Şehzadebaşı'nda Gün Doğmadan

Geçtiğimiz hafta içinde Şehzade Cami, bahçesine girenlerin kirletmesi ve birkaç hazire taşının kırılması ile gündem oldu. Doğal olarak halkımızın büyük bir kısmı bu duruma tepki gösterdi ve bu kabil davranışları kabul edilemez bulduklarını söyledi. Niçin bu kadar tepki gösterildiğini anlamakta güçlük çekenlere yardımcı olmak için Sezai Karakoç’un bir şiirini hatırlatmaya çalışacağım.

Sezai Karakoç’un 1962 yılında yazdığı ve bir kitabına da adını verdiği Şehzadebaşı’nda Gün Doğmadan başlıklı bu şiiri, güneş doğmadan Şehzade Cami avlusuna giden bir adamın gözünde cami ve avlusunun ne anlam ifade ettiğini açıklıyor. Her ne kadar anlatılan Şehzade Cami olsa da aslında anlatılan şey tarihî bir mabedin inanan bir insanın anlam dünyasındaki yeridir. Şairin bunu nasıl yaptığını şiirini okuyarak anlamaya çalışalım.

Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Yerleşecek yer aramak
Caminin avlusunda
Soğuk bir taşa oturmak
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Şair şiirine Şehzade Caminin avlusuna girip yerleşecek bir yer bulmaktan bahsederek başlıyor. Bu dörtlükte şairin kendisi yok, bir anlatıcı gibi cami avlusundaki birinden bahseder gibidir. Avlu cami ile cadde arasında yer alır. Avlu dünya hayatı ile manevi hayat arasındaki bekleme odası gibidir. Cadde içinde bulunduğumuz dünya, cami dünya hayatından bunalıp nefes alacağımız ve kendimize geleceğimiz kutsal alandır. Bu ikisi arasında kalan avlu da bizim camiye girmek için durup hazırlandığımız mekandır. Bu hazırlığın hem abdest gibi maddi hem de zihnen hazırlanmak gibi manevi yönü vardır. Şair burada camie girmeden önce avludaki taşlardan birine oturup zihnen hazırlanan birini anlatır. Yerleşecek yer aramak, oturup düşünecek, tefekkür edecek bir zaman ve yer aramaktır. Aranılan yer soğuk bir taştır. Henüz canlı iken gelip bir soğuk taş üzerinde oturmak, aynı zamanda öldükten sonra getirilip konulan musalla taşının soğuk mermer zeminine hazırlanmaktır.

Gün doğmadan zaman ile kastedilen ilk anlam sabah namazı öncesi vakittir. Biraz daha düşününce gün ile mümin kişinin ölüme doğmadan önceki hayatıdır.

Başı avuçlara almak
Kuşların kanatlarını toplamak
Gecenin çatı katından
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Bu dörtlükte caminin avlusuna girip bir taş üstüne oturan kişinin ne yaptığı anlatılır. Başı avuçlara almak sıkıntısı veya derdi olan bir adamın düşünmesini tarif eder. Kişinin başını avuçlarının arasına alarak düşündüğü şey bu dünyaya ve geçime dair bir kaygı değildir. Geçmişin parlak ve şaşaalı günlerini tekrar nasıl yaşatılacağı kaygısıdır. Gecenin çatı katından kuşların kanatlarını toplamak ise şiirsel bir ifade olup caminin çatısında konmuş kuşları tarif ettiği gibi kuşların kanatlarını toplaması uçmayıp bir yerde durmasıdır. Benzetme edatı olmadan avuçlarını başına alan kişi kanatlarını toplayan kuşa benzetilmiştir. Gecenin çatı katı iste son kat olup gecenin son anlarında olduğunu, yani gün doğmadan önceki zaman dilimini işaret eder.

Yüzü gözü toz içinde
Şiirden mest develerin
Gül dökülür heybesinden
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Şairin yaşadığı devirde Şehzadebaşı semtinden develerin geçmediğine göre şair bizi develerin geçtiği döneme götürmektedir. Develerin yüzünün ve gözünün toz olması çölden geldiklerine ve meşakkatli bir yolculuk yapıldığına işaret eder. Develerin şiirden mest olması devecilerin develerini yürütmek için okudukları şiirlere yapılan telmihtir. Bu şiirler zoru kolaylaştırmak için okunur. Şiirden mest olanların heybesinden gül dökülmesi şiirin konusu ile ilgilidir. Şairin şiirden ne anladığını da gösteren bu dizelerde Hz. Peygamber’e ve ondan bahseden şiire bir telmih olduğu açıktır. Çöl, deve, şiir ve gül bir dörtlükte bir araya gelirse akla hemen Hz. Peygamber ve onun güzel ahlakı gelir. Gülün kokusunun sindiği şiir, onun güzel ahlakıyla ahlaklanan şairlerin sözleri ile ona olan sevgiden bahsetmesidir. Şiir yazılacaksa Hz. Peygamber’in kokusu sinmiş olmalıdır.

Yoldan geçen birkaç çocuk
Kubbeyi tutan aydınlık
Mezarlarda yeni sesler
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Şair manzarayı tarif etmeye devam etmektedir. Cami, Beyazıt, Kapalıçarşı, Mercan, Mahmutpaşa ve Tahtakale gibi iş ve ticaret merkezine giden yol üzerindedir. Avluda otururken işittiği yoldan geçen çocukların ayak sesleri işe giden çocuklar olmalıdır. Şehzade Külliyesinde bir sibyan mektebi ve bir medrese olduğunu düşünürsek bu sefer mektebe gelen talebeleri anlarız.

Kubbeyi tutan aydınlık ile hem kubbeyi taşıyan kasnak ile üzerine oturtulduğu kaide arasındaki boşluğa yapılan pencerelerden gelen aydınlık kastedilir. Kubbeyi bizi koruyan dinimize ve kültürümüze benzetirsek aydınlık da bizi aydınlatan dinimizin şeraitidir. Şairin kubbeden bahsetmesinin kanaatimce bir sebebi daha var. Şehzade Caminin kubbesi Mimar Sinan’ın Edirne Selimiye Camii’nde mükemmele ulaşan kubbe mimarisinin ilk örneği olmasına yapılan göndermedir. Caminin önemli özelliklerinden biri olan kubbe zikredilerek aslında cami mimarisine de selam durulmaktadır. Kubbe cami inşaatında yapılan en son ve en önemli aşamadır.

Mezarlarda yeni sesler ile kastedilen defnedilen yeni mevtalar olmalıdır. Bu dize bize mezarlıklarda da hayat olduğunu ifade eder. Üç dize üç farklı mekânı anlatır. Sokak, avludaki mezarlık ve caminin içi, harimi. Her üç mekân aynı zamanda insanoğlunun yaşamadı mukadder olan üç halidir. İnsan üç kapıdan geçer. Sokaktan avluya adım atarken geçtiği taç kapı, avludan caminin harimine girdiği cümle kapısı ve harimden öte aleme geçtiği mihrap kapısı. Taş kapı sokak, cümle kapısı caminin içi ve mihrap da mezarlığa geçmeden önce geçilmesi gereken kapıdır. Şair üç dize ile bir müminin hayat yolcuğunu özetler.

Lâle gibi çeşmeleri
Menekşeden sebilleri
Türbeleri bir şelâle
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nın

Bu dörtlükte avluda bulunan başta Şehzade Mehmet olmak üzere hânedan mensupları ile kimi din ve devlet adamları için yaptırılan türbeler ile sebil ve çeşmeler tarif edilmektedir. Cami külliyesinde klasik üslûpta yaptırılan çeşme ve pencereli sebiller ile pencerenin iki tarafındaki selsebiller anlatılır. Selsebilden akan suyun, en üstteki yalaktan aşağıdakilere döküle döküle inerken çıkardığı ses dinleyenlere bir musiki gibi gelir ve bu ses çevresini huzurla doldurur.

Çeşmelerin ağzı biçim olarak laleye benzetilmiş olabileceği gibi çeşmenin aynasına kazınan lale motifleri de olabilir. Sebil ise halka su dağıtmak üzere inşa edilmiş cami girişindeki üstü kubbe ile örtülü yapıdır. Bu sebiller penç motifleri ile süslenir. Penç br çiçeğin kuşbakışı görüntüsünün çizilmiş halidir ve menekşeye de benzer. Çeşme ve sebil su ile ilgili olmasına rağmen şelaleye benzetilmez, lâle ve menekşeye benzetilirken türbeler şelaleye benzetilir. Şelale ile maksat türbelerin ziyaretçilerine hissettirdiği yoğun duygulardır. Şelale yüksek bir yerden aşağıya akar. Türbelerden ziyaretçilerinin üzerine akan hissiyat-ı maneviye de şelale gibi coşkuludur. İlk mısrada çeşme ve sebil ile şelaleye benzeyen türbenin bir arada olması okura suyu hatırlatır. Su çeşmede hakiki iken türbede mecazî anlamda kullanılır. Aynı zamanda cennetteki selsebil suları ile havuzları da hatırlatır.

Külâhıyla Yunus Emre
Sarığıyla Akşemseddin
Kavuğuyla Mimar Sinan
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Bu dörtlükte Yunus Emre, Akşemseddin ve Mimar Sinan’dan bahsedilmesi Şehzade Camii yaptıran ruhu anlatmak içindir. Külah dervişliğin, sarık ilmin ve ulemanın, kavuk da bürokrasinin sembolüdür. Osmanlı medeniyetinin altında yatan üç önemli unsura işaret eder. İlim, irfan ve teknik. Bu üç temel Şehzade camiinde bir aradadır. Dolayısıyla camilerin sadece mimari bir yapı olmadıkları, onların ilim ve irfan merkezi oldukları gibi ilim ve irfan sahibi kimseler tarafından inşa edildiklerini de ifade etmiş olmaktadır.

Tek başına veli ağaç
Dallarıyla taşır göğü
Köklerine bağlı toprak
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Bu dörtlük cami avlusundaki bir ağaç tarif edilir. Bu ağaç sıradan bir ağaç değildir, velidir. Eski Türk inanışında kimi ağaçların kutsal kabul edildiğini biliyoruz. Burada bu kutsiyet cami avlusundaki ağaca nispet edilir. Veli ise İslam sonrasındaki kutsiyeti ifade eder. Dolayısıyla eski inançların İslamileşmesinden de bahsedilebilir. Bu veli ağacın dallarıyla göğü taşıması nefes aldığımız havayı beslemesidir. Köklerinin toprağa bağlı olması ise kalıcılığına işaret eder. Kökü toprakta, dalları gökte olan veli ağaç cennetteki Tuba ağacının sembolüdür. Cennette kökü göklerde dalları altında olan ve cenneti gölgeleyen ağacın yeryüzündeki aksidir. Veliliği de buradan gelmektedir. Bu ağacın gölgesinde oturmak cennette oturmanın provasıdır.

Kaf dağından daha yüksek
Çin Şeddinden daha uzun
İçimizde med ve cezir
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Şairimiz külliyeyi çevreleyen avlu duvarlarını tarif etmeye devam etmektedir. Avlu duvarları ile camiin beden duvarları şairin gözüne Kafdağı kadar yüksek görünmektedir. Çin seddine benzetilen uzunluğu da en az yüksekliği kadardır. Böyle haşmetli bir manzara karşısında olan birinin ruh hali de med cezir gibidir. Gidip gelen şey kalpte olan hislerdir, duygulardır. Yükselen duygular inmekte ve vücudun her zerresine sirayet etmektedir. Kaf dağı ve Çin seddi aynı zamanda cami ile bütünleşen inancımızın ne kadar muhkem olmasına işaret eder. Kaf dağı masal unsuru olduğu için şiire de masalsı bir eda katarak sadelik ve samimiyet ile okurun hislerine nüfuz eder.

Gün doğmadan şehzadeler
Ellerinde meşaleler
Şehzadebaşı'nı gezerler
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Bu dörtlükte avluda türbesi olan şehzadelerden bahsedilir. Halk, Allah’ın sevgili kullarının türbelerinden çıkıp kendilerini koruduklarına inanır. Dolayısıyla cami avlusunda türbesi bulunan şehzadeler ve sultanlar sadece avluyu değil aynı zamanda caminin de bulunduğu semti, Şehzadebaşı’nı aydınlatırlar, uyarırlar ve onların sağlam inanç ve sarsılmaz itikat içinde olmalarını sağlarlar. Manevi muhafızlardır. Cami haziresinde, Şehzade Mehmet’in yanı sıra Şehzade Cihangir, Şehzade Mahmut, Hatice Sultan, Fatma Sultan’ın ve Hümaşah Sultan’ın türbeleri de bulunmaktadır. Cami avlusunda oturan kişi, şehzadelerin de kendisi gibi o vakitlerde orada olduklarını ve dolaştıklarını hisseder.

Cin halkından kafileler
Katır sırtında geçerler
Kıra kıra kemanları
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Şair duyularla idrak edilemeyen latif varlıklardan bahsetmeye devam eder. Bir önceki dörtlükte ruhlardan bahsetmişti. Bu dörtlükte ise cinlerden bahsedilir. Cin halkından kafileler ile kastedilen müslüman cinlerdir. Kemanları kıra kıra geçmek ise mekânın kutsiyetine gösterilen saygıyı ifade eder. Katır sırtında olmaları taşınmalarına, kemanları kırmaları ise yaptıkları işi bırakmalarına işaret eder. Cinlerin de bu uhrevî mekân karşısında kendilerine geldikleri ve tövbe edip iman ettikleri anlatılır.

Kızaran ufka selâm
Süleymaniye'den Beyazıt'tan
Mutlaka olmak isterim
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Kızaran ufuk ile güneşin doğmadan önceki hali kastedilir. Gün aydınlanmadan önce ufuk kıpkızıl olur. Fecr-i kâzip dediğimiz bu vakit sabah namazının hemen öncesidir. Fecr-i sadık ile kızıllık kaybolup hava aydınlanmaya başlar. Burada günün doğuşuna selam durulur. Bu selam Fecr suresinin ilk ayetine yapılmış bir göndermedir ve Fecr suresi şafak vaktine yemin ile başlar. Bu kızıllık Süleymaniye ve Beyazıt’tan da görülmektedir. Süleymaniye ve Beyazıt İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerine inşa edilmiştir. Biri boğazdan diğeri Marmara’dan görülür. Şairin ağaran tan vaktinde bulunmak istediği yer Şehzade Cami avlusudur.

Gün de doğar gün de doğar
Bir gün mutlaka gün doğar
Gün doğmadan neler doğar
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Şair son dörtlükte coşmuş ve kuvvetli bir şekilde şiirini bitirmiştir. Bir marş edasında söylenen bu dizeler İstiklal Marşı’nın,

Doğacaktır sana vaat ettiği günler hakkın
Kim bilir belki yarın belki de yarından da yakın

Dizelerine gönderilen bir selam gibidir. “Gün doğmadan neler doğar” irsâl-ı mesel yoluyla söylenen bir atasözü olup bize beklenen günün mutlaka geleceğini müjdeler. Gün doğmadan önceki vaktin bereketini de ifade eder. Nakarat mısraı ile düşündüğümüzde atasözü “Şehzadebaşı’nda gün doğmadan neler doğar” şekline dönüşür. Bu da yukarıdaki dörtlüklerde sıralanan hallere gönderme yapılarak cami avlusunun kutsiyetine ve anlamlı oluşuna olan inancı pekiştirmekte ve kuvvetlendirmektedir. Şehzade Cami avlusunda günün doğuşunu bekleyenlerin gönüllerine doğacak hissiyatı ve bu hissiyatın vereceği huzurdan bahseder gibidir.

Son dörtlük aynı zamanda klasik edebiyatımızın kaside ve mesnevi gibi uzun şiirlerinde gördüğümüz dua bölümü gibidir. Önceki dörtlüklerde tekrarlanan nakarata verilen cevaptır. Şair “Gün doğmadan” derken hem geçmişi hem de geleceği kastetmektedir. Gün doğmadan önceki zaman dilimi yani İstanbul’un fethi ile başlayan tarihtir ve şiirde Şehzade Caminin geçmişi anlatılmış olur. Eğer gün doğmadan önceki hal içinde bulunduğumuz zaman dilimi ise “gün de doğar” denilerek geleceğe dair bir umudu ve temenniyi dile getirmiş olur. Bu da bir nevi duadır.

“Gün de doğar”ın ilk dizede iki kez tekrar edilmesi, ikinci dizede kesinlik ifade eden bir zarf ile tekrar ifade edilmesi beklenen güneşin doğacağına olan inancın kesinliğini gösterir. Şairin içinde bulunmuş olduğu ruh halini yansıtan bu dizeler onun diriliş ülküsünün farklı bir ifadesinden başka bir şey değildir.

Şiirin yazıldığı tarihi göz önünde bulundurduğumuzda şairin ruh halini daha iyi anlarız. Darbe sonrasında ağır şartlar altında yazılan şiir ümitsizliğe düşenlere bir uyarıdır. Müslümanlar için durumun pek parlak olmadığı ve karamsarlığın hâkim olduğu bir devirde ümidi yeşerten şairimiz şartlar ne kadar olumsuz olursa olsa ümidini yitirmemesidir. Çünkü o Allah’tan ümit kesilmeyeceğine yürekten iman etmiş bir mümindir.

Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda şiiri bize nereden geldiğimizi ve kim olduğumuzu hatırlatır. Bunu da masallaştırarak ve şiirselleştirerek duygu dünyamıza hitap ederek yapar. Dolayısıyla akılla değil, gönülle okunacak bir şiirdir. Bizde bir zamanlar yaşanmış bir masalı yeniden yaşama arzusu uyandırır.

Şehzade Cami ve adını verdiği Şehzadebaşı semti medeniyetimizin tüm varlığıyla temsil edildiği, bize tarihimizi hatırlatan mekanlardır. O cami avlusu ise zaman yolculuğu yapmak için açılan bir kapı olup bizi bambaşka diyarlara götürür.

Şehzade Cami bizim için budur. Kanaatimizce sorunumuz camiye saygısızlık yapanlar değildir. Sorunumuz Sezai Karakoç’un aktarmaya çalıştığı hissiyatı kendi nefsimizde hissetmememiz, dolayısıyla bu hissiyatı çocuklarımıza aktaramamızdır. Eğitim dediğimiz şey bu hissiyatı kazandırmaktır.

Kızmamız ve öfkelenmemiz gereken kimseler cami avlusunu kirletenler değil, o avluya girmeyi ve düşünmeyi unutan ve sahip çıkmayan bizleriz. Diğerleri sadece sonuçtur.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Oryantalizmin Zihin Dünyası, Ötekileştirmenin İdeolojisi ve Edward W. Said

Kitap kapağındaki görselin hikayesi
Oryantalizm hakkında yazılmış çok kitap ve çalışma varken böyle bir çalışmay yapmaya iten motivasyon
Oryantalizmin genel kabul görmüş bir tanımı
Oryantalizmle birlikte geçen modernlik ile arasındaki ilişki
Said’in temel tezi
Oryantalistler Said’in görüşlerine katılmama sebepleri
Seyahatname edebiyatı ile oryantalizm arasındaki ilişki
Oryantalizmin Osmanlı İmparatorluğuna bakışında diğerlerinden farklı olduğu taraf
Oryantalizmin zihin dünyasında İslam
Batı zihninde teşekkül eden Osmanlı imgesi
Türk despotizmi ve bu söylemi ortaya çıkaran gerekçeler
Batı toplumu, Doğu toplumu, İslam toplumu, Osmanlı toplumu
Gerçek Doğu ile oryantalistlerin ürettiği Doğu imgesi arasında bir uçurum var
Osmanlı-Bilim dünyasında şerh edebiyatı ile ilgili
Akli ilimlerin medreseden kaldırılması iddiası
Rönesansı başlatan doğulu alimler

Arebeskin sosyal ve kültürel temelleri

02:00 Arabeskin Anlatılmamış Hikayesi
03:00 Arabesk Nedir, Nasıl Ortaya Çıktı?
04:00 Arabesk Müzik Türkiye'de Ne Zaman Ortaya Çıktı?
11:00 Arabesk İle Gecekondu ve Göç Arasında Nasıl Bir İlişki Vardır?
13:30 Arabesk Hitap Ettiği Kitle Bakımından Caz ve Blues İle Kıyaslanabilir mi?
16:00 Arabeskin Gelişmesinde Almanya'nın Nasıl Bir Katkısı Oldu?
19:00 Türk Müziğinin Benzersiz Bir Türü: Arabesk
27:00 Mısır'ın Müzik Dünyasındaki Yeri ve Etkisi
31:00 Arap Müziği Türkiye'yi Nasıl Etkiledi?
38:00 Arabeskin Anlatılmamış Hikayesi

ismailgulec.net