İnsan olmadıktan sonra hepsi bir

Değerli bir hocamızın Covid19'a yakalanarak vefât etmesi, bana, asistanlık yıllarımda bir kısmına şahit olduğum bir kısmını da işittiğim günleri hatırlattı.

Seneler önceydi. Asistandım. 28 Şubat kararlarının alındığı ve uygulandığı dönemdi. Bırakın çalışanları, çalışan yakınlarının bile hastanelere alınmadığı dönemdi. Bir arkadaşımızın 70 yaşındaki annesini hastaneye almamışlar, devamlı gittiği doktoru, kadıncağızı ancak dışarı çıkararak muayene edebilmişti. Bir arkadaşımızın hanımı, yeni doğan çocuğunun düzenli kontrolü için gittiği hastaneye alınmamış; doktor, bebeği, birinci kattaki odasının penceresinden muayene edebilmişti. Ve bunlar gibi daha nice hikâye. "Niçin giremiyor bu kadınlar hastaneye?" diye sorulduğunda verilen cevap aynı idi: "Yönetmelik böyle, idarenin kesin kararı". Bu yasağın kalkması için acile alınmayan bir teyzemizin vefât etmesi gerekiyormuş. Toplumda oluşan infial karşısında hasta yakınları, başörtülü olarak hastanelere alınmaya başlandı.

Hatırladıkça hâlâ üzüldüğümüz ve bir kez daha yaşamak istemediğimiz bu olaylar bize sanki hiç yaşanılmamış gibi geliyor. Bugünün gençlerine anlatsak, muhtemelen "Yok canım, abartıyorsunuz." deyip inanmazlar. Hakikaten inanılacak gibi değil ve bu olayların yaşandığı yıllar üzerinden daha 20 sene bile geçmedi.

20 sene sonra

Olay, yine bir üniversitede geçiyor. Üniversite yönetimi, dönem başında lisans derslerinin uzaktan, lisansüstü derslerin ise örgün yapılmasına karar verir. Dönem başlar, vaka sayıları da her gün artmaya başlar. Gelişmeler, ülkede tedirginlik ile izlenir. Bakanlıklar ve yetkililer, her gün televizyonlarda vatandaşı mecbur kalmadıkça sokağa çıkmamaları konusunda uyarır. Valilikler, belediyeler, gazeteciler, doktorların, önlerine mikrofon uzatıldığında ilk söyledikleri şey maske, mesafe ve temizlik olur. Mecbur olunmadıkça dışarı çıkılmaması, mümkün olan durumlarda işlerin evlerden takip edilmesi konusunda uyarı üstüne uyarı gelir. Salgın sadece ülkemizde değil tüm dünyada yeniden ve çıldırmış bir şekilde hortlayıp can alırken, devlet tüm birimleri ile önlem alıp kimi kısıtlamalara giderken bir üniversitemizde, sanki bu ülkede yaşamıyorlarmış gibi farklı şekilde kararlar alınır.

Yüksek tansiyondan mustarip ve müştekî bir hocamız, tahlil ve tetkik için devamlı hastaneye gitmektedir. Yaşı 50'nin üstünde olan hocamız, yetkililerin ve doktorunun uyarısı üzerine durumunun hassasiyetini de düşünerek rapor alır ve derslerini uzaktan yapmaya başlar. Buraya kadar her şey normal, olması gerektiği gibi. Bana o nuhusetli günleri hatırlatan olay, bundan sonraki gelişmeler.

Hocamız, derslerini iki hafta gayet güzel bir şekilde uzaktan yapar. Enstitü müdürü, bir memuruna hocamızı aratıp derslerini sınıfta yapması gerektiğini, üst yönetimin bu konuda kesin kararı olduğunu hatırlatmasını söyler. Hoca, rapor, hastalık diyecek olur. Aldığı cevap çok üzücüdür: "Rektörlüğün talimatı var, bu konuda kanser bile mazeret olamaz!"

Hepimizin morale ihtiyacı olduğu bugünlerde, moralinizi daha fazla bozmamak için hocamızın içine düştüğü ruh halinden hiç bahsetmeyeceğim.

Hocamız kendi derdiyle uğraşırken, başka bir hocamıza virüs bulaşır. Acilen hastaneye kaldırılır ve yoğun bakım ünitesine alınır. Birkaç gün sonra da vefât eder. Bu olay üzerine, senato apar topar toplanır ve ba'de harabu'l-Basrâ, ancak bir hocamızı kaybettikten sonra ve lütûfen lisansüstü programlardaki derslerin de uzaktan yapılacağına dair karar alır.

Üniversitede böyle bir olay asla yaşanmamalı idi

Üniversite yöneticileri bu kararı maalesef hocaların ve öğrencilerin sağlığını düşünerek almaz. Bir hocanın hastaneye kaldırılması üzerine, alacakları tepkiden çekinerek bu kararı almak zorunda kalırlar. Aynen bundan yirmi sene önce hastaneye alınmayan teyzemizin vefâtı üzerine kararın değiştirildiği gibi.

Düşünüyorum da;

İnsana, insan sağlığına değer vermeyen yöneticilerle nereye varılır?

Hocalarını muhatap almaya tenezzül etmeyen yöneticilerle ne yapılır?

Allah'tan daha çok sosyal medyaya düşmekten korkanlar, hangi yaramıza merhem sürer?

Üniversite, meslek eğitimin yanı sıra insanlık eğitimi de verilen kurumdur. Orada insanlık durumu öğretilir, insan olma bilinci aşılanır. Bu yöneticiler, bu eğitimi nasıl verebilir?

Üniversite, bir hocalar birliğidir. Bir okulu üniversite yapan, o okuldaki profesörler, doçentler, doktorlardır. Hocalar, hoca olmak bakımından birbirine denk kabul edilir. Aralarında ilim bakımdan daha üstün olanlar tabii ki var ve bunun karşılığını saygı görerek alırlar. Hocasına değer vermeyen yöneticiler, hocaların hukukunu nasıl koruyacak?

İnsan olmadıktan sonra ne olursan ol!

Seneler önceydi. Enderun'da çıraklık yapıyorum. Yarı meczup bir Yılmaz ağabeyimiz vardı. Dükkâna gelir, iki kitap alır, önce okur sonra gider satardı. En çok sevdiği kitap, Victor Hugo'nun Sefiller'iydi. Her seferinde bana romandan bazı şeyler anlatırdı. Müşteriler de Yılmaz ağabeye bakar, şaşırırdı. Bir kıyafetine bakar, bir konuşmalarını dinler, nasıl davranacaklarını kestiremezlerdi.

Yine bir seferinde, birkaç arkadaş oturmuş çay içiyorduk. Aramızda Cezayir'den doktora yapmak için gelmiş, ancak ülkesinde çıkan karışıklıktan dolayı dönemeyen bir arkadaşımız vardı. İlk tanıştığı kişilere bizim gibi "Nerelisin?" diye sorardı. Bizim Yılmaz ağabey de her zamanki gibi, köşesine kurulmuş, bir elinde aklına geldikçe yudumladığı çayı, diğer elinde gözlerini ayırmadan dikkatlice okuduğu kitabı vardı. Cezayirli arkadaş, Yılmaz abiye döndü ve sordu:

- Nerelisin?

Cezayirlinin alacağı cevabı bilse muhtemelen sormayacağı soruya Yılmaz ağabeyin cevabı biraz sert oldu:

- Nereli olursan ol, insan olmadıktan sonra!

Evet, galiba bizim derdimiz de bu. Hangi görevde ve kurumda olursak olalım, insan olmadıktan sonra hepimiz aynıyız. Yaşlı teyzeleri, çocuklu anneleri hastane kapılarından döndüren de tüm üniversitelerin uzaktan eğitim yaptığı salgın döneminde asistanların bile doğru dürüst gelmediği okula hasta hocasını getirmeye mecbur eden de insan olmama bakımından eşit. Böyleleri için söylenilecek sözü ise Ruhî-i Bağdâdî söylemiş.

Sizden kim ırağ oldı ise Hakk'a yakındur
Zirâ ki dalâlet yolıdur gitdüğünüz râh

Rahmet-i Rahman'a kavuşan hocamıza rahmet, hastalığıyla boğuşan hocamıza âcil şifa ve âfiyetler niyaz ediyorum.




Bu yazıyı, Facebook'ta paylaşayım...

Bu yazıyı, Twitter'da paylaşayım...

Bu yazıyı, LinkedIn'de paylaşayım...

Bölümler

Yazılarım

Yazılarımı okuyabileceğiniz sayfadır.

Kitaplarım

Kitaplarımı görebileceğiniz sayfadır.

Basında

Basındaki haberleri görebileceğiniz sayfadır...

Etkinlikler/Takvim

Tüm etkinlik, toplantı ve konuşmalarımın haberini takip edebileceğiniz sayfadır.

Videolar

Ramazan ilahileri ve açıklaması

Aşıklara Edin Sala
05:00 Maddi ve Manevi Arınma İklimi Ramazan
10:00 Mutasavvıf Üftade Hazretleri'nin Beyitlerinde Ramazan
19:00 Mübarek Ramazan Geldi
31:00 Affet İsyanım Benim
47:00 Ben Bilmez İdim Gizli Ayan Sen İmişsin
52:00 Mutasavvıf Nakşi-i Akkirmani
01:02:00 "Eya Sen Sanma ki Senden Bu Güftarı Dehan Söyler"
01:15:00 "Saladır Mü'mine Gelsin"
01:23:00 "Müjde Mü'minler Size İhsan-ı Rahmandır Gelen"
01:36:00 "Ümman-ı Kerem Rahmet-i Rahman Ramazan'dır"

Ahmet Özhan'ın Ramazan hatıraları

02:00 Oruç mevsimi: Ramazan
05:00 Oruç Mevsiminin maddi ve manevi faydaları
10:00 Rahmet ve bereket ayı: Ramazan
15:00 Ahmet Özhan'ın Muzaffer Ozak ile hatıraları
20:00 Beyazıt'ta ramazan geleneği
24:00 İlahilere yansıyan ramazan nağmeleri
31:00 Ahmet Özhan'ın ramazan hatıraları
47:00 Ahmet Özhan'ın Sefer Dal ile hatıraları
58:00 Ahmet Özhan'ın Ömer Tuğrul İnançer ile hatıraları
01:09:00 Bir derviş ramazanı nasıl yaşar?
01:19:00 Ramazanda itikafa girmek neden önemli?
01:31:00 Kadir Gecesi'nin manası ve fazileti nedir?

ismailgulec.net