Naz Makamı

Naz, Farsça bir kelime olup sözlükte “mahbubun âşık-ı bî-çâreye eylediği şive ve istiğna”, “sevgilinin şive ve istiğnası” “Şive, işve, eda ve istiğna” “Kendini beğendirmek amacıyla takınılan edâlı tavır, cilve” “Bir şeyi istediği halde kendini ağıra satmak için hemen kabul etmeyip istemiyormuş gibi davranma” ve “Şımarıklık” olarak tarif edilir.

Tasavvufta ise dervişlerin nezdinde maşukun âşığına aşk kuvveti vermesidir. Yani kendini daha çok sevmesini istemesidir. Naz cezbe ve galebe halindeki sâlikin Hak’la tekellüfsüz ve samimi bir şekilde tartışmasıdır. Tasavvufta naz ehli yüksek bir makamdır ve bu makama erişenlerin yani Allah’a nazı geçenlerin sayısı oldukça azdır.

Tasavvuf yolunun büyükleri, kendilerini dinlemeye gelenlere hakikatleri benzetme yolu ile anlatırlar. Buna mecaz da diyebiliriz. İnsanlar daha iyi anlasın diye bildikleri şeyden örnek verirler. Naz konusunu da dervişin sülûku esnasında yaşadıklarını izah etmek için örnek olarak vermekten çekinmezler.

Arbade

İslam Ansiklopedisi’nde naz ehlinin durumu arbede olarak tarif edilir. Arbede “Kurbiyet makamında bulunan sâlikin ilâhî aşkla kendinden geçerek Hakk’a serzenişte bulunması” şeklinde tarif edilir.

Biz arbedeyi günlük dilde “Huysuzluk, geçimsizlik, kavga” anlamında kullanıyoruz. Eskiden özellikle sarhoşlar arasında, mahallenin bıçkın delikanlıları arasındaki itiş kakışlar için de kullanılırdı.

Tasavvufta ise kimi mutasavvıflar, Allah’a yakın mertebede olmaları dolayısıyla dostluğun yani veli olmanın verdiği muhabbetle huzur içinde yüzerken bazı sıkıntılarla karşılaştığında Allah’a naz eder, başına gelenler için sitem eder. Allah başka kulları tarafından yapıldığında hoş karşılamayacağı bu durumu hoş karşılar, sevdiği kulunun bu sitemlerini affeder.

Nâz makamının iki hali var. İlki mutasavvıfların ilâhî aşkla kendinden geçerek Hakk’a serzenişte bulunmasıdır. Allah dostu Rabiatü’l-Adeviyye’nin Hacca giderken merkebinin yolda ölmesi üzerine ellerini kaldırıp;

“İlâhî padişahlar âciz bir kadına böyle mi yapar? Beni evine davet ettin, ama yolun yarısında merkebimi öldürdün, beni çölde yapayalnız bıraktın”

diye şikâyette bulunması gibi. Tasavvufi şiirde bu minval üzere söylenmiş sayısız şiir ve sözler vardır.

İkincisi ise Allah’ın zahit ve abit kullarının başlarına gelen bir afetten sonra serzenişte bulunmasıdır. Kuran-ı Kerim’den verilen iki örneği hatırlatmak isterim.

Hz. Musa, kavminin buzağıya tapması üzerine kavminden seçtiği yetmiş adam ile Tur dağına giderken deprem olunca Allah’a;

Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? (Araf 155)

Diye seslenir. Hz. İbrahim’in Lut kavminin başına gelenleri öğrendiğinde itiraz etmesi kabilinden sözleri üzerine;

İbrâhim’in korkusu geçip kendisine müjde de gelince Lût kavmi hakkında bizimle tartışmaya başladı. (Hud 155)

naz makamında söylenmiş söz olarak değerlendilir. Her iki ayette de Hz. İbrahim ve Hz. Musa, masum insanların helak olması konusunda hassasiyet gösterip naz makamında itiraz etmişlerdir. Bu itiraz bir şeyi değiştirmek ve isyan etmek için değil, hakikati anlamak içindir.

İmanına, ahlakına ve Müslümanlığına cümle âlemin şahit olduğu Mehmet Akif’in naz makamında söylediği;

Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!

Dizeleriyle başlayan şiiri naz makamında çaresizlik içinde söylendiğini bilmeden anlamak ve değerlendirmek mümkün müdür? Şu dizelerini nasıl anlayacağız? Mâdâm ki, ey adl-i İlâhî yakacaktın...
Yaksaydın a mel’unları... Tuttun bizi yaktın!

Hele şiirin son iki dizesi;

Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhî?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!

Yukarıdaki ayet-i kerimeler ve naz makamı olmasa bu dizeleri nasıl izah edecektik? Mehmet Akif’i Allah’a şirk koşmakla itham etmek mümkün müdür? Mehmet Akif Ersoy’un görüp yaşadıklarını, hissettiklerini dile getirdiği, vatanı ve milleti için duyduğu endişe içinde iken yazdığı bu dizeler ile depremde ailesini, yakınlarını kaybedenlerin içinde bulundukları hal içinde hissiyatına mağlup olarak söyledikleri arasında bence hiçbir fark yok. Her ikisi de çok sevdikleri Allah ile dertleşmekte, naz makamında sitem etmektedir.

Nâz makamının bir diğer anlamı da başına türlü bela gelen kulun isyan etmeden sevdiğine yani Allah’a sitem etmesidir. Sitemde olup biteni kabul vardır. Depremzedeler de isyan etmeden başlarına gelen felaket karşısında sığındıkları ve güvendikleri yegâne varlığa sitem etmelerinden daha doğal ne olabilir?

Mehmet Akif Ersoy, yukarıda alıntıladığım şiirine Hz. Musa’nın Kuran’da geçen sözleri ile başlar:

İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâk eder misin, Allah’ım... Biz de aynı duayı edelim ve küçük bir ilave yapalım.

Yâ Rabbî, içimizdeki beyinsizlerin dinine ve Müslümanlara vereceği zarardan bizleri koru.

Amin.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Allah'ın bu millete lüftu: Kani Karaca

Kani Karaca büyük bir müzik adamı idi. Enderun Sohbetleri programında Kani Karaca'nın Tekke Musikisindeki Yeri, Musiki Serüven, Hafız, Gazelhan, Naathan olarak Kani Karaca'yı, Türk Dini ve La-dini Musikisi Geleneğinde Kani Karacca, Kani Karaca'nın Bestekarlığı ve Kani Karaca'nın Yolculuğu gibi konuları konuştuk. Merak ediyorsanız buyurun Cumhurbaşkanlığı Türk Musikisi Korosu şefi Mehmet Güntekin Bey'den dinleyelim.

18 Mayıs 1944 Büyük Kırım Sürgünü

Stalin, II. Dünya Savaşı’nın ardından 18 Mayıs 1944’te Kırım’daki 420 bin Kırım Tatarını bir gece yarısında evlerinden alınıp sürülmelerini emrini verir. Bu arada Kırım Tatar erkekleri, Kızılordu’da askerdir ve Almanların Nazi ordusuna karşı savaşmaktadır. Geride kalanlar ise çoğunlukla kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve hastalardır. Kocaları, babaları, evlatları Ruslar adına cephede savaşırken kimsesiz ve çaresiz Kırım Türkleri, bir gece yarısı yataklarından kaldırılarak 15 dakikada evlerini boşaltıp çıkmaları istenmiş, hayvan taşınan vagonlara doldurularak Orta Asya, Urallar ve Sibirya’ya sürgün edildiler. Sürgün edilen 420 bini aşkın Kırım Tatarının yarısı ya sürgün yolunda veya gittikleri yerlerde açlık, susuzluk ve hastalıktan hayatını kaybetti. Ruslar, hayatlarını kaybetmesi için de her türlü şartı sağladı. Mesela önce salamura balık yedirip sonra bataklıktaki sudan içirerek bulaşıcı hastalığa yakalanmalarını sağladılar. Dünyada benzeri nadir görülen zulümlerden biri idi.

ismailgulec.net