Kör meydânı değil, gör meydânıdır

Bektaşî geleneği içinde önemli isimlerinden biri olan Abdal Musa Sultan’ın ‘meydanıdır’ redifli nefis bir nefesi var. Genelde tasavvuf yolunun özelde ise Bektaşilik yolunun ne olduğunu anlatan nefese dervişlik var olmak, er, sır, kâr, gör ve dâr meydanı olarak tarif edilir.

Açıklamaya geçmeden önce Derviş Ruhullah’ın Bektaşi Nefesleri (İstanbul: 1340) isimli kitabından nefesin metnini aktaralım.

Muhammet Âli’nin kıldığı da’vâ
Yok meydanı değil, var meydanıdır
Muhammet kırklara bir nâz eyledi
Âr meydânı değil, er meydânıdır

Kırklar özün bir araya koydular
Erenler ölüyü susuz yudular
Deveyi gördün mü? Görmedik dediler
Sen ört eteğini sır meydânıdır

Gezdiğin yerlerde ara bulasın
Sahbâ olup her dem Kevser dolasın
Hakk’ın her sırrına settâr olasın
Çek çevir kendini kâr meydânıdır

Ne diyeyim şu irfânsız kalana
Yuf çekerler bu meydânda yalana
Üç yüz altmış merdiveni bilene
Kör meydânı değil, gör meydânıdır

Abdâl Mûsâ her dem küçük er ise
Âli’yi sevenler muhib yâr ise
Hakk’ın didârını göreyim derse
Urganı boynunda dâr meydânıdır

Bize dervişliği anlatan bu nefesin söyleyenin kim olduğunu bilirsek nefesin daha iyi anlaşılacağını düşünerek açıklamaya kısaca Abdul Musa’nın kim olduğunu hatırlayarak başlayalım.

Abdal Musa Sultan

Hakkında en çok menkıbe anlatılan ve Horasan erenlerinden olduğu kabul edilen Abdal Musa hakkında anlatılan menkıbelerden ve kaynaklardan öğrendiğimize göre Azerbaycan’ın Hoy şehrinden gelen ve Yatağan Baba adında meşhur bir velînin dervişidir. Gelenek içinde çok önemli bir şahsiyet olduğunu kurduğu tekkenin dört önemli dergahtan biri olarak kabul edilmesinden ve Bektaşî âyinlerinde meydana serilen on iki posttan on birincisinin Şah Abdal Mûsâ Sultan postu olmasından anlıyoruz.

Âşıkpaşazâde’nin Bektaşîler arasında zikrettiği Abdal Musa, menkıbelere göre Bursa’nın fethinden önce Buhara’dan gelen kırk abdaldan biridir. Taşköprülüzâde, Gelibolulu Âlî ve Hoca Sâdeddin gibi tarihçiler, Bursa’nın fethinde Sultan Orhan’la birlikte olduğunu ve Geyikli Baba ile aralarında yakın bir münasebetin bulunduğunu söylemeleri Bursa’nın fethinde bulunduğu bilgisinin kesin olduğuna işaret eder. Bektaşiliğin temel metinlerinden biri olan Kaygusuz Abdal Menâkıbı’nda yine gelenek için çok önemli bir isim olan Kaygusuz’un Abdal Mûsâ’dan nasıl icâzet aldığı ayrıntılı bir şekilde anlatılır.

Abdal Musa hakkında anlatılan menkıbelerin Bursa ve Antalya civarında geçmesine bakarak ileri sürülen iki Abdal Musa olduğu iddiası araştırmacılar arasında hüsn-i kabul görmemiştir. O Bursa’nın fethinde de bulunmuş ve daha sonra Tahtacıların yoğun olarak yaşadıkları Teke bölgesine gelerek irşat faaliyetleri burada sürdürmüş bir Allah dostudur.

Abdal Musa aynı zamanda bir şairdir. Onun bir nasihatnamesi ile Bektaşilik yolunu ve erkanını anlatan dört şiiri vardır. İzahına gayret ettiğimiz nefesi de o dört şiirden biridir.

Er meydanı

Mutasavvıf şairlerin dünyayı bir er meydanına benzetmesi yaygındır. Bu dünya meydanında adem oğlu nefsiyle bir güreşe tutuşur. Nefsiyle tutuştuğu güreşten galip çıkanlar ise gerçek pehlivanlardır. Dervişlik er meydanına çıkmaktır. Tekkelerin meydanı da dünya meydanının sembolüdür. Nefes boyunca dervişin bu meydanda nasıl mücadele edileceği anlatılır. İlk dörtlükle başlayalım.

Muhammet Âli’nin kıldığı da’vâ
Yok meydanı değil, var meydanıdır
Muhammet kırklara bir nâz eyledi
Âr meydânı değil, er meydânıdır

Şairin nefese Hz. Peygamber ile Hz. Ali’nin davasını zikrederek başlaması bize nefes boyunca bu davanın ne olduğunu anlatacağını hissettirir. Bu davanın ne olduğu konusunda birçok fikir ileri sürülebilir. Ancak burada Abdal Musa’nın da mensubu bulunduğu gelenek kastedilmektedir. Bu dava hem dervişlik hem de Abdal Musa’nın da yolu olan Bektaşilik davasıdır. Dolayısıyla Abdal Musa bu mısra ile yolunun ve davasının yani Bektaşiliğin Hz. Peygamber ve Hz. Ali’nin yolu ve davası olduğunu söylemektedir. Bu davanın iki vechesi vardır. İlki dünyaya bakan tarafıdır. Haklının yanında durup Yezitlerin yani haksızların karşında dikilmektir. Zalime karşı çıkıp mazluma yardım etmektir. Davanın esası dünyada adaleti tesis etmek ve dünyayı selam yurdu yani tüm insanların malından, canından ve onurundan emin oldukları, huzur, barış ve mutluluk içinde yaşadıkları bir yere dönüştürmektir.

İkinci mısrada bu meydanın yokluk değil varlık meydanı olmasına vurgu yapılması dava ile ilgilidir. Bu dava yok olmak değil var olmak davasıdır. İnsan ancak Hz. Peygamber ve Hz. Ali’nin davasına sahip çıkarsa var olabilecektir. Bu davaya sahip çıkmayanlar ise bir hayvan gibi yaşamış olacaklar ve yok olup gideceklerdir. Var olmak ise benlikle ve nefisle olmayacaktır. Dava içinde yok olarak var olunacaktır. Davada var olmak ise nefsi ve onun meyli olan nesnelerin peşinden koşmayı terk etmekle mümkündür. Dolayısıyla var olmanın yolu aynı zamanda yok olmaktan geçer. Ancak bu yok olmak ihtiyarî bir yokluktur, mısrada geçen yokluk ise boşa geçen ve işe yaramayan bir hayatın sonudur.

Üçüncü mısra kimi kaynaklarda “Muhammet kırklara niyaz eyledi” veya “secde eyledi” şeklinde geçer. Secde eylemeleri varyantı da Derviş Ruhullah’ın nazı tercih etmesini destekler. Naz maşuka, niyaz ise aşıklara yakışan özelliktir. Kırk ise Bektaşi geleneğinde kutsal kabul edilen sayılardandır. Kim olduklarını ancak kendilerinin bildiği dünya işlerini idare ettiğine inanılan kırk ermişin bulunduğu meclise kırklar diyoruz. Geleneğe göre bu meclisin sâkîsi Hz. Ali’dir. Meclisin sakisi olmak meclisi sevk ve idare etmek demektir.

Dizeyi nâz eylemeye göre şöyle yorumlarız. Hz. Peygamber’in mensubu bulunduğu bu meclise naz eylemesi, yani onların kendisine karşı olan hislerini ve sevgilerini kontrol etmesi, sevgi ve muhabbetlerinin derecesini ölçmek anlamına gelir. Peygamberimizin dünyayı teşrif etmeden önceki hayatında adı Ahmed idi. Dünyayı teşrif ettiğinde adı bir mim ilavesiyle Muhammed oldu. Mimin ebced hesabındaki karşılığı 40’tır. Kemale ermek, tamamlamak anlamlarına gelir. Ahad bir mim ilavesiyle Ahmed oldu. Ahmed de bir mim ilavesiyle Muhammed oldu. Bir’den sadece mim harfi ile ayrıldı. Dolayısıyla ona tekrar kavuşmak vâsıl-ı ilallah olmak için mimi ayırmak gerekir. Bunun için de mimin ebced değeri olan kırk makamı geçmek gerekir. Kırklar meclisi aynı zamanda kırk makamı geçenlerin meclisidir ve bu açıdan bakıldığında sayı değil kırk makamı geçmiş olmak kastedilir. Hz. Peygamber’in naz yaptığı kimseler kırk makamı geçip meclise dahil olanlardır. Onların niyazı Hz. Peygamber’e olan aşklarını izhar etmek, Hz. Peygamber’in nazı da onlardan kendisini daha çok sevmelerini istemektir.

Diğer kaynaklarda geçtiği gibi dizenin niyâzlı halini kabul edecek olursak bu sefer Hz. Peygamber’in meclisin bulunduğu mekanın kapısına gelip kapıyı vurması ve içeri girmek istemesi, kim o dediklerinde adını ve unvanını söylediği dediği için içeri alınmaması, “el fakru fahrî” dediği zaman kapının açılmasına telmih olduğunu düşünerek Hz. Peygamber’in o meclise girmeye çalışmasının kastedildiğini düşüneceğiz.

Dörtlüğün son mısraında kırklar meclisinin ar değil er meydanı olmasına vurgu yapılır. Ar meydanı olmaması, Hz. Peygamber gibi fakr ile övünenlerin, insanların kendisini kınamasından korkmayanların, benliğini ifna edip yüce varlıkta yok olanların yani melamet ehlinin meydanı olmasıdır. İnsanların kınamasından korkmamak çok zordur ve herkesin altından kalkabileceği bir yük değildir. Bu yükün altından kalkanlar ise er kişiler yani erenlerdir, Allah dostlarıdır. Er kişi olmak ise hayat meydanında Hz. Muhammet ve Hz. Ali davasını gütmekle mümkün olur. Bu davayı güdenler er kişilerdir.

Eskiden savaşlarda önce meydana erler çıkar teke tek vuruşurlardı. Haksızlık karşısında hakkı savunan Allah erleri de bu yiğitlere benzer. O erler ölümden korkmadan tek başlarına meydana çıkarlar. Allah erleri de ne ölümden ne de insanların onları hor ve hakir görmesinden korkarlardı. Gerçek er Hz. Peygamber ve Hz. Ali’nin davasını güden ve bu uğurda kimsenin kınamasından çekinmeden mücadele edenlerdir.

Kırklar özün bir araya koydular
Erenler ölüyü susuz yudular
Deveyi gördün mü? Görmedik dediler
Sen ört eteğini sır meydânıdır

İkinci dörtlükte Abdal Musa kırkları anlatmaya devam ediyor. Kırklar meclisinde bulunan erlerinin özünü bir araya koymaları, bize bıçak birinin elini kestiğinde kırkının birden kanının akmasına veya Hz. Ali’nin üzümü sıktığında hepsinin önündeki kadehlerin dolmasına işaret eder. Bu kırk kişi aynı zamanda tek kişi gibidir. Kemale ermeklik bakımdan hepsi bir olmuştur ve aralarında fark kalmamıştır.

Derviş Ruhullah’ın “Erenler ölüyü susuz yudulur” şeklinde aldığı dize diğer kaynaklarda “Anlar cenazesin susuz yudular” diye geçer. Anlar ile kastedilen erenler ve cenaze ile de ölü kastedildiği açıktır. Bektaşi geleneğinde de cenazelerin yıkanmasının kendine has bir usulü vardır ve cenazeler yıkanır. Dolayısıyla burada susuz yıkanmak ile kastedilen bu değildir. Susuz yıkanma ile kastedilen kırklar meclisine kabul merasimidir. Çünkü o meclise ancak ölmeden önce ölenler girebilir. Onların cenazesi ise su ile yıkanmaz, söz ve ikrar ile yıkanır.

Üçüncü dizede cevap “görmedik” iken diğer yazılı kaynaklarda “gördük” şeklinde geçer. Görülüp görülmediği sorulan deve cenaze ile ilgili olmalıdır. Bu ise Hz. Ali’nin cenazesi ile ilgili anlatılan menkıbeyi hatırlatır. Hz. Ali’nin cenazesi yüzü örtülü biri tarafından bir devenin sırtında alınıp götürülür. Derviş Ruhullah, Hz. Ali’nin “deveyi takip etmeyin” vasiyetine uyarak deveyi takip etmediklerini ifade ederken diğer şairler gördük diye cevap vererek devenin peşinden giden Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e telmihte bulunurlar. Burada verilmek istenen mesaj son dizede sırrın saklanmasına vurgu yapılmasından da anlaşıldığı üzere ister görmezden gel ister gör ama mutlaka gördüklerini sakla, kimse ile paylaşmadır.

Dörtlüğün son dizesinde eteğini örtmesi istenir ve buranın sır meydanı olduğu söylenir. Sır ile kastedilen yine kırklar meclisine yabancıların girememesi, orada konuşulanların ve yaşananların orada kalması ve dışarı çıkmamasıdır. Kırklar meclisinin bir nevi provası olan Bektaşi cemlerinde de konuşulanlar ve yaşananlar sırdır ve anlatılmaz. Hatta Bektaşi sırrı söylenmediği için yabancılar tarafından birtakım söylentiler çıkarılmış, Ahmet Rıfkı da bu söylentilere cevap olarak Bektaşi Sırrı adıyla kitap kaleme almıştı. Bektaşiler birbirlerini ancak kendilerinin anlayabileceği ve bileceği birtakım işaret ve sözlerle tanırlar. Bu da bir çeşit sırdır ve Bektaşi olmayanlarla paylaşılmaz.

Etek aynı zamanda belden aşağısını örten bir giysidir. Avret mahallini korur ve saklar. Dolayısıyla namusun sembolüdür. Avret mahalli ise ancak mahrem olanların yanında açılır. Dolayısıyla Bektaşi ihvanı Bektaşi olmayanların yanında tarikata dair inanç ve düşünceleri ancak izin verildiği ölçüde açıklayabilir ve anlatabilir. Sır meydanı olması ise sır saklamaya kadir olanlar, sır saklayabilenlerin altından kalkacakları bir imtihan olduğunu hatırlatmak içindir. Ağzı gevşek olanların o meydana, meydanda yapılan ceme katılmaları mümkün değildir. Bu tüm tarikler için geçerli bir durumdur. Hiçbir tarikat zevzekliği ve boşboğazlığı kaldırmaz ve derviş zevzek olmaz, zevzekten de derviş olmaz.

Gezdiğin yerlerde ara bulasın
Sahbâ olup her dem Kevser dolasın
Hakk’ın her sırrına settâr olasın
Çek çevir kendini kâr meydânıdır

Derviş muhtelif nedenlerle seyahat eder. Abdal Musa dervişlerden nereye giderlerse gitsinler mutlaka arayıp bulmasını istediği bir şey vardır. Her ne kadar telaffuz edilmese de istenilen şey Allah dostları kamil mürşitlerdir.

İkinci dize farklı kaynaklarda “Gezdiğin yerlerde makbul olasın” şeklinde geçer. Gezilen yerlerde makbul olmak gidilen yerde kimseyi rahatsız etmemek ve faydalı olmak yanında ziyaret edilen Allah dostunun gözüne girmek anlamına da gelir. Ancak Derviş Ruhullah’ın dizesi daha farklıdır ve bize göre daha edebidir. Sahba şarap demek olup peşinden gelen kevser ile cennet içeceği olan şarap kastedilmektedir. Yani üzüm suyu iken bir süreçten geçip kevser gibi çok değerli olması istenir. Abdal Musa dervişlerden kevser şarabı gibi değerli ve lezzetli olmaları için gezip dolaşmaları, kendilerini lezzetlendirecek bir kamil mürşid bulmalarını ister. Dervişin Bektaşi olması kemale ermesidir. Kemale erenlerin sözleri de kevser şarapları gibidir, dinleyenleri mest eder.

Üçüncü dize farklı kaynaklarda “sakla sırrını ki” şeklinde geçse de anlam aynıdır. Settar, “Kullarının hatâ, kusur, ayıp ve günahlarını örten, bağışlayan” anlamında Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Hakk’ın sırları ile kastedilen yine dervişler için tarikat sırlarıdır, mürşitler için insanların anlamayacakları, sadece tadanların bildikleri halleri ve makamlarıdır. O sırları örtmek, yani saklamak gerekir. Dolayısıyla derviş de mürşit de sır saklamalıdır. Ayrıca kimsenin kusurunu arama, görürsen de kimselere söyleme, üzerini ört anlamı da vardır.

Son dizede geçen çek çevir ile maksat, elinden gelen her şeyi yap ve kâr meydanında başarılı ol, demektir. Kâr günümüzde fayda ve çıkar anlamına gelirken burada iş ve amel anlamına gelir. Kâr meydanı sırların saklanıp saklanılamayacağının gösterildiği meydandır. Bu meydan ise dervişin hayatının her anıdır. Dolayısıyla hayatının her anında sırrı koruyabilecek olanlar ancak meydana çıkabilir. Veya derviş ölene kadar sırrını muhafaza etmelidir.

Ne diyeyim şu irfânsız kalana
Yuf çekerler bu meydânda yalana
Üç yüz altmış merdiveni bilene
Kör meydânı değil, gör meydânıdır

Diğer kaynaklarda bu dörtlüğün ilk mısraındaki “irfansız kalana” “şu erkanı kurana” şeklinde geçer. İrfansız kalan ile erkanı kuran birbirinin zıddı olup anlamı değiştirir. İkinci dizede geçen yuf çekmekten yola çıkarak irfansız kalanın daha doğru olduğunu söyleyebiliriz.

İrfansız kalan birine yani gafil ve cahil olanlara ne diyeyim demesi, ne dersem bir faydası olmayacak anlamındadır. İkinci dizeden irfansız kalanlar ile yalan söyleyenlerin kastedildiğini anlıyoruz. Bu meydanda yani dervişlikte yalan söyleyenlere yuf çekerler, kınarlar, ayıplarlar ve kovarlar. Üç yüz altmış merdiven ile Hacı Bektaş Veli’nin üç yüz altmış halifesi kastedilir. Halifeler aynı zamanda Bektaşi erkanını temsil eder. Her biri bir merdiven gibi dervişleri yükselten, dervişi bulunduğu makamdan daha yüksek makamlara çıkaran merdivendir. Bu halifeleri bilen aynı zamanda Bektaşi adap ve erkanını bilendir. Dolayısıyla Bektaşi olmak aynı zamanda manevi bakımdan yükselmektir.

Bektaşilik erkanını ve hakikatini anlamak için gözlerin açık olması yetmez, aynı zamanda gönül gözünün de açık olması gerekir. Çünkü bu meydanda olanları ancak gönül gözü ile bakanlar görür. Gönül ise aşk ve muhabbetin yuvasıdır. Dolayısıyla bu meydan aşk ve muhabbet meydanıdır.

Abdâl Mûsâ her dem küçük er ise
Âli’yi sevenler muhib yâr ise
Hakk’ın didârını göreyim derse
Urganı boynunda dâr meydânıdır

Şair son beyitte sözü kendine getirir. Abdal Musa her dem yani her zaman gerçek er yani Allah’ın adamı olmasını şart cümlesi ile söyler. İkinci mısrada Hz. Ali’yi sevenler de muhip ve yar ise yani Hz. Ali’yi seviyorsan ve onun dostu isen diyerek yine kafiyeye uygun olarak şart cümlesi ile ifade eder. Üçüncü dize diğer kaynaklarda “maksuduna erem der ise” şeklinde geçer. Ancak Derviş Ruhullah’ın tercihinin dörtlüğe daha uygun olduğu açıktır. Hakk’ın didarını görmek dervişin uzak arzusudur, yolun nihayetinde varacağı yer olduğu için ikisinin de aynı anlama geldiğini söyleyebiliriz. Şair gerçek er olmak, Hz. Ali’yi sevmek ve Hakk’ın didarına mülâki olmak istiyorsan urganı boynunda her an darağacına çekilecekmiş gibi dolaşacağını bil, demektir.

Abdal Musa’ya ait olduğu söylenen bu nefes bize genelde dervişliği özelde ise Bektaşi dervişliğini anlattır. Bektaşilikte nasip merasimi üzerinden dervişin tevhid yolculuğu anlatıldığını söyleyebiliriz. Bu açıdan baktığım zaman bir cemde mürşidin muhibbana karşı söylediğini bile düşünebiliriz.

Ben bu nefesten bir şey daha anladım. Başını canana veremeyecek olanların bu meydanda işi yok dolayısıyla derviş olmak için her şeyden geçmeyi gözel almak gerekiyor.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Suriye, Halep, Şam, Nureddin Zengi, Selahaddin Eyyübi ve Sultan Baybars

02:00 Suriye'de Son Durum ve Tarihimiz İçin Önemi
03:30 "Suriye, Büyük Bir Enkaza Dönmüş Durumdaydı"
05:30 Suriye'de Son Durum ve Tarihimiz İçin Önemi
07:45 Suriye'de Tarihi Eserlerin Durumu Nedir?
12:00 Orta Çağ İslam Dünyasında Suriye'de Hakimiyet Kuran Liderler
14:30 Nureddin Zengi'nin Tarihteki Önemi Nedir?
16:30 "İlk Küresel Kapışma Haçlı Seferleridir"
20:30 Nureddin Zengi, Nasıl Bir Kumandandı?
23:30 Nureddin Zengi'nin Tarihteki Önemi Nedir?
28:00 "Nureddin Zengi'nin Mücadelesinin Merkezinde Kudüs Vardır"
30:00 Orta Çağ İslam Dünyasında Kudüs'ün Fethi Neden Önemliydi?
32:00 Selahaddin Eyyubi'nin Tarihteki Önemi Nedir?
35:00 Selahaddin Eyyubi, Nasıl Bir Kumandandı?
40:00 Selahaddin Eyyubi'de Eğitimci ve İmarcı Bir Ruh Vardır

Bir aşk hikayesi: Mem u Zin

En çok kırmızıya benzetilse de aşk;
Âşıkta kül gibi siyah, maşukta bahar ve gül gibi yeşil görünür.
Ama aslında hiçbiri de değildir.
Yedi rengi yakıp yalnız beyaz yahut kızıl gösteren güneş gibi bir ateştir aşk.
Âşık, gözün ilk yıldırımından itibaren bütün renkleri yaşar kapkara oluncaya kadar.
Sevdası karardıkça o da aynını hallenir.
İşte Mem u Zîn bu aşkın destanıdır.
Eğer âşık olmamışsanız, aşkın haletini ve hararetini hissetmek için Mem ve Zîn’in kollarına girin ve birlikte yürüyün…
Yürüyüşün her adımında ah edeceksiniz ve kalbinizi yeniden hissedeceksiniz.

ismailgulec.net