzun uzun anlattığını, bir sultan ile bir hırsızı arkadaş yaptığını söyleyerek eleştirilerini devam ettirir.

Şeyh Gâlib’in eleştirilerinin nedenini anlamak için sırayla Attâr’ın, Nâbî’nin ve Şeyh Gâlib’in hikayelerini kısaca hatırlatmak isterim. Attâr’la başlayalım.

Fahreddin-i Gorgânî ile Sultanın Kölesi

Ferîdüddin Attâr’ın İlâhînâme’sinde 80 beyitlik anonim hikâyenin 65 beytinde olaylar anlatılırken son 15 beytinde hikâyede verilen mesajlar yer alır.

Türkçenin de Türkçesi: Râşid Efendi’nin Sırf Türkçe Divân’ı

Ensar Karagöz, merhum Mehmet Şevki Eygi’nin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Kütüphanesine bağışladığı kitaplarını kataloglarken çok ilginç bir divanla karşılaştığını fark eder. Şeyh Râşid Efendi’ye (d. 1861-ö. 1945) ait olan bu eserin ilginçliği içinde Arapça ve Farsça kelimeler geçmeyen şiirlerden oluşmasıdır.

Cerrahî âsitanesine bağlı Sertarikzade Tekkesi şeyhi olan Râşid Efendi eserini harf devriminden 5, dil devriminden 9 yıl önce 1923’te kaleme almış. Daha önce de Mevlid’i Türkçe Doğum olarak çeviren Râşid Efendi bir sözlükçü gibi çalışmış ve yabancı dillerden Türkçeye geçen kelimelere bulduğu karşılıklara dair Yâd Dili adında bir eser ile Türkçeden Türkçeye bir sözlük olan Türk Dili adında eserler kaleme almış. Sırf Türkçe Divân’ın da temelini oluşturan Lügatü’l-Etrâk adını verdiği Niyazi Mısrî Divânı’ndan seçtiği kimi şiirleri sadeleştirerek hece vezniyle yeniden yazmış.

Kişilere Dair yazıların tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Gezi Yazıları

Bülbül Yuvası: Yakova

Kosova’ya gidenler genellikle Sultan Murad türbesini ziyaret ettikten sonra Prizren’e uğrar, duruma göre birkaç saat vakit geçirdikten veya bir gece kaldıktan sonra bir başka ülkeye geçerler. Oysa kanaatimce İpek ve Yakova da mutlaka gezilmeli ve görülmelidir.

İpek bir başka yazının konusu olsun, ben size Evliya Çelebi’nin “Bülbül yuvası” dediği Yakova’yı neden görmeniz gerektiğini açıklamaya çalışayım.

Ben, bir şehre gittiğimde ilk olarak ulu camiine, çarşısına, sokaklarına ve evlerine bakarım. Bunların yanında medrese, çeşme, tekke, köprü gibi her şehirde bulunmayan diğer mimari unsurlar gelir. Bunların uyum içinde olması ve şehrin tarihinin bir dönemini yansıtacak şekilde korunması da çok önemli. Apartmanlar arasında kalmış bir çeşme beni çok heyecanlandırmaz ancak tarihi dokusunu koruyan bir sokağın köşesindeki çeşme, yakın bir arkadaşımı görmüş gibi beni sevindirir. Yakova’nın merkezi tarihi dokunun korunmuş olması ve yapılarının çeşitliliği ile ziyaret edilmeyi hak ediyor.

Kuzey Makedonya'da Bir Osmanlı Kasabası: Kratova

Kuzey Makedonya’nın güzelliklerini maalesef düzenlenen turlarda gidildiğinde görmemiz pek mümkün olmuyor. Turlarda görülen yerler birkaç şehirle sınırlı. Üsküp’e gidilir, kafile birkaç saat serbest bırakılır. Bu arada Türk çarşısı ve köprü gezilir, bir şeyler yenilip içildikten sonra Kalkandelen’e gidilir. Orada Alaca Cami ve Harabati Tekkesi gezildikten sonra Gostivar’in içinden geçilerek Ohri ve Struga’ya gidilir. Ohri’de çarşı ve kale gezilip gölde tekne gezintisi yapılır. Bazı turlar Struga’ya da götürür ancak turlarla giden birkaç kişiyle konuştuğumda Struga’ya gitmediğini öğrenmiştim. Eğer otobüsle gelinmiş ise yol üzerinde Manastır’a da uğranır. Yani hepi topu bir gece kalınıp en çok gezdireni Manastır, Ohri, Struga ve Ohri’yi gezdirir. Oysa Makedonya’da oralara kadar gitmişken mutlaka görmesi gereken birkaç yer daha var.

Osmanlı döneminde bir kaza yani ilçenin nasıl bir yer olduğu görülmek isteniyorsa görülmesi gereken yer Kratova’dır. Bulunduğu konumla uyumlu evlerin bulunduğu mahalleleri, köprüleri, kuleleri ve çarşısıyla tam bir Türk şehridir. Küçük tarihi İtalyan şehirlerine benzettiğim küçük tarihi bir Osmanlı şehri olan Kratova köprüleri de Mostar köprüsüne benzer.

Gezi yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Sinema Yazıları

Osmanlıca diye bir dil var mı?

Dijital eğlence, dizi ve film platformlarından birinde gündemi oldukça meşgul eden ve çok izlenen bir dizi yayınlandı. Çok konuşulması ve tavsiye edilmesi üzerine ben de işten güçten bunalıp yorulduğum bir vakitte oturup izledim. Kurgusu, senaryosu, kostüm, oyuncular fena değildi. Fevkalade bulmadım ama kötü de diyemem.

Bir otel odasından tarihe yapılan yolculuk ve tarihin seyrini değiştirecek olayları engellemek üzere kurulu film, ideolojik tarafı da olan tarihi polisiye. Bir dizinin ideolojik olmasında sıkıntı yok, her film veya dizi, apolitik olanlar bile, biraz ideolojik değil midir? Ancak ideolojik mesaj vereceğim diye hakikate muhalif olay ve sözler üzerine inşa edildiğinde iş film olmaktan çıkıp propaganda aracına dönüşüyor.

Hollywood'u göklere çıkarmak, genç nesli dolandırmaktır

Sinemayı seven biri olarak Alev Alatlı’nın Suç Ortağı Hollwood Kaan’ın Kitabı (Genişletilmiş 2. Baskı İstanbul: Turkuvaz Kitap, 2021) isimli kitabını görünce hemen edindim ve bir çırpıda okudum.

Alatlı’nın kitabı yazmaya başlaması, anlatılan ve öğretilen Amerikan tarihi ile filmlerde anlatılanların birbirinin zıttı olduğunu fark etmesi ile başlıyor. ABD’yi ve tarihini o kadar bilmesi yetmiyor böyle bir kitap yazabilmek için. Aynı zamanda o kültürün kör bir mümini ve tapacak kadar hayranı olmamak gerekiyor. Alev Alatlı bize bunu gösteriyor.

Kitabı okuyup da Alev Hanım’a hayran olmamak mümkün değil. Çünkü ancak Hollywood üzerine tez hazırlayan birinin bilebileceği kadar detay bilgileri, çok iyi bildiği Amerika tarihi ile harmanlayarak, birbirlerine gönderme yaparak o kadar açık bir şekilde anlatıyor ki okuyup da bana hak vermeyecek kimse, eğer özel bir düşmanlığı yok ise, yoktur. Ayrıca kitabı tam olarak anlayabilmek için iyi derecede İngilizcenin yanı sıra sinema ve Amerikan tarihi de bilmek gerektiğini ilave edeyim. Ya da neredeyse her paragrafta durup ansiklopediye bakacaksınız. O yüzden tek seferde okunacak bir kitaptan daha çok Amerika Tarihi adıyla bir seçmeli dersin kitabı olarak okunacak derinlikte ve genişlikte bir kitap.

Sinema yazılarının tümünü görmek için burayı tıklayınız...

Söyleşiler

Baba bu kitabı niye yazdın?

Şemseddin Sivasi'nin Nutk-ı Şerifi

Tasavvufi Halk Edebiyatı - Yunus Emre

ismailgulec.net