10 Ara 2019; 06:00PM - 07:00PM Gençlere Fuzuli'yi nasıl anlatacağız? |
13 Ara 2019; 02:00PM - 03:00PM Necatigil'de Eski Edebiyatın izleri |
197 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi
Eskiler cehaleti üçe ayırırlardı. İlkine cehl-i basit yani sıradan cehalet, ikincisine cehl-i mürekkep yani katmerli cehalet derlerdi. Üçüncüsü ise cehl-i mik’ab yani katmerlinin katmerlisi olan cehalet. Matematik diliyle ifade edecek olursak ilki rakamın kendisi, ikinci karesi, üçüncüsü de küpü diyebiliriz.
Sıradan cehalet bir şey bilmemektir. Kişi cahildir, okumamıştır ve cahil olduğunu bilir. Ömer Seyfettin’in Nadan isimli hikayesinde geçen Eşek Hasan gibi. Hatırlatmak kabilinden özetlersem sanırım ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.
Devamını okumak için tıklayınız.
Sayın Hocam,
Son yazınızda anladığım kadarı ile ki beni kaba saba ve kavrayışı kıt olarak bilirsiniz, çevrenizde olduğunu tahmin ettiğim bazı insanları bana benzetmişsiniz. Çok üzüldüm. Bu mektubu da size teessüflerimi ifade etmek için yazıyorum.
Yazınızı okurken ve okuduktan sonra epey bir düşündüm. Biz öküzlerin suçu ne? Öküz olmak başlı başına bir suç mudur? Öküzlerin kime ne zararı olmuş? Öküzler olmasa insanlar ne yapardı? Bu insanlar neden kızdıklarında birbirlerine öküz derler? Biz insanlara ne zarar verdik, ne yaptık? Biz öküzler kızdığımızda birbirimize insan diyor muyuz?
Devamını okumak için tıklayınız.
Dünya öküz ile balığın üzerindedir, şeklinde bir hadis-i şerif olduğu söylenir. Sahih olup olmadığı tartışmalarının yanı sıra hadisin ne anlama geldiği veya nasıl anlaşılması gerektiği de tartışılmış hadisçiler arasında.
Hadisin müteşabih özellikler taşıdığı, hadiste geçen kelimelerin sözlük anlamının değil mecazi anlamlarının anlaşılması gerekli olduğunu söyleyenler bu hadisi şöyle açıklamışlar.
Cenab-ı Allah, yarattığı her nesne için bir melek görevlendirmiştir. Dünya için de iki melek görevlendirmiştir. Bunlar Sevr (öküz) ve Hut (balık) isimli meleklerdir. Burada öküz ile kastedilen Sevr meleğidir.
Devamıı okumak için tıklayınız.
Bizim millet, daha doğru ifade ile atalarımız Hz. Peygamber’i can u gönülden sevmiş, hayatlarının her anına onun sözlerini ve davranışlarını yerleştirmişler. Çocuklarına erkek ise Ahmet, Mahmut, Mehmet ve Mustafa ismini, kız ise Hatice, Ayşe ve Fatma ismini koymuşlar. Onun sevgisi içimize kadar yerleşmiş ki çoğumuz farkında bile değiliz kimi adetlerimizin Hz. Peygamber’in sünneti olduğunu.
Konuya geçmeden önce sünnet ile neyi kastettiğimi açıklayayım. Hz. Peygamber’in sözleri, davranışları ve şahit olup ses çıkarmadığı eylemlerin ortak adını kastediyorum.
Devamını okumak için tıklayınız.
Son günlerde daha önce duymaya alışık olmadığımız haberleri almaya başladık. Bizde intihar haberleri pek olmazdı. Sonra tek tük çıkmaya başladı, daha sonra da arttı. Şimdi de toplu intihar haberleri duymaya başladık. Korkarım bu gidişle bu tür haberleri almaya devam edeceğiz.
Haberi siz de duymuş veya okumuşsunuzdur. Fatih’te birlikte yaşayan, akrabaları olmayan, yaşları 48 ile 62 arasındaki dört kardeş topluca intihar etti. Bu intiharın nedenlerini üzerine bir sürü yorum yapıldı.
Devamını okumak için tıklayınız.
Bir önceki yazımızda Hz. Peygamber’in veladetini tes’îd ettiğimiz şu günlerde size onun iki hırkasının, Hırka-ı Şerif ve Hırka-ı Saadet’in öyküsünü anlatacağımı söylemiş ve Veysel Karani’ye verilen Hırka-ı Şerif’in hikayesini anlatmıştım. Sıra ikinci hırkanın Hırka-ı Saadet’in hikayesinde.
Hırka-ı Saadet
Hz. Peygamber’in bir şaire hediye ettiği ikinci hırka bugün Topkapı Sarayı’nda, Kutsal Emanetler Dairesi’nde.
Hırka-i Saâdet, 124 cm. boyunda geniş kollu, siyah yünlü kumaştan dikilmiş krem renginde yün astarlı bir hırka. Kumaş uzmanları bu hırkanın gerçekten Hz. Peygamber’e ait olup olmadığını inceliyorlar ve o devre ait olduğu anlaşılıyor.
Devamını okumak için tıklayınız.
Hz. Peygamber’in veladetini tes’îd ettiğimiz şu günlerde size onun iki hırkasının, Hırka-ı Şerif ve Hırka-ı Saadet’in öyküsünü anlatmak isterim.
Hırka elbise üstüne giyilen, genellikle ceket boyunda, yün veya pamukludan yapılmış, önü açık, kollu, dışarıda veya soğuk havalarda evde de giyilen bir kıyafet. Peygamberimize hürmetlerinden dolayı dervişler de hırka giyerler.
Tarikatlarda hırka iki türlü giydirilir. İlki mürit tarikata intisap etmeye karar verdiğinde şeyh efendi tarafından giydirilen irade hırkasıdir. Diğeri ise henüz bir tarikata intisap etmemekle birlikte sufilerin hallerinden ve ahlakından nasiplenme ümidiyle giyilen muhip hırkasıdır. Teberrük hırkası da denilir. İyilerin giydiği hırkayı giyerek iyilerden olma ümid edilir.
Yazının devamını okumak için tıklayınız.
Acaba Şeyhî’nin (ö. 1429’dan sonra) Har-name’sini duymayanınız var mıdır? Bence olsa olsa hatırlamayanlarımız vardır. Onların da hatırlaması için metnin ilk mısralarını şuraya nakledeyim.
Bir eşek var idi zaîf ü nizâr
Yük elinden katı şikeste vü zâr
Gâh odunda vü gâh suda idi
Dün ü gün kahr ile kısuda idi
Ol çeker idi yükler ağır
Ki teninde tü komamıştı yağır
Devamını okumak için tıklayınız.
Hayvan masallarını okur musunuz? Ben okurum. Okurken de eskilerin neden hayvan masallarını okuduklarını daha iyi anlarım.
Kelile ve Dimne ve Ezop’la başlayan hayvan masalları aslında eğitim için yazılmış eserler, bir nevi ders kitabı. İnsanlara, her birinin bir karakteri temsil ettiği hayvanların hikâyeleri üzerinden hayatı, toplumu ve insanı öğretmeyi amaçlayan metinler. Ne demek istediğimi bir örnek üzerinden anlatmaya çalışayım.
Malum geçen ay Türkiye güvenliğini sağlamak için Barış Pınarı ismini verdiği harekât düzenledi.
Devamını okumak için tıklayınız.
Geçen hafta sonu Nuri Pakdil ile geçti. Kimilerine göre Nuri Pakdil yaşadığı çağa damgasını vuran bir düşünce adamı, bir şair kimilerine göre ise değil. Hakkında olumlu-olumsuz o kadar çok şey söylendi ki hiç tanımayanların ve okumayanların kafası karışabilir. Dile getirdiği düşüncelerin şairliğini geri plana attıracak kadar kuvvetli olduğu kesin. Şiir kitapları kısa şiirlerden oluştuğu için eleştirilir zaman zaman ve şairliği tartışılır. Ama herkesin beğeneceği ve terennüm edeceği bir dizesinin olması Koca Ragıp Paşa’nın dediği gibi;
Eger maksûd eserse mısra-ı berceste kâfidir
Devamını okumak için tıklayınız.
Adı Tahir olup da Nefi’nin meşhur şiiri ile yapılan bir espriye muhatap olmayan var mıdır, bilmem. En azından bizim ve bizden sonraki neslin yoktur herhalde. Hâlen edebiyat derslerinde bu şiir örnek olarak veriliyorsa yeniler de bilir. Nefi’nin bahsini edeceğimiz şiiri, derslerde özellikle edebi sanatlar bahsinde tevriye için verilen örneklerin başında gelir ve şiir anlaşıldıktan sonra öğrenciler mutlaka gülerler. Hele bir de sınıfta Tahir adında biri varsa “Vay onun hâline!” Artık bir süre sınıfın esprilerine katlanmak zorunda kalmaktan başka elinden bir şey gelmez.
Methiye ve hicviye şairidir; Nefi. Dili çok keskin, bazen çok acıtıcı. Dostlarına bile kıyacak kadar gözü kararıyor, eğer canını sıkacak bir şey görürse. Bu yüzden de başına gelmedik kalmıyor. Affediliyor, yine yazıyor ve cezalandırılıyor.
Devamını okumak için tıklayınız.
Birkaç hafta önce Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil başlıklı bir yazı yazmıştım hatırlarsanız. Yazının ardından bir hanım okurumuz beni kadın-erkek ayrımına dikkat etmemekle itham etti. Öyle bir şeyi düşünmediğimi ve yapmadığımı, erkekler için de aynı şeyleri yazdığımı desem de verdiğim örneklerin hep kadınlardan olduğunu söyleyerek iddiasında ısrar etti.
Cinsiyet ayırımcılığı o ana kadar pek düşünmediğim ve üzerinde durmadığım bir konu idi. Öğrenci iken karşılaştığım bir sahneyi hatırladım birden. Kadıköy’de oturup Beyazıt’a okula gittiğim için her sabah vapura binerdim. Sisli günlerde de seferler iptal olurdu ve sisin kalkmasını beklerdik. Böyle bir günde fakülteden de tanıdığım devrimci bir grup arkadaşla karşılaşmıştım.
Devamını okumak için tıklayınız.
Üç önceki yazımda bu soruyu sormuş ve cevabını aramaya başlamıştım. Bu yazının ardından önce Müslümanların sonra da Türklerin şehirlerini ve kuruluşlarını anlatmaya çalıştım. Bu yazıda da ilk yazıda sorduğumuz sorunun cevabını vermeye çalışacağım.
İşe önce St Petersburg’un kuruluşu ile başlayalım. Rusya’nın ikinci, Avrupa’nın dördüncü büyük şehri olan St Petersburg, bizim Deli Petro, Rusların Büyük Petro dedikleri Çar 1. Petro tarafından 16 Mayıs 1703’te Baltık Denizinin kıyısındaki Neva Nehri üzerinde 42 adacık üzerinde kurulmuş. Şehir Venedik ve Roma’ya benzetilmeye çalışılmış. Venedik’e benzetmek için binalar arasında kanallar açılmış, Roma’ya benzetmek için de girişleri Roma’dakilere benzeyen sütunlu ve üçgen alınlı büyük abidevi binalar inşa edilmiş.
Devamını okumak için tıklayınız.
Müslümanlar St Petersburg gibi bir şehir kurarlar mı, sorusunu sormuştuk ve cevabını aramaya devam ediyoruz. Geçen yazıda sorunun cevabının ilk aşamasını Müslümanların kurduğu ilk şehir üzerinden vermeye çalıştık. Bu sefer de Türklerden ve kurdukları şehirlerden bahsederek sorunun cevabını aramaya devam edeceğiz. Ama önce Türkler derken Asya’da kurulanlar ile Selçuklu ve Osmanlıları kastettiğimi söyleyeyim de söyleyeceklerim daha iyi anlaşılsın.
Türkler, İslam’dan önce de şehirler kurmuştu ve müslüman olduktan sonra da mescidi merkeze alan şehir yapısını olduğu gibi alıp fıtratlarına uygun yaşayacakları coğrafi ortamlarda bir takım özellikler ilave ederek geliştirdiler.
Devamını okumak için tıklayınız.