Münazaranın da Bir Adabı Olmalı

Çok izlendiği ve ilgi gördüğü için son günlerde TV kanallarında, özellikle youtube gibi sosyal medya ortamlarında zıt görüşlü kişilerin tartışmalarının artmakta olduğuna şahit oluyoruz. Hatta bu tartışmalardan bazılarının ülkenin gündemini meşgul ettiğini bile gördük. Artan bu nevi münazaralar ve tartışmaları izledikçe münazaranın bir adabının olup olmadığı sorusu akla gelmekte. Bu sorunun cevabını geleneğimizin önemli metinlerinden Taşköprülüzâde’nin Mevzuâtü’l-Ulûm, Ahmet Cevdet Paşa’nın Âdâb-ı Sedâd ile Cevat İzgi’nin Osmanlı Medreselerinde İlim kitaplarından yararlanarak vermeye çalışayım.

Münazaranın tarihinin oldukça eskilere, Antik Yunan ve Roma’ya kadar gittiğini biliyoruz. Antik Yunan ve Roma’da politikacılar, sofistlerden münazara tekniklerini öğrenerek senatoda rakiplerini alt etmeye ve pozisyonlarını güçlendirmeye çalışırlardı. İslam dünyasında ise farklı bir şekilde gelişti ve başta İbn Sinâ ve Gazalî’nin eserleri olmak üzere Aristo’nun eserlerinden bağımsız bir gelişim seyri izledi.

Münazara İslam geleneğinde Âdâbu’l-bahs ve’l-münâzara başlığı altında bir ilim dalı olarak kabul edildi. İlimler hiyerarşisinde mantıktan sonra gelen bu ilim mantıkla birlikte aklî ilimlerin bir türünü oluştururdu. el-Âdâbu’l-Adudiye, Şerh-i Hanefiye ve Âdâb-ı Mîr münazara konusunda medresede okutulan ders kitaplarının en yaygınları idi.

Katip Çelebi adab ilminin, bütün ilimler için gerekli olduğunu ifade ettikten sonra gerekçe olarak bu ilmin amacının bir konuda hakikati ortaya çıkarmak ve muhatabı doğruluğuna inandırmak için konuyu çok yönlü incelemek olduğunu söyler. Son devrin büyük hukukçusu Ahmed Cevdet Paşa ise bu ilmin konusunun tartışma adabını öğretmek ve araştırmak olduğunu, bir tezin doğru bir şekilde nasıl savunulacağını öğrettiğini ve tartışmacıların bu ilmin kuralları sayesinde tartışmalarda hatalardan korunduklarından bahseder. Ayrıca bu tartışma adabını bilmenin diğer dini ilimleri tahsil için bir giriş olduğunu ve bu dersi almayan öğrencinin felsefe, kelam ve hukuk metodolojisini layıkı vechile kavrayamayacağını da ekler.

Münazara neden yapılır?

Osmanlılarda ilim anlayışı, ilimlerin tasnifi ve eğitim hayatının ilk kademesinden sonuna kadar değişik safhalarının açıklandığı, medreselerde okutulan dersler, ders ve müracaat kitapları ve bunların müellifleri hakkında sistematik sıralama şeklinde bilgilerin sunulduğu müellifi meçhul bir eser olan Kevakib-i Seb’a’ya göre münazara adabı, tartışmayı öğrenmek ve araştırmalarda yanlıştan korunmak için gereklidir. Ahmet Cevdet Paşa ise münazaranın iki nedenden dolayı öğrenilmesi ve yapılması gerektiğini söyler. İlki bir hakikatin ortaya çıkarılması, ikincisi muhatabın fikirlerini çürütüp ona üstün gelmektir. Eğer tartışma bir hakikatin ortaya çıkması için yapılırsa münazara, karşı tarafa üstün gelmek için yapılırsa cedel ismini alır. Medresede derslerin daha iyi öğrenilmesi ve kavranılması için hocanın riyasetinde talebeler arasında münazara yapılması medresenin öğretim yöntemlerinden biri idi. Medreseler üzerine yazdığı önemli eserinde Cevat İzgi, münazara ilminin, hocaların ders işleyiş yöntemlerinde ve talebelerin yetişme tarzında merkezî bir konumda olmasının üzerinde durur. Haftada beş ders okuyan talebeler, her bir ders için, öncesinde sekiz-dokuz saat çalıştıktan sonra ertesi günkü derste hocanın huzurunda işlenen konu hakkında dört-beş saat tartışırlardı. Bu tartışmalar talebenin zihnini geliştirip açmasının ve bakış açısını farklılaştırmasının yanı sıra talebelerin dersteki eksiklerini görmesini sağlardı.

Mantık derslerinin konusu olan cedel ise daha çok birbirine zıt görüşü taşıyan kişiler arasında cerayan ederdi. Konu üzerine çalışanlar, birbirine zıt görüşlü kişileri Hristiyan teologlarla yapılan münazaralar ve fıkıhçıların, felsefecilerin ve kelamcıların birbirleri ile ve kendi aralarında yaptıkları tartışmalar olarak ikiye ayırırlar.

Münazara için temel şart: Mantık

Münazara yapacak kişinin bilmesi gereken iki husus vardır. İlki tartışacağı konuya hakim olması, ikincisi de tartışma yöntemini bilmesidir. Münazaracılardan biri konuya muhatabı kadar hakim olmasa bile sadece yöntemi çok iyi bildiği için hasmını alt edebilir. O yüzden talebeden, konuyu öğrenmeden önce akıl yürütme ve çıkarımda bulunma yollarının öğretildiği mantık dersi alması beklenirdi.

Geleneğimizde münazara için öğrenilmesi gereken temel bilgiler mantık ilmi içinde verilirdi. Mantık ise medrese müfredatının temel ve vazgeçilmez derslerinden biri idi. Medrese müfredatı hakkında elimizde bulunan en kapsamlı birkaç eserden biri olan Kevâkib-ı Seb’a’ya göre medrese öğrenim hayatına adım atan talebeler önce ‘mukaddemât-ı ulûm’ adı verilen derslere hazırlanması için muhtasarât adı verilen mantık ve münâzara gibi dersleri almak zorunda idi. Dolayısıyla âdâb-ı münâzara müfredatta mantıktan sonra, kelam, usul ve fıkıhtan önce öğretilirdi.

Konu üzerinde yapılan araştırmalarda İslam mantık geleneğinin özgün ürünlerinin büyük bir kısmının altı asır boyunca devam eden Osmanlı ilim havzası içinde, Molla Fenârî, Kul Ahmed b. Hızır, Ahdarî, Taşköprizâde, Saçaklızâde, Gelenbevî gibi alimler tarafından kaleme alındığı ifade edilir. Dolayısıyla pekala Osmanlı medrese eğitim sistemi mantık üzerine kuruludur, denilebilir. Mantık dersinde ise Ebherî’nin (öl.1266) kısaca İsagoci olarak bilinen Porphyrios’un Eisagoge adlı eserine yazdığı ve 10 sayfayı geçmeyen er-Risâletü’l-Esiriyye fi’l-Mantık adlı kitabının şerhleri ve haşiyeleri okutulurdu. Talebeler mantığı çok iyi öğrendikten sonra âdâb-ı münâzara bahsine geçebilirdi.

Münazara adabı

Taşköprülüzade’nin aktardığı bir saatlik münazaranın bir ay mütalaadan daha hayırlı olduğu sözü münâzaraya verilen önemi çok açık bir şekilde göstermektedir. Bu kadar önem verilen bir konuda doğal olarak uyulması gereken kurallar olmalıdır. Kaynaklarda sıralanan bu kuralları genel ve özel olarak iki başlık altında inceleyebiliriz.

Genel ilkelere geçmeden önce münâzarada engelleme (men‘), delili bozma (nakz) iddiaya karşı koyma (muâraza) olmak üzere üç yöntem olduğunu hatırlatmış olalım. Sıralamada en güçlüsü karşı koymadır (muaraza), daha sonra delil bozma (nakz) ve son olarak engelleme (men) gelir. Engelleme itirazın en zayıfı olmasına karşın en emin ve sağlamıdır. Diğerlerine kıyasla doğruyu ortaya çıkarmada daha faydalıdır. Engellemenin yeterli olduğu durumlarda diğerlerine başvurma tehlikeli olabilir.

Ahmet Cevdet Paşa başta olmak üzere kaynaklarda zikredilen âdâb-ı münâzara kurallarını maddeler halinde sıralayalım.

Genel ilkeler

Mantık tartışmada ortak referans alanıdır. Mantık kurallarına uymayan görüşler geçerli değildir. Dolayısıyla mantık bilmeyen münazaraya katılamaz.

Münâzaracıların inanç ve düşünce alanları da referans alanı olarak kabul edilir. Müslüman olmayan birine Kuran’dan delil getirilmez.

Tartışmada iddia sahibi iddiasını ispat için mutlaka bir delil getirmelidir. Delil yoksa zorla kabul ettirmeye çalışma olur. Bu da münazarada dikkate alınmaz.

Delil olarak getirilen önermelerde ilk aranan şey kıyasın şekil şartlarına uygunluktur.

Delil şekil bakımından yanlış olursa yani mantıkta önerme bahsinde geçen hatalardan biri olursa mugalata kabul edilir ve söylenenler geçersiz kabul edilir.

Herkesin bildiği ve kabul ettiği konularda delil istenmez, beklenmez.

Özel ilkeler

Münazaranın özü aslında istişaredir. İstişare sadece doğruyu ortaya çıkarmak için yapılır. Bunun için de taraflarda temiz bir kalp, ince düşünce ve insaf aranır.

Nezaket ve saygı temel kuraldır. Aslolan centilmenliktir.

Tartışmada hile ve aldatmaya yönelik hareketlerden kaçınılmalıdır.

Münâzara sırasında söz gereksiz yere uzatılmadığı gibi mananın anlaşılmasını eksik bırakacak kadar kısa da olmamalıdır.

Konu ile doğrudan ilgisi olmayan konulara girilmemeli, amaç saptırılmamalıdır.

Tartışmada anlamı herkes tarafından bilinmeyen sözcükler kullanmaktan kaçınılmalıdır.

Öğrenmek maksadıyla soru sorulmaz.

Karşı tarafın sözü iyice dinlenmeli, iyici anlamadan cevap verilmemelidir.

Konu ile ilgisi olmayan sözlere izin verilmemelidir.

Tartışma esnasında yüksek sesle gülmek, sesi gereğinden fazla yükseltmek, hiddetlenmek gibi aşırılıklardan kaçınmak gerekir.

Karşı tarafı rencide edecek, küçük düşürecek söz ve davranışlardan kaçınılmalıdır. Çürütülmesi gereken muhatap değil, görüşleri olduğu unutulmamalıdır.

Muhataba konuşma fırsatı verilmeli, sözü kesilmemelidir.

İnsaflı, düşünceli ve hoşgörülü olunmalıdır.

Tartışmanın düzenine ve önceden konulan kurallara riyaet edilmeldir.

Münâzara kural ve âdâbını bilmeyenlerle, böbürlenip kendini büyük görenlerle kısaca kendini bilmeyen kimselerle tartışılmamalıdır.

Duygularına çabuk kapılan ve esiri olanlarla tartışılmamalıdır.

Muhatabın gerçeği ortaya çıkarmamasına engel olunmamalıdır. Çünkü maksat hakikati ortaya çıkarmaktır.

Yukarıda sıralanan kurallardan da anlaşılacağı üzere münâzara gerçeği ortaya çıkarmak için yapılır. Bir tartışma olarak cedel ise amaç ve yöntem bakımından münazaradan farklıdır. Cedelde, bir görüşü savunmak veya karşıt görüşü çürütmek için delil getirmeyi gösteren yollar öğretilir ve amaç doğru olup olmadığına bakılmaksızın bir fikrin üstün gelmesini sağlamaktır. Kur’an’da bu amaçla yapılan tartışmalar yasaklandığı için geleneğimizde cedel adıyla ayrı bir ilim dalı gelişmemiştir.

Kur’an’da “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış.” (Nahl 125) buyurulmaktadır. Müfessirler bu ayette geçen onlar ile İslâm konusunda Hz. Peygamber’le tartışmaya kalkışan Müslüman olmayan kimselerin kastedildiğini söyler. En güzel yöntemle tartışmak ise muhatabının seviyesini ve tutumuna dikkat edilmesi gerektiği konusunda bir uyarıdır. Başta Hz. Peygamber olmak üzere müslümanlar delillendirmedikleri bilgiyi dile getirmezler, yanlışı doğru doğruyu yanlış göstermezler, hakikati reddetmezler ve yanlışı ve batılı savunmazlar. Gerçek ve delillendirilmiş bilgi ile batıl ve yanlış bilgiyi çürütürler. Hak yola davet edilenlerin dirençlerini kırmak, onları önce susturup sonra ikna etmek için cedelleşilebilir. Ancak Hz. Peygamber’in muhalifleriyle giriştiği cedellerde olduğu gibi yukarıda sıralanan düsturlara riayet edilmelidir. Faydası olmayan, nefse hoş gelen ve insanlar arasında düşmanlığı artıran cedeller ise geleneğimizde hoş görülmemiştir.

Tüm bu açıklamalardan sonra televizyonlarda ve digital ortamlarda yapılan tartışmalara baktığımızda yapılan tartışmalarda bir hakikatin ortaya çıkmasından çok muhatabını alt etme çabasının daha fazla olduğunu, dolayısıyla münazaradan daha çok ortada bir cedelleşme durumu olduğunu söyleyebiliriz. Geleneğimizde ise cedelleşme pek tercih ve tavsiye edilmediği gibi kaçınılması, mecbur kalınmadıkça yapılmaması tavsiye edilmiştir.

Ez cümle münâzara, Muallim Nâcî’nin;

Bir hakikat kalmasın âlemde Allahım nihân

dediği gibi geleneğimiz münâzaranın sadece hakikatin ortaya çıkması için yapılması gerektiği söyler. Gerisi ise beyhude bir gayretten ibarettir.

Kaynaklar

Ahmed Cevdet Paşa, Âdâb-ı Sedâd min İlmi'l-âdâb. İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1294.
İzgi, Cevat. Osmanlı Medreselerinde İlim. İstanbul: İz Yayıncılık, 1997.
Katip Çelebi. Keşf el-Zünûn. Haz. Şerefettin Yaltkaya, Rifat Bilge. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2014.
Kevâkib-i seb‘a= Yedi gezegen: Fransız aynasında Osmanlı kültürü. Haz. Ekmeleddin İhsanoğlu. Ankara : TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi), 2022. Taşköprülüzâde Ahmed Efendi. Mevzuâtü’l-Ulûm, Mevzuatü'l-ulum. trc. Kemaleddin Mehmed Efendi. Dersaâdet: İkdam Matbaası, 1313.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Hz. Musa yaşadı mı?
Kur'an ve Tevrat'a göre Hz. Musa

Prof. Dr. Hakan Olgun, Mısır efsanelerine göre Hz. Musa ile ilgili anlatılan kıssaların doğruluğunu tartışıyor. Horus başta olmak üzere Mısır mitolojinin temel figürleri üzerinde duruyor.

05:00 Mısır mitolojisi bağlamında Hz. Musa

12:00 Kur'an kıssalarının mahiyeti

42:00 Mısır'ın politik ideolojisi

46:00 Kadim Mısır'ın Ma'at doktrini'nin toplum üzerindeki etkisi

51:00 İbranilerin Mısır'daki tarihsel varlığı

58:00 Kur'an ve Tevrat'ta Hz. Musa

01:25:00 Hz. Musa ve Çoban kıssası

Özer Ravanoğlu'nun Türkistan Hatıraları

Uzun yıllar Kırgızistan ve Kazakistan'da bulunan Özer Ravanoğlu'nun hatıralarını anlattığı programda değinilen konulardan bazıları şunlar:

Orta Asya bozkırında bir ülke: Kırgızistan

10:00 Orta Asya'daki mimari eserlerin yapım süreçleri

20:00 Yiğitbaşı Murat ve Beş Arkadaşının hikayesi

40:00 Ahıska Türklerinin yaşadığı zorluklar

55:00 Kültür ve Sanatta Kırgızistan

01:21:00 Türk dünyasının ünlü yazarı: Cengiz Aytmatov

ismailgulec.net