İnsan ve Toplum Bilimleri nedir? Ne zaman ortaya çıktı?

Resmi Gazete’nin 08 Şubat 2008 tarihinde yayınlanan 26781 sayılı nüshasında bir kanun değişikliği yayınlandı. Aktarıyorum:

28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının; (a) bendi yürürlükten kaldırılmış, (b) bendinin başında bulunan "İhtiyaca göre kurulacak;" ibaresi çıkarılarak yerine "Fen, edebiyat," ve sonunda yer alan "fakülteler" ibaresinden sonra gelmek üzere "ile ihtiyaca göre kurulacak diğer fakülteler" ibaresi eklenmiş, sonunda yer alan "Bulunur." ibaresi "bulunabilir." şeklinde değiştirilmiş ve bu ibareden sonra gelmek üzere "Ancak bir üniversitede en az üç fakültenin bulunması zorunludur." cümlesi eklenmiştir.

Bu tarihten sonra Fen-Edebiyat Fakültelerinin bir kısmının ismi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi olarak değiştirildi. Yeni kurulan üniversitelerde de Fen-Edebiyat Fakültesi yerine İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi yer almaya başladı. Daha önce kurulan Sosyal ve Beşerî Bilimler Fakültelerinin adı da değişmeye başladı.

Kanunda Edebiyat Fakültesi yazılmasının traji-komik bir hikayesi var. 2547 Sayılı YÖK Kanunu yazılırken Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, Prof. Dr. İhsan Doğramacı’ya ‘liberal arts’ derslerinin bir üniversitede mutlaka olması gerektiğini söyler. Ancak kanunun hazırlanması sürecine katılanlar liberal arts derslerinin mahiyetini tam olarak bilmedikleri için olsa gerek bu tavsiyeyi her üniversitede bir Edebiyat Fakültesi kurulması gerektiği şeklinde yorumlar ve kanun o şekilde yayınlanır.

İnsan Bilimleri: Liberal Arts Dersleri

İlk üniversiteler alt fakülte ve üst fakülteler olmak üzere toplam dört fakülteden oluşuyordu. Ancak alt fakülte hazırlık okulu veya temel eğitim mesabesinde olup diğer üç fakülteye devam edebilmek için ön şart idi. Meslekî unvan kazandıran fakülteler üst fakültelerdi. Bunlar tıp, ilahiyat ve hukuk fakülteleri idi.

Alt fakültede öğrencilere ‘liberal arts’ dersleri öğretilirdi. Liberal arts, Latince artes liberales teriminden gelir ve tamlama sanat anlamındaki artes ile özgür anlamındaki liberalesten oluşur. Ancak buradaki artes ve liberal’in günümüzdeki anlamı olmayıp eğitimin temeli olduğu düşünülen dersler kastedilmektedir.

Kökeni, antik Yunan ve klasik Grek-Roma eğitimine dayanan liberal arts dersleri trivium ve quadrivium olmak üzere iki kademeden oluşuyordu. İlk kademe temel eğitim olup gramer, belagat ve mantık derslerinden oluşuyordu. Bu derslerin amacı öğrencinin konuşma ve düşünme becerilerini geliştirmeyi esas alırdı. Bu beceriler aynı zamanda akademik metin üretmenin de temelini oluşturuyordu.

İkinci kademe dersleri aritmatik, geometri, astronomi ve müzik’ten oluşuyordu. Bu dersler, İncil'i daha iyi inceleyebilmek için yapılan bir ön hazırlıktı. Bir diğer deyişle bu dersler, öğrenciyi teoloji alanında yükseköğretime hazırlamak için öğretiliyordu. Dersler Kitab-ı Mukaddes, azizlerin hayatları ve menkıbeleri, kilise literatürü ve dini metinleri okuma ve anlama üzerine kurulu idi. Müzik kilisede koroda ilahi söyleyebilmek için, aritmetik, geometri ve astronomi azizlerin günleri ve yortuları takip edebilmek için, mantık ve belagat güzel vaaz edebilmek ve kilise muarızlarına cevap verebilmek için öğretilirdi. Bu yedi dersi görüp başarılı olan öğrenci tıp, hukuk veya ilahiyat fakültelerine devam ederdi. Hukuk ve tıp fakültesinden mezun olan öğrenciler ruhban olmasa bile din konusunda da bilgi sahibi olurdu.

Batı bu derslerin temel düzeyini gymnasium adını verdikleri liselerde vermeye devam ettiler. Bu derslerin üst seviyeleri dil, edebiyat, felsefe, müzik ve sanat derslerini ise humanities adı altında üniversitede öğretmeye devam ettiler.

Bu dersler zaman içinde evrilerek bir üniversite mezunu adayında aranması gereken iki özelliğe işaret etmeye başladı. İlki analitik düşünce ve matematiksel zekâ, diğeri estetik değerlere sahip olması. Kilise üniversite üzerindeki hakimiyetini kaybettikçe liberal arts dersleri bir beyefendi veya kültürlü insan yetiştirmeye dönüştü.

Sosyal Bilimler

İlk üniversitelerde sadece Hukuk, Tıp ve Teoloji fakülteleri olduğunu söylemiştik. Bu durum ilk üniversitenin ortaya çıktığı 11. asırdan 19. asrın başına kadar pek değişmeden devam etti. Ancak bu sekiz asır Avrupa’da çok önemli olayların ve gelişmelerin yaşandığı çağlar oldu. Rönasans ve reformlar, matbaanın icadı, bilimsel gelişmeler ve bunun sonucu sanayi ve endüstri devrimleri, Fransız ihtilali, imparatorlukların dağılması ve ulus devletlerin ortaya çıkması, felsefede gelişmeler ve Aydınlanma Çağı, kolonicilik çağının başlaması ve Batılı devletlerin sömürge faaliyetleri toplumların ve devletlerin ihtiyacı olan insan ve uzman tipini değiştirdi. Yaşanan bu gelişme ve değişimler üniversiteyi de değişime zorladı.

XVI. yüzyıldan itibaren başlayan üniversite dışında kurulan cemiyetler etrafında toplanan bilim adamlarının üniversiteye ihtiyaç duymadan yaptıkları araştırmalar doğa bilimlerini çok ileri noktalara taşımıştı. Bu çalışmalar sonucunca teoloji çalışmaları önemini ve önceliğini yitirmeye başladı.

Hümanizm Rönesans, Reformasyon, Reformasyon Karşıtlığı ve Aydınlanma ruhban olmayanların kiliseye ve onun kontrolündeki üniversitelere bir nevi meydan okuma idi. Üniversite, kendi kontrolü dışında yaşanan gelişmeleri içselleştirmekte zorlansa da yavaş yavaş, yeni disiplinleri ve bilimsel yöntemleri birleştirmeye başladı.

Tarih, iktisat, sosyoloji, siyasetbilim ve antropoloji gibi önce üniversite dışında başlayan çalışmaların da üniversite çatısı altına alınması pek uzun sürmedi. XIX. yüzyıla gelindiğinde klasik üçlü fakülte sistemi -tıp, hukuk ve teoloji- artık ihtiyaca cevap veremiyordu. Tarih, iktisat, sosyoloji, siyasetbilim gibi alanlarda bilimsel yöntemlerle araştırmalar yapınca müspet bilim olarak kabul edildi. Üniversitelerin yeniden yapılanmasında öncü olan Almanlar, beşerî ve sosyal bilimleri ilk defa Humboldt modeli üniversiteleri çatısı altında birer disiplin olarak yerleştirdiler ve kürsüler kurdular.

İnsan ve Toplum Bilimleri

Yukarıda verilen kısa tarihi özetten de anlaşılacağı üzere insanî ve sosyal bilimler aynı şey değildir ve ikisinin de ortaya çıkış süreçleri ve amaçları farklıdır.

İnsanî bilimler Orta Çağ üniversitelerinin beyefendi yetiştirme amacı doğrultusunda özellikle okuma ve bilgiye ulaşma becerilerini, sanat, edebiyat ve musiki gibi yüksek haz veren becerilerini kazandırma arzusunun bir sonucu idi. Özellikle Aydınlanma Çağı filozoflarının çalışmaları bu becerileri yöntemli bir disipline dönüştürerek araştırma yapılabilir birer bilim dalı olmasını sağladı.

İnsanî bilimlerin (humanities) temelini liberal arts dersleri oluşturur. Bu derslerden dil, edebiyat, güzel sanatlar, müzik müstakil bir bilim dalı oldu. Felsefe de tüm bu bilim dallarının temel düzenleyicisi olarak kendine bir yer edindi.

Orta Çağ üniversitelerinde iyi bir papaz için öğretilen mantık, dil ve belagat dersleri 19. asır üniversitelerinde antik dillerin ve kültürlerin araştırılması, sömürülmesi düşünülen bölgelerin dillerini öğrenmeye evrilmişti. Müzik kilisenin dışına çıkmış ve çok önemli eserler vücut bulmaya başlamıştı. Felsefe ise Sokrates ve sonrasındaki çağdan sonra gördüğü en büyük sıçramayı yapmıştı.

Sosyal Bilimlerin doğuşunda kapitalizmin gelişmesi ile ortaya çıkan iktisat, Avrupa uluslarının kendilerine tarih yaratma çabaları tarih ilmini doğurmuştu. Sosyal bilim olarak kabul edilen tarih, iktisat, sosyoloji, siyasetbilim ve psikoloji gibi disiplinler devletlerin ve toplumların değişen yaşantıları ile farklılaşan ihtiyaçlarını karşılamak üzere doğdu. Sosyal bilimlerin müspet bir bilime dönüşmesi kapitalizm, millî devletler, savaşlar ve sömürgeci çağın ihtiyaçları sonucu ortaya çıktı.

Yaşanan iki Dünya savaşı ve ardından ABD’nin dünyanın hâkim gücü olması ile birlikte üniversiteler çok farklı bir yapılanmaya gitti. Kapitalizm iktisadı geliştirdi ve alt disiplinleri ortaya çıktı. Bu gelişmeler yeni bir fakülte doğurdu. Siyasetbilim sadece ülke yönetimiyle değil sömürgeci ülkelerin dünyayı yönetmeleriyle de ilgilendi. Gelecekte var olmak isteyen milletler tarihi bilmeden bunu yapamayacaklarını anladılar. Toplumu tanımadan yönetmek imkansızdı ve toplumu tanıma çalışmaları sosyolojiyi, Batı dışındaki toplumları tanıma çabaları antropolojiyi doğurdu. İnsan sosyal bir varlık olarak bilimin konusu oldu ve onun sosyal davranışlarını inceleyen psikoloji gelişti. ABD’de yükselen kapitalizm sosyoloji ve psikolojiyi kâr maksimizasyonu için kullanmaktan çekinmediler. Bugün artık sosyal bilimler ülkeler arasında savaşta bir mevzi gibi değerlendirilmeye başlandı. Bu alanlarda iyi olunmadan dünyada söz sahibi olunamayacağı anlaşıldı.

İnsanî bilimler de benzer amaçlarla ve süreçlerle gelişti. Temeli kutsal metinleri okumak ve kilise hizmetlerini sürdürebilmek için ihtiyaç duyulan dersler olan insanî bilimler de kapitalizmin kendini yönetmesinden kurtulamadı ve isteklerine boyun eğdi. Kapitalizmin ve araçlarının etkisinden kurtulup bağımsız düşünebilen bir birey olmak çok önemli oldu. Kapitalizmin ihtiyacı olan şey sunduğu şeyleri koşulsuz ve itirazsız kabul edip tüketen bireylerdi. Bu tip bireyleri yetiştirmek için, yani ne zaman ne yapacağına, neyin iyi neyin kötü olduğuna, neye inanıp neye inanmaması gerektiğine görünmeyen bir gücün karar vereceği, kendine has doğal ihtiyaçları dışında bir şeyi olmayan bireylerden oluşan kimsenin bir şeyi sorgulamadığı bir düzen kurulmaya çalışılıyor.

Sosyal bilimler ülkelerin, insanî bilimler bireyin bu esarete girip girmeyeceği, boynuna takılan zinciri kırıp kıramayacağı ile çok yakından ilgilidir. Orta Çağlardaki kilisenin takmaya çalıştığı zincir çağımızda küresel çapta tesiri olan organizasyonlar tarafından bazen ekonomik kanallar bazen de yeni nesil medya ortamları ile takılmaya çalışılıyor. Dijital çağ ve imkanları bireyin kendi isteğiyle esir olmasını sağlayacak şekilde tasarlanıyor.

Sosyal bilimler bir ülkenin gücünü, insanî bilimler de bireyin gücünü belirler. Dolayısıyla insanî ve sosyal bilimler olmadan bir üniversitenin güçlü olması mümkün değildir. Mesele basit bir isimlendirme meselesi değildir.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Suriye, Halep, Şam, Nureddin Zengi, Selahaddin Eyyübi ve Sultan Baybars

02:00 Suriye'de Son Durum ve Tarihimiz İçin Önemi
03:30 "Suriye, Büyük Bir Enkaza Dönmüş Durumdaydı"
05:30 Suriye'de Son Durum ve Tarihimiz İçin Önemi
07:45 Suriye'de Tarihi Eserlerin Durumu Nedir?
12:00 Orta Çağ İslam Dünyasında Suriye'de Hakimiyet Kuran Liderler
14:30 Nureddin Zengi'nin Tarihteki Önemi Nedir?
16:30 "İlk Küresel Kapışma Haçlı Seferleridir"
20:30 Nureddin Zengi, Nasıl Bir Kumandandı?
23:30 Nureddin Zengi'nin Tarihteki Önemi Nedir?
28:00 "Nureddin Zengi'nin Mücadelesinin Merkezinde Kudüs Vardır"
30:00 Orta Çağ İslam Dünyasında Kudüs'ün Fethi Neden Önemliydi?
32:00 Selahaddin Eyyubi'nin Tarihteki Önemi Nedir?
35:00 Selahaddin Eyyubi, Nasıl Bir Kumandandı?
40:00 Selahaddin Eyyubi'de Eğitimci ve İmarcı Bir Ruh Vardır

Bir aşk hikayesi: Mem u Zin

En çok kırmızıya benzetilse de aşk;
Âşıkta kül gibi siyah, maşukta bahar ve gül gibi yeşil görünür.
Ama aslında hiçbiri de değildir.
Yedi rengi yakıp yalnız beyaz yahut kızıl gösteren güneş gibi bir ateştir aşk.
Âşık, gözün ilk yıldırımından itibaren bütün renkleri yaşar kapkara oluncaya kadar.
Sevdası karardıkça o da aynını hallenir.
İşte Mem u Zîn bu aşkın destanıdır.
Eğer âşık olmamışsanız, aşkın haletini ve hararetini hissetmek için Mem ve Zîn’in kollarına girin ve birlikte yürüyün…
Yürüyüşün her adımında ah edeceksiniz ve kalbinizi yeniden hissedeceksiniz.

ismailgulec.net