10 Ara 2019; 06:00PM - 07:00PM Gençlere Fuzuli'yi nasıl anlatacağız? |
13 Ara 2019; 02:00PM - 03:00PM Necatigil'de Eski Edebiyatın izleri |
115 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi
Eskiler cehaleti üçe ayırırlardı. İlkine cehl-i basit yani sıradan cehalet, ikincisine cehl-i mürekkep yani katmerli cehalet derlerdi. Üçüncüsü ise cehl-i mik’ab yani katmerlinin katmerlisi olan cehalet. Matematik diliyle ifade edecek olursak ilki rakamın kendisi, ikinci karesi, üçüncüsü de küpü diyebiliriz.
Sıradan cehalet bir şey bilmemektir. Kişi cahildir, okumamıştır ve cahil olduğunu bilir. Ömer Seyfettin’in Nadan isimli hikayesinde geçen Eşek Hasan gibi. Hatırlatmak kabilinden özetlersem sanırım ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.
Devamını okumak için tıklayınız.
Sayın Hocam,
Son yazınızda anladığım kadarı ile ki beni kaba saba ve kavrayışı kıt olarak bilirsiniz, çevrenizde olduğunu tahmin ettiğim bazı insanları bana benzetmişsiniz. Çok üzüldüm. Bu mektubu da size teessüflerimi ifade etmek için yazıyorum.
Yazınızı okurken ve okuduktan sonra epey bir düşündüm. Biz öküzlerin suçu ne? Öküz olmak başlı başına bir suç mudur? Öküzlerin kime ne zararı olmuş? Öküzler olmasa insanlar ne yapardı? Bu insanlar neden kızdıklarında birbirlerine öküz derler? Biz insanlara ne zarar verdik, ne yaptık? Biz öküzler kızdığımızda birbirimize insan diyor muyuz?
Devamını okumak için tıklayınız.
Dünya öküz ile balığın üzerindedir, şeklinde bir hadis-i şerif olduğu söylenir. Sahih olup olmadığı tartışmalarının yanı sıra hadisin ne anlama geldiği veya nasıl anlaşılması gerektiği de tartışılmış hadisçiler arasında.
Hadisin müteşabih özellikler taşıdığı, hadiste geçen kelimelerin sözlük anlamının değil mecazi anlamlarının anlaşılması gerekli olduğunu söyleyenler bu hadisi şöyle açıklamışlar.
Cenab-ı Allah, yarattığı her nesne için bir melek görevlendirmiştir. Dünya için de iki melek görevlendirmiştir. Bunlar Sevr (öküz) ve Hut (balık) isimli meleklerdir. Burada öküz ile kastedilen Sevr meleğidir.
Devamıı okumak için tıklayınız.
Malum 24 Kasım öğretmenler günü. Bugün öğretmenler konuşacak ve konuşulacak. Hepimiz ilkokuldan üniversiteye kadar üzerinde emeği olan öğretmenlerimizi hatırlayacak, onların günlerini kutlayacağız.
Basılı ve görsel medyada da bu vesile ile öğretmenlerin sorunları konuşulacak, tartışılacak. Öğretmenlere yapılan saldırılar, tacizler dile getirilecek, maaşlarının azlığından bahsedilecek, kimi dilek ve temennilerde bulunulacak.
Ben ise bu vesile ile büyük İslam alimi Gazali’nin (ö. 1111) iyi bir öğretmenin hangi özelliklere sahip olmasına dair söylediklerini aktarmaya çalışacağım.
Devamını okumak için tıklayınız.
Hz. Pir, Mesnevî-i Şerif’inin 23. Beytinde şöyle buyurur.
Ey sevdası güzel aşkımız! Mutlu ol. Ey bütün hastalıklarımızın tabibi.
Hastalık nelerdir? Kişiyi kuvvetten düşüren, günlük hayatını aksatan, mecalsiz bırakan her türlü şey. Bedenimiz için hal böyle iken ruhumuz için nasıl acaba! Kişinin tabiatına göre bir şeyi çok istemek hastalıktır. Nefsine göre ise boş hevesler hastalıktır. Çünkü tüm kötü sıfatları boş heveslerdendir.
Kötü sıfatlar arasında yedi tanesi vardır ki bunlar diğerleri arasında öne çıkar. Bu yedi kötü sıfat kişiye cehennemin yedi kapısını açar. Kişi o yedi kötü sıfatından yani hastalıklarından kurtulmadıkça cehennemin yedi kapısı onun için hep açık kalır.
Peki bu sıfatlar nedir?
Devamını okumak için tıklayınız.
Bizim millet, daha doğru ifade ile atalarımız Hz. Peygamber’i can u gönülden sevmiş, hayatlarının her anına onun sözlerini ve davranışlarını yerleştirmişler. Çocuklarına erkek ise Ahmet, Mahmut, Mehmet ve Mustafa ismini, kız ise Hatice, Ayşe ve Fatma ismini koymuşlar. Onun sevgisi içimize kadar yerleşmiş ki çoğumuz farkında bile değiliz kimi adetlerimizin Hz. Peygamber’in sünneti olduğunu.
Konuya geçmeden önce sünnet ile neyi kastettiğimi açıklayayım. Hz. Peygamber’in sözleri, davranışları ve şahit olup ses çıkarmadığı eylemlerin ortak adını kastediyorum.
Devamını okumak için tıklayınız.
Son günlerde daha önce duymaya alışık olmadığımız haberleri almaya başladık. Bizde intihar haberleri pek olmazdı. Sonra tek tük çıkmaya başladı, daha sonra da arttı. Şimdi de toplu intihar haberleri duymaya başladık. Korkarım bu gidişle bu tür haberleri almaya devam edeceğiz.
Haberi siz de duymuş veya okumuşsunuzdur. Fatih’te birlikte yaşayan, akrabaları olmayan, yaşları 48 ile 62 arasındaki dört kardeş topluca intihar etti. Bu intiharın nedenlerini üzerine bir sürü yorum yapıldı.
Devamını okumak için tıklayınız.
Bir önceki yazımızda Hz. Peygamber’in veladetini tes’îd ettiğimiz şu günlerde size onun iki hırkasının, Hırka-ı Şerif ve Hırka-ı Saadet’in öyküsünü anlatacağımı söylemiş ve Veysel Karani’ye verilen Hırka-ı Şerif’in hikayesini anlatmıştım. Sıra ikinci hırkanın Hırka-ı Saadet’in hikayesinde.
Hırka-ı Saadet
Hz. Peygamber’in bir şaire hediye ettiği ikinci hırka bugün Topkapı Sarayı’nda, Kutsal Emanetler Dairesi’nde.
Hırka-i Saâdet, 124 cm. boyunda geniş kollu, siyah yünlü kumaştan dikilmiş krem renginde yün astarlı bir hırka. Kumaş uzmanları bu hırkanın gerçekten Hz. Peygamber’e ait olup olmadığını inceliyorlar ve o devre ait olduğu anlaşılıyor.
Devamını okumak için tıklayınız.
Hz. Peygamber’in veladetini tes’îd ettiğimiz şu günlerde size onun iki hırkasının, Hırka-ı Şerif ve Hırka-ı Saadet’in öyküsünü anlatmak isterim.
Hırka elbise üstüne giyilen, genellikle ceket boyunda, yün veya pamukludan yapılmış, önü açık, kollu, dışarıda veya soğuk havalarda evde de giyilen bir kıyafet. Peygamberimize hürmetlerinden dolayı dervişler de hırka giyerler.
Tarikatlarda hırka iki türlü giydirilir. İlki mürit tarikata intisap etmeye karar verdiğinde şeyh efendi tarafından giydirilen irade hırkasıdir. Diğeri ise henüz bir tarikata intisap etmemekle birlikte sufilerin hallerinden ve ahlakından nasiplenme ümidiyle giyilen muhip hırkasıdır. Teberrük hırkası da denilir. İyilerin giydiği hırkayı giyerek iyilerden olma ümid edilir.
Yazının devamını okumak için tıklayınız.
Acaba Şeyhî’nin (ö. 1429’dan sonra) Har-name’sini duymayanınız var mıdır? Bence olsa olsa hatırlamayanlarımız vardır. Onların da hatırlaması için metnin ilk mısralarını şuraya nakledeyim.
Bir eşek var idi zaîf ü nizâr
Yük elinden katı şikeste vü zâr
Gâh odunda vü gâh suda idi
Dün ü gün kahr ile kısuda idi
Ol çeker idi yükler ağır
Ki teninde tü komamıştı yağır
Devamını okumak için tıklayınız.
Mevlâna, Mesnevî’sinin 20. beytinde bize şöyle seslenir.
Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.
Beyit yorumlanarak şöyle de tercüme edilebilir:
Hırs sahiplerinin testiye benzeyen gözleri dolmadı, yani doymadı ve gönüllerine kanaat gelmedi. Onun için içleri kederden ve yükten kurtulmadı. Vücud metaları itibar pazarında rağbet görmedi. Oysa sedef gibi kanaat etselerdi varlıkları aziz olur ve birçok faydasını görürlerdi.
Devamını okumak için tıklayınız.
Mesnevi’nin ilk bölümü olan ilk on sekiz beyitte Hz. Pir, ham olanların pişmiş olanların halini anlayamayacağını, o yüzden sözü uzatmanın bir anlamı olmadığını ve kısa kesmek gerektiğini söyler. Beyit vesselam ile biter. Vesselam söze konulan nokta mesabesindedir ve vesselam denildikten sonra sohbet, konuşma, ders anlatılan veya konuşulan her ne ise biter.
Bursevî, pişmiş olan kamil kimselerin hallerini ham olan sıradan insanların hiçbir zaman anlamayacaklarını, anlamaları için onların yaşadıklarını yaşamaları gerektiğini söyler. Nasıl kırk defa bal denilse de ağız tatlanmazsa büyük insanların başlarından geçenleri tecrübe etmedikçe de onların halleri anlaşılmaz.
Devamını okumak için tıklayınız.
Hayvan masallarını okur musunuz? Ben okurum. Okurken de eskilerin neden hayvan masallarını okuduklarını daha iyi anlarım.
Kelile ve Dimne ve Ezop’la başlayan hayvan masalları aslında eğitim için yazılmış eserler, bir nevi ders kitabı. İnsanlara, her birinin bir karakteri temsil ettiği hayvanların hikâyeleri üzerinden hayatı, toplumu ve insanı öğretmeyi amaçlayan metinler. Ne demek istediğimi bir örnek üzerinden anlatmaya çalışayım.
Malum geçen ay Türkiye güvenliğini sağlamak için Barış Pınarı ismini verdiği harekât düzenledi.
Devamını okumak için tıklayınız.
Kitaplarını büyük bir merak ile okuduğum, sohbetlerini ilgi ile takip ettiğim Dr. Mustafa Merter bir konuşmasında her dört kişiden birinin narsist olduğunu, depresif insanların sayısının her geçen gün arttığını söyledi. Elimizdeki akıllı telefonların adeta esiri olduğumuzu ve bu esaretten çok az kişinin kurtulabildiğini, kurtulmanın yolunun bu dünyaya gereğinden fazla önem vermemek olduğunu söyleyince aklıma Mesnevi’nin 19. Beyti geldi.
Ey oğul, seni dünyaya bağlayan zincirini kopar ve özgür ol. Çünkü bu zincir kırılmadıkça geldiğin yere dönmenin imkânı yoktur ve dünyaya bağlanan kişi kafesteki kuş veya kanadından taşa bağlı doğan gibidir.
Devamını okumak için tıklayınız.